Geçtiğimiz ay, bir sendika web sayfasında yayınlanan haber, tümüyle gözlerden kaçmış gibi görünüyor. Tekstil İşçileri Sendikası’nın web sayfasındaki habere göre, iki işyerine ait toplu iş sözleşmesi davası tam beş yıl sonra sonuçlanabilmiş.[1] Sendika bir müjde veriyor ama olayın nedenli vahim bir hak ihlali olduğu gerçeği olduğu gibi önümüzde duruyor. Nedense bu tür olaylar, birçok “işçi”, […]
Geçtiğimiz ay, bir sendika web sayfasında yayınlanan haber, tümüyle gözlerden kaçmış gibi görünüyor.
Tekstil İşçileri Sendikası’nın web sayfasındaki habere göre, iki işyerine ait toplu iş sözleşmesi davası tam beş yıl sonra sonuçlanabilmiş.[1]
Sendika bir müjde veriyor ama olayın nedenli vahim bir hak ihlali olduğu gerçeği olduğu gibi önümüzde duruyor.
Nedense bu tür olaylar, birçok “işçi”, “sendika” haberlerinin takipçisi olduğu iddiasındaki gazete ve haber sitelerinde ilgi görmüyor. Yüksek perdeden siyasi vaazlar, ayar vermelerden sıra bu işlere pek sıra gelmiyor anlaşılan.
İki işyerinde toplu iş sözleşmesi hakkından yararlanmak isteyen işçilerin hakları tam 5 yıl ellerinden alınmış, bu bir olay olarak görülmüyor.
Ortada ciddi bir sorun var ve hukuk sistemi, işçi alacak davaları dışında, sendikal alanda işçi sınıfına adalet getirmiyor. İşten çıkarma vb. nedenlerle açılan alacak davalarında da giderek işçileri olumsuz etkileyecek kararlar yayılmaya başlıyor.
14 milyonu aşan kayıtlı işçi kitlesi içinde, yaklaşık 1 milyonluk sendika üyesi “mutlu azınlık” olarak görülüyor. Sendika üyesi herkesin toplu iş sözleşmesinden yararlanabildiğini, 2012’de yapılan Yasa değişikliğinin işçilerin haklarını güçlendirdiğini sanan büyük bir toplum kesimi var.
Ezbere konuşanların çoğaldığı bir ortamda, hali hazırdaki işleyişi bir kez daha hatırlatarak, yetki süreci ve bunun yarattığı hak kayıplarına değinmek istiyorum. Büyük olasılıkla yine bir tür “suya yazma”, “internetin belirsiz boşluğu”na bırakma durumu olsa da uyarmanın sorumluluk olduğunu düşünüyorum.
Toplu iş sözleşmesinden yararlanma koşulları
6356 sayılı Yasa’ya göre işçilerin toplu iş sözleşmesi hakkından yararlanabilmesinin iki yolu bulunmaktadır. Ya bir sendikaya üye olmalı veya işyerinde yürürlükte olan bir toplu iş sözleşmesi varsa, üye olmadan dayanışma aidatı ödemelidir.
İşçinin sendikaya üye olması, sendikaya toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetki vermesi anlamına gelmektedir. Bu noktada sendikanın işveren ile toplu iş sözleşmesi görüşmesine başlayabilmesi için iki aşamalı bir baraj sistemini aşması gerekmektedir.
İlk adım, işkolu barajının aşılmasıdır: İşkolunda çalışan işçilerden en az % 1’i aynı sendikanın üyesi olmalıdır.
İkinci adım, işyeri/işletme barajının aşılmasıdır: İşyerindeki işçilerin çoğunluğu (işyeri için %50+1 veya işletme için %40) aynı sendikanın üyesi olmalıdır.
Bu iki barajı aştığını düşünen veya hesaplayan sendika, toplu iş sözleşmesi yapabilmek amacıyla yetki başvurusu yapabilir duruma gelmektedir.
Ancak süreç bununla bitmemektedir. Toplu iş sözleşmesi yetkisi için sendikanın iki barajı da aştığını gösteren çoğunluk tespitlerine yapılan itirazlar ve bu nedenle açılan davalar yıllarca sürmektedir.[2] de Uzayan davalar örgütlenme ve toplu sözleşme hakkını yine fiilen ortadan kaldıran bir başka baraja dönüşmektedir.
Sendikaya üyelik işleminden, sendikanın toplu iş sözleşmesi aşamasına gelinceye kadar Yasa’da öngörülen tüm bu sürecin, Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerine, Avrupa Birliği hukuk sistemi ile uyumu veya uyumsuzluğu bu yazının tartışma alanın dışında bırakılmıştır.
