Gün ülkenin hiçbir sorununu çözme yeteneğine sahip olmayan; iktidarını kaybetme korkusuyla yüzleşince savaşa, faşizme, gerici-mezhepçi politikalara sarılan AKP/Saray iktidarına karşı demokrasi, barış, özgürlük, laiklik, eşitlik, adalet ve haklarımız için ayağa kalma günüdür!
HES’lere karşı çıkanlar vatan haini… Kürt illerinde her gün kadın-çocuk, genç-yaşlı demeden insanların öldürülmesine, tankla topla evlerin yıkılmasına karşı “Bu suça ortak olmayacağız” diyen akademisyenler “Akademik terörist”, vatan haini… “Eşit yurttaşlık, ortak vatan” diyen Kürtler zaten vatan haini… Bir de vatan hainlerini destekleyen siyasetçiler ve medya kuruluşları var.
Kentlerin yağmalanmasına ve doğanın talanına karşı çıkanlar, hırsızlıkların hesabını soranlar, savaşa karşı olanlar, Aleviler, Kürtler, kadınlar, gençler, laikler… Hepsi “Ülkedeki güven ve istikrar ortamına zarar vermek isteyen” güçler.
AKP işler içeride ve dışarıda sarpa sardıkça kendisi gibi düşünmeyen herkesi düşmanlaştırma siyasetine sarılıyor; halkı şovenizm ve gericilikle bölerek yönetmeye çalışıyor; savaş, gericilik ve faşizmle iktidarını sürdürüyor.
Ortadoğu hayalleri suya düştü, Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşı kaybediyor. Ekonomide de işler iyi gitmiyor. 1 Kasım seçim vaadi olarak asgari ücrete yaptığı zammı elektriğe, doğalgaza, suya, ekmeğe yapılan zamlarla geri alıyor. Her şeyin yolunda gittiğini göstereceksiniz talimatı alan yandaş medya, “Ekmeğe zam yapılmadı ancak fiyatlar arttı”(TRT haber), “İhracat verilerinde artış! Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre şubat ayında ihracat, geçen yılın aynı ayına göre %13 azalışla 10 milyar 495 milyon dolar oldu.”(A Haber) gibi haberler yaparak komik duruma düşüyor.
14 Kasım’da Viyana’da planlanan Suriye hükümeti ile muhalif grupların toplantısı ocak sonunda Cenevre’de başlayacak. Askeri gelişmelere paralel olarak diplomatik sürecin belirleyenleri de Rusya, ABD, İran, Beşar Esad yönetimi, PYD ve bu güçlerle birlikte bir çözüme varmayı önüne koyan Suriyeli gruplar. AKP ise Rusya tarafından Suriye sahasından askeri olarak dışlandığı gibi diplomasi sürecinde de artık herhangi bir ağırlık taşımıyor. Sadece Kürtlere karşı saldırganlığını ve mülteci kartını kullanarak; yani “arıza çıkarma” potansiyelini kullanarak, varlık göstermeye çalışıyor. Suudi Arabistan ve Türkiye, İslam Ordusu ve Ahrar’uş Şam’ın Cenevre’ye katılmasını isterken PYD’nin ise Suriye’nin geleceğinin konuşulacağı bir masada olmasına karşı çıkıyorlar. Davutoğlu, Londra’dan “Barış görüşmeleriyle ilgili Türkiye’den fazla söyleyecek sözü olan ülke yoktur. Çünkü Türkiye’de iki buçuk milyon Suriyeli var. Bu bizim için artık bir iç meseledir” diyerek Cenevre görüşmeleri öncesinde AKP iktidarının “PYD barış görüşmelerine katılamaz, rejim ile arasında yakın işbirliği var” tutumunu deklare ediyor. Cenevre’de “PYD olmasın ama Kürtler olsun” diyor. Barzani’nin uzantısı olan ve Rojava’da bir temsil yeteneği olmayan KDP güçlerini kastediyor.
