Geçtiğimiz hafta, TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) rutin haber bültenlerinden birini yayımlayarak, Türkiye ekonomisinin Temmuz-Ağustos-Eylül aylarında, yani yılın 3. çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre % 4 büyüdüğünü duyurdu. Ardından da malum tartışma başladı: bu büyümenin anlamı nedir, iyi midir, kötü müdür, sürdürülebilir mi, vs.? Sevinenlerin referansı resmi tahminler ve nüfus artışı. Söz konusu 3 ay […]
Geçtiğimiz hafta, TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) rutin haber bültenlerinden birini yayımlayarak, Türkiye ekonomisinin Temmuz-Ağustos-Eylül aylarında, yani yılın 3. çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre % 4 büyüdüğünü duyurdu. Ardından da malum tartışma başladı: bu büyümenin anlamı nedir, iyi midir, kötü müdür, sürdürülebilir mi, vs.?
Sevinenlerin referansı resmi tahminler ve nüfus artışı. Söz konusu 3 ay için resmi beklenti % 3’ün altında idi; ülkenin yıllık nüfus artış hızı ise son yıllarda % 1.3 civarında. Dolayısıyla, nispeten iyi sayılabilecek bir büyüme oranı ile hem umulan büyüme hızının hem de nüfus artış hızının üstüne çıkıldığı (yani, kişi başına GSYH arttırıldığı) için ilk ağızda bir başarı elde edilmiş gibi gözüküyor.
Sevinmeyenler, “durun, abartmayın bu büyümeyi” diyenler ise, bu artışın sürdürülemeyeceğini, hatta bu yılın büyüme oranının geçen yılınkini aşamayacağını vs. dile getiriyorlar. Bu arada, anlamsız argümanlar ileri sürerek karşı çıkanlar da var. Mesela, Taraf gazetesinden Süleyman Yaşar, dolar bazında ekonominin küçüldüğünün gözden kaçırıldığını, bu durumun da bizim emek üretkenliğimizin ABD’ninkinin çok gerisinde oluşu ile açıklanması gerektiğini söylüyor (http://bit.ly/1TETskg).
Biz de, Temmuz-Ağustos-Eylül aylarında GSYH’nın % 4 büyümüş olmasına eleştirel bakanlardan, “soğukkanlı olalım” diyenlerdeniz. Bazı eleştirilerimizi sıralayalım:
Tek tek kısaca değinecek olursak; malum, Ulusal Hesaplar’ın en temel kategorisi GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla). Bu terimin İngilizcesi ise Gross Domestic Product (GDP). Gelişmiş ülkelerden daha iyi olduğumuz neredeyse tek alan bu terminolojik farklılaşma! Hasıla bir faaliyetin sonucu demek; faaliyetin üretim faaliyeti olmasına bakılmaksızın kullanabileceğimiz bir kelime. Ve bu yanıyla, Ulusal Hesaplar’ın ölçmeye çalıştığı toplam nihai sonuca son derece uygun. Çünkü, GSYH, üretim faaliyeti olmayan finans ve ticaret gibi faaliyetlerin hasılasını (sonucunu) da içeriyor. Öte yandan, İngilizce GDP’nin son kelimesinin anlamı ürün ve de finans ve ticaret gibi üretim faaliyeti olmayan faaliyetlerin sonucu için de (sanki o faaliyetlerde de üretim yapılıyor ve sonucunda ürün elde ediliyormuşçasına) kullanılıyor. Kısacası, bizim terim tercihimiz daha doğru.
Ulusal Hesaplar’ın Türkiye’de derlenmesine ilişkin sorunların başında bu hesapların istatiksel temelini oluşturan girdi-çıktı tablolarının 2002 yılından bu yana bir türlü hazırlanamamış olması geliyor. Ekonominin yapısının dramatik bir biçimde değiştiğini ballandıra ballandıra her fırsatta dillendiren AKP’lilerin, tam da bu yapısal değişimin, yani sektörler-arası ilişkinin, sektörel ağırlıkların istatiksel fotoğrafı olan girdi-çıktı tablolarını yenileyecek para ve vakit bulamaması anlaşılır gibi değil. Utanç verici bir zafiyet. Dolayısıyla, eldeki GSYH gibi birçok temel kategorinin 2002 girdi-çıktı tablolarına dayanılarak ve gerçekçi olmayan varsayımlarla elde edildiğini bilerek kullanmamız gerekiyor.
Bir başka sorun GSYH kategorisinin GS (gayri safi) kısmı ile ilgili. GSYH hesaplamaları, yıl başında daha önce üretilmiş araç, gereç ve her türlü girdi (yani bir miktar değer/zenginlik; sermaye stoğu) ile üretim faaliyetine başlanıldığını varsayar. Yıl boyunca çalışılarak, emek harcanarak başlangıçtaki bu değere yeni değer katılarak (katma değer) GSYH’ya varılır. İlginç olan, Türkiye’de üzerinde anlaşılmış, resmi istatistiklerde kabul görmüş bir sermaye stoğu