Burada kısaca iki konuya değinerek yarar vardır:
1) Üyelik sisteminde 6356 sayılı Yasa ile yapılan değişik işçiler açısından hala başlı başına bir sorun oluşturmaktadır. İster geçmişteki gibi Noter aracılığıyla ister bugünkü gibi e-Devlet kapısı yoluyla olsun işçilerin üyelik işleminde hala üçüncü bir taraf bulunmaktadır. Olağan veya olması gereken, üyelik ilişkisinin iki taraf yani üye olmak isteyen işçi ve üye olunan sendika ile sınırlı olmasıdır. Üçüncü bir tarafın varlığı, üyelik ilişkisini zedelemesi ve son yıllarda çok kullanılan bir ifade ile üyelik hakkının “vesayet” altına alınmasıdır.
2) Yine ister işkolu ve isterse işyeri düzeyinde olsun toplu iş sözleşmesinden yararlanmayı her hangi bir düzeyde oranlara bağlayan barajların konulması hem örgütlenme hem de toplu sözleşme hakkını fiilen engelleyebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin son kararı bu konudaki tartışmaları sonuçlandırmaya yeterli değildir.
6356 sayılı Yasa sorunları çözememiştir
Bir gerçekliği yeniden hatırlatalım; 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası, aslında bir zorunluluk ürünüydü.
Üye sayılarının ve dolayısıyla toplu iş sözleşmesi için aranan barajın belirlenmesinde SGK veri tabanının kullanılmaya başlanmasıyla Türkiye’deki sendikalar barajın altına gömülecekti. Ocak 2013 istatistiğini örnek alırsak, 20 işkolundan sadece 8’inde ve sadece 8 sendika yüzde 10 barajını aşarak ayakta kalacaktı. Sendikaların yüzde 93’ü toplu iş sözleşmesi hakkını yitirecekti.
Bu gerçeklik 2009’dan sonra istatistiklerin yayınlanmasını olanaksız hale getirmiş ve hem sendika (konfederasyon) yönetimlerini hem de iktidarı değişikliğe zorlamıştır.
Yeni Yasa’nın e-Devlet kapısı üzerinden üyelik işlemlerine olanak vermesi, en başta kimi kesimlerde endişeye neden olmuşsa da geniş bir kesimde noter uygulamasından sonra büyük bir serbesti olarak algılanmış ve kabul edilmiştir.
E-Devlet kapısı üzerinden ve kişisel şifre ile güvence altında yapılan üyelik işlemleri sayesinde, sendika üyeliğinin kolaylaştırılması ve örgütlenmenin önünü açılması öngörülmüştür.
SGK verileriyle birleştirilmiş, e-Devlet kapısı üyeliği kesin sonuçlar doğuracağından, toplu iş sözleşmesi için gereken yetki sürecinin hızlanması ve kolaylaşması beklenmiştir.
Bunların gerçekleşmesi halinde 274-275 ve 2821-2822 sayılı yasaların uygulandığı 1963-2013 arasındaki dönemde toplu iş sözleşmesi yetkisinin belirlenmesinde yaşanan büyük sorunların da çözümleneceği ileri sürülmüştür.
Oysa uygulamada yaşananlar, öngörüleri, beklentileri karşılamamıştır. Yetki konusunda tartışmalar, çatışmalar ve davalar hızla kendini göstermeye başlanmıştır. E-Devlet şifrelerinin de bir güvence sağlamadığı kısa zamanda bir iddia olmaktan çıkıp, olgu haline dönüşmüştür.
E-devlet kapısından üyelik konusunda daha taslak halindeyken dile getirilen, bazı davaların bilirkişi raporlarına da yansıyan endişeler bir biri ardına gerçekleşmeye başlamıştır.
İşverenlerin işçilerin e-Devlet şifrelerine el koyarak sendika üyeliğini önlediklerini veya önlemeyeceklerini anladıklarında ise yine aynı yolla işçileri kendi belirledikleri sendikaya yönlendirdikleri ve sarı sendikacılığı besledikleri örnekler yaşanmıştır.
Yetki davaları yeni bir baraja dönüştü
6356 sayılı Yasa yürürlüğe girdiğinde, en büyük iddialarından birisi, başta yetki uyuşmazlığı olmak üzere birçok sorunun kesin olarak çözümlenebileceği idi.
Bir atasözü vardır; “Görünen köy kılavuz istemez.” Çok açık olmasına ve yapılan uyarılara rağmen, Yasa’nın hazırlanması, görüşülmesi ve değişiklik süreçlerinde Yasa uluslararası sözleşmelere uyumlu hale getirilmemiştir.
İşkolu ve işyeri barajları yine korunmuş hatta görünürde düşürüldüğü belirtilse de gerçekte bir öncekinden çok daha güçlü bir baraj sistemi yaratılmıştır.
Uzun yılların sorunlarına çözüm getirilmek bir yana mevcutları daha da pekiştiren, işçi sınıfının mücadelesini kısıtlayan ve dayatmalarla zorlaştıran bir zemin yaratılmıştır.