Cenevre’den ne çıkacağı henüz belli değil ama görüldüğü üzere AKP artık Ortadoğu’da emperyalistlerin beklentileri doğrultusunda nizam getiren bir aktör olma yeteneğine sahip olmadığı gibi, “arıza çıkaran” bir aktöre dönüşmüş durumda. ABD Başkan Yardımcısı Biden’in Türkiye ziyareti de bu arıza kapasitesine yönelik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Biden ziyaretinin anlamı da bu.. IŞİD’le savaş… Sınır güvenliğinin sağlanması… Türkiye’nin Irak topraklarından çekilmesi… Kıbrıs müzakerelerine destek… Doğu Akdeniz’deki enerji işbirliklerine uyum gösterilmesi… Ortadoğu’da güçlü bir müttefik olarak yer alabilmesi için Türkiye’nin kendi iç sorunlarını çözmesinin önemli olduğu… Ülkenin barışçıl çözüm arayan bütün taraflarıyla diyalog kurulması.
Biden, Ortadoğu denkleminde AKP’yi “ikna” etmek için geldiği Türkiye’de, Davutoğlu ve Erdoğan’la görüşmeden önce özellikle seçildiği belli olan parti temsilcileri ve gazetecilerle, Can Dündar’ın, Hrant Dink’in ve Tahir Elçi’nin aileleri ile görüşme turları yapıp mesajlar verdi. Bu arada basına AB ülkelerinden Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması önerileri geldiği sızdırıldı, köşe yazılarında ABD’nin sabrının taşmakta olduğu değerlendirmeleri yer aldı. Tüm bunlar Biden’in Türkiye ziyaretinde; AKP’nin kendi ideal tercihleri olmadığını göstererek, sistem içi muhalefet güçlerine ve ordu, sermaye gibi kesimlere farklı seçenekleri dile getirme, itiraz etme vb. konularda cesaret verme amacıyla hareket ettiğini gösteriyor.
Erdoğan’la “Saray” dışında görüşmeyi özel olarak tercih eden Biden’in düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, medyaya dönük baskılar, eleştiri özgürlüğü vs. mesajları verirken asıl derdinin bu ülke topraklarında yaşayan halkların özgürlüğü, ülkenin demokratikleşmesi, AKP faşizminin ve Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşın engellenmesi olmadığı açık. ABD’nin bir dönem önce Ortadoğu’da “ılımlı İslam” için model ülke tercihinde olduğu gibi AKP’nin önüne “örnek model” olma, “demokratik Türkiye” hedefi koyma çabası da değil. Asıl niyeti “stratejik ortağı”nı stratejik engel olmaktan çıkarmak. Çünkü artık AKP, IŞİD ile mücadelede güvenilmez olduğu gibi emperyalistlerin Ortadoğu politikalarında kurulmak istenen dengeleri bozucu bir faktör oluşturuyor.
AKP ise her müflis gibi Ortadoğu politikasının iflasını kabul etmek istemiyor. Müflis daha çok borca batar hesabı tekrar denkleme girmek için debelenirken, içeride “Cenevre görüşmelerinden çekiliriz” diye ahkam kesmeye, kuyruğu dik tutmaya devam ediyor. Sınırların dışında “güvenlikli bölge” oluşturma hayalleri suya düştü, şimdi de Kürt illerinde tankla, topla, bombalarla yıkılan, halkın evlerini terk ederek göçe zorlandığı mahallelerin yerine kalekollu mahalleler kurulması, Irak ve İran sınırındaki Hakkari’nin Yüksekova’ya, Suriye ve Irak sınırındaki Şırnak’ın Cizre’ye taşınması, Diyarbakır’ın garnizon kent haline getirilmesi planlanıyor. Diyarbakır’da Kent Ormanı’nın-kentin su kaynakların üzerinde bulunan-yarısı İl Jandarma Komutanlığı’na devredildi. Ne il taşımak ne de illeri savaş merkezi haline getirmek AKP’nin yeni keşfettiği bir savaş yöntemi. Daha önce de ANAP tarafından denenmiş ve başarısız olmuş bir yöntem. 