Haliyle daha önce yaşanan sorunlar, adım adım yeniden gündeme taşınmaya başlanmıştır.
Bunun tipik örneklerinden birisi, toplu iş sözleşmesi için verilen çoğunluk tespitlerine yapılan itirazlar sonrasındaki hukuk süreçlerdir. Yukarıda da belirtildiği gibi, bu süreçler uzun yıllar almakta, bu süre içinde işverenin eline geçen üye listeleri, işverenler için hedef haline gelmekte ve her türlü yöntem kullanılarak sendikasızlaştırma gerçekleştirilmektedir.
Yıllar sonra mahkemeler sendikanın yetkisini onaylamış olsa bile geriye sendikasızlaştırılmış işyerleri kalmaktadır. Doğal olarak toplu iş sözleşmesi yapmanın koşulları da ortadan kaldırılmaktadır. Görünüşte davayı kaybetmiş olsa da toplu iş sözleşmesi koşulları kalmadığı için sürecin gerçek kazananı işverenler olmaktadır.
Uzun süren davalar, açık biçimde adalet getirmekten çok, bir hakkın fiilen kullanılamaz hale getirildiği gizli bir baraja dönüştürülmektedir.
Yetki uyuşmazlıkları için acil çözüm; REFERANDUM!
Yetki davalarında hızlı ve işçilerin haklarından tam anlamıyla yararlanmalarını sağlayacak bir çözüm çıkmadığı giderek netleşmektedir.
Bu ciddi bir sorundur ve zaman yitirmeden kalıcı, adil ve açık bir çözüm yolu bulunmalıdır. Dünyada çeşitli örnekleri olan ve yetki uyuşmazlıklarında, işverenlerin işçilerin sendika tercihlerine müdahale ettiğine ilişkin ciddi kuşkuların olduğu durumlarda uygulanan referandum bu bakımdan artık gündeme taşınmalıdır.
Çok uzağa da gitmeye gerek yoktur. Referandum Türkiye’de işçi sınıfının ilk kez 1968’de Derby işyerindeki uygulamadan beri bildiği bir yöntemdir.
Sendika ile işveren veya sendikalar arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde etkili bir yol olarak referandum, eğilim yoklaması veya irade beyanı yöntemleriyle önemli ve başarı deneyimler yaşamıştır.
Referandum yöntem olarak çok karmaşık bir yol da değildir. Uzun yıllardır yapılmadığı için, nasıl olacak bu iş sorusu endişesi haklı görülebilir.
Aslına bakılırsa, uygulama yöntemi bakımından en basit haliyle, 6356 sayılı Yasa’nın grev oylamasını düzenleyen 61. maddesi ve bu maddeye göre yayınlanmış yönetmelik bile uygulamanın hiç de zor olmadığının kanıtıdır.
Sonuçta şekil olarak bakıldığında grev oylaması da bir tür referandumdur. Özetle mantık çok farklı değildir.
Temel ilke grevde olduğu gibi toplu iş sözleşmesi yetkisi konusunda da kararın asıl unsur olan işçiler tarafından verilmesidir.
Bu arada, grev oylaması konusunun da ayrıca tartışmaya açılması gerektiğini belirtmemiz gerekmektedir. Grev kararı sendika üyesi işçiler adına sendika tarafından alınmaktayken oylamaya sendika üyesi olmayanların katılması en azından adil değildir.
Biz yine de 1979 yılında hazırlanmış bir yasa değişikliği taslağını tekrar gündeme taşıyarak konuya katkı vermeye çalışacağız.
“275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddelerin Eklenmesine İlişkin Yasa Taslağı” başlığını taşıyan metinde hangi hallerde referanduma gidilmesi gerektiği belirtilmektedir.
Önce böyle bir taslağın neden hazırlandığına bakmak gerekmektedir. Yukarıda değindiğimiz gibi 1968’deki Derby örneğinde olduğu gibi zaman zaman mahkeme kararıyla referandum veya irade beyanı yöntemleri uygulanmıştır. Çeşitli işkollarında DİSK’in büyümesinde referandum önemli oranda etkili olmuştur. Ancak bir süre sonra, Yargıtay tümüyle şekil gerekçelerle bu yolu kapatmıştır.
Yolun kapanması, işyerlerindeki uyuşmazlıkları ve gerilimleri yeniden boyutlandırmıştır. Taslağın gerekçesinde döneme ilişkin birçok olumsuzluk, özellikle üyelikte ve istifada görülen sahtecilik vb. sıralandıktan sonra şu unsurlar belirtilmektedir.
“Kuvvetli sendikacılık işçilerin serbest iradeleri ile seçtikleri sendikaların gelişmesiyle doğacaktır. Bu doğuşu engelleyen yolların kapatılması zorunludur. Toplu iş sözleşmesi yapacak sendikanın hangisi olduğunu, işçilerin serbest iradelerine dayanılarak demokratik usullerle saptanmasında sayısız yararlar vardır. Bu nedenle yetki tespitinin iş mahkemesi hakiminin denetiminde, işçilerin oylarına başvurularak yapılması demokratik bir yol olarak görülmüştür.”
Taslak;
1) Çağrı yapan sendikanın çoğunlukta olup olmadığı veya;
2) Yetki isteyen veya itiraz eden sendikalardan hangisinin işyerindeki işçilerin salt çoğunluğunun oyuna sahip olduğunun saptanması için referandum yolunu açmaktaydı.
Referandum, o işyerinin bulunduğu veya işletme ise işletme merkezinin bulunduğu iş mahkemesi hâkiminin denetiminde ve genel gerekçeye göre iş müfettişlerince gerçekleştirilecekti. Oylama gizli oy açık sayım ilkesine uygun şekilde yapılacaktı.
Referanduma, işyerinde o tarihte en az 6 ay çalışmış işçiler katılacaktı. Eğer işyerinin kuruluşu 6 aydan az bir süre içindeyse, toplu iş sözleşmesi çağrısının yapıldığı tarihteki işçilerin katılımıyla referanduma gidilecekti.
Referandum, işyeri için itirazın mahkemeye ulaştığı tarihten itibaren 15 gün, işletme ise 30 gün içinde tamamlanacaktı.
Toplu iş sözleşmesi yetkisi oylama sonucuna göre iş mahkemesinin kararıyla belirlenecekti.[3]
Referandum için bir öneri taslağı
Geçmişte hazırlanan taslak ile günümüzdeki koşulları harmanlayarak, referandum yolunu açan (örneğin Kanada) ülke yasaları ile yeni bir formül üretmek mümkündür.
Temel sorun, mahkeme süreçleriyle uzayan ve dolayısıyla işçilerin toplu sözleşme hakkının uygulanmasını geciktiren veya bazen kullanılmaz hale getiren mevcut işleyiştir.
İster işverenden ister sendikalardan gelsin (hatta buna işçileri de katabiliriz), toplu iş sözleşmesi yetkisine yapılan itirazlar referandum yoluyla en çok 15 gün içinde çözümlenebilir.
Referandum demokratik olmasının yanı sıra hızlı ve adil bir çözüm yoludur.
Yapılacak en önemli itirazlardan birisi iş mahkemelerinin yükünün artırılacağıdır. Bunu aşmanın yolu, referandumu, bazı riskler içerse de, grev oylamasındaki gibi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yerel birimlerince gerçekleştirmektir. Sakıncaları ortadan kaldırmak için sandık kurulunda tüm tarafların birer temsilcisi bulunabilir. Veya ortada bir seçim olduğuna göre, ilçe seçim kurulları da bu bağlamda değerlendirilebilir.
Oylamaya katılacak işçilerin belirlenmesinde 1979 taslağı örnek oluşturabilir.
Yaşanan deneyimlerden yola çıkılarak, 6356 sayılı Yasa’da tek bir madde (43. madde) değişikliği ile konu şekillendirilebilir. En kötü ihtimalle 43. madde değişikliğine paralel yeni bir madde daha eklenebilir.
Burada kilit eşik, öncelikle sendika ve konfederasyon yönetimlerinin işçilerin iradesine ve demokrasiye olan saygı ve inançlarıdır.
Türkiye referandumun çok güzel örneklerine tanık olmuştur. Belki bunları da ayrı bir yazıda hatırlatmak yararlı olabilir. Veya tanıklarının anlatması daha güzel olacaktır.
Türkiye sendikal hareketinin gelişmesinin önündeki engelleri aşmak için önce sendika yönetimlerinin, yeniden geldikleri yere bakmaya hazır olmaları gerekir.
İşçilerin çok daha geniş kesiminin örgütlenebilmesi ve toplu iş sözleşmesi hakkından yararlanabilmesi için referandum büyük bir olanak sunacaktır. Sendikalar ile işçiler arasındaki bağlar daha da güçlenecek ve işlevleri artacaktır.
Bu bir yandan işçi sınıfının hareketlenmesi ve sendikalara yönelmesinde diğer yandan ise sendikaların daha da aktifleşmesine katkı sağlayacaktır.
[1] http://disktekstil.org/bekaert-ve-hyosungda-yetki-sendikamizin.html
[2] E-Devlet kapısı sendikalara dar geldi- Ergün İşeri: http://tinyurl.com/ogbvum3
[3] T.C. Çalışma Bakanlığı, Çalışma Dergisi Yasa Tasarı ve Taslakları Özel Sayısı 1978-1979, sayfa 49-63, Başbakanlık Basımevi, 1979 Ankara
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.