90’lı yıllarda Şırnak ve Iğdır gerillaya karşı özel savaş merkezi olarak il yapılmıştı. O dönem direniş merkezi haline gelen Batman’ı ise kontrol altına alınmak için il yapmışlardı. Aradan geçti 26 yıl. Ne değişti? 90’lı yılların Hizbul-kontrgerillasının yapamadığını, AKP’nin Essedullah timleri mi yapacak? Aylardır uygulanan sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte bombalanan 120 bin nüfuslu Cizre’yi terk etmek zorunda kalan 100 bin Kürt AKP’li mi olacak? Beş ayı aşkın süredir il-ilçe merkezlerinde, mahallelerde süren savaşta yasaklı alanlarda öldürülen 200’ü aşkın sivilin aileleri, akrabaları, yakınları Saray’a biat mı edecek? Zaten AKP’nin amacı da Kürt sorununu çözmek değil, savaşla bir yandan Kürt halkını bastırıp, diğer yandan Fırat’ın batısını teslim alarak kendi iktidar sorununu çözmek. En büyük korkuları da Fırat’ın doğusu ile batısının Saray’a karşı sesini birleştirmesi! O yüzden Ayşe Öğretmen’in “Çocuklar öldürülmesin” sesi iktidarı çılgına çevirmeye yetiyor. AKP-Saray iktidarı, savaşa karşı “Bu suça ortak olmayacağız” diyen 1128 akademisyene elindeki tüm güçleri seferber ederek saldırıyor. Akademisyenlerin evleri basılarak gözaltına alındığı günün akşamı Kolektifçilerin Beyaz Show’da yankılanan “Ayşe Öğretmen yalnız değildir” sesi korku duvarını yıkıyor.
En küçük, en basit bir eylem bile baskı ve şiddetle kurmaya çalıştıkları hegemonyanın zaafiyetini göstermeye, gerici, faşist AKP/Saray iktidarına karşı tepkiyi harekete geçirmeye yetiyor.
Tayyip Erdoğan’ın akademisyenler hakkındaki “Bunlar kapkaranlık insanlardır. Ve bunlar zalimdir, alçaktır” sözleri, bedel ödetmek için cumhuriyet savcılarını ve rektörlükleri göreve çağırması, gözaltılar, ev baskınları, idari soruşturmalar, görevden almalar, mafya bozuntusu Sedat Peker’in ve faşistlerin tehditleri; savaşa ve AKP faşizmine karşı tepkiyi tetikledi. Tehditler demokrasi güçlerinin duvarına çarptı, bir imza metni iki gün içinde savaşa ve akademisyenlere yönelik baskıya karşı büyük bir imza eylemine dönüştü. Üniversite öğrencileri, hukukçular, gazeteciler, sinemacılar, tiyatrocular, edebiyatçılar, fotoğrafçılar, yayıncılar, sağlıkçılar, mühendisler, plaza çalışanları, taraftar grupları, feministler, müzisyenler, LGBTİ’ler, psikologlar; baskılara, hakaretlere, tehditlere karşı barış talebiyle akademisyenlerin yanında tavır alarak Saray’a meydan okudu.
Bu ülkenin ilerici birikimi en ağır faşist terör koşullarında dahi eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış için iktidara meydan okuyacak güçlü bir damarın varlığını tekrar tekrar ispat ediyor. Sorun bu potansiyelin önünü açacak yolları bulmak, göstermek, bunun için inatçı, ısrarlı, güven veren bir çaba sarf etmektir. Bu çabanın ilk koşulu ise evde, mahallede, işyerinde, okulda, üniversitede, otobüste, metroda, sokakta, her nerde ve hangi koşul altında olursan ol faşizme, gericiliğe, erkek egemenliğine, sömürüye karşı “ayağa kalk”maktır.
Gün ülkenin hiçbir sorununu çözme yeteneğine sahip olmayan; iktidarını kaybetme korkusuyla yüzleşince savaşa, faşizme, gerici-mezhepçi politikalara sarılan AKP/Saray iktidarına karşı demokrasi, barış, özgürlük, laiklik, eşitlik, adalet ve haklarımız için ayağa kalma günüdür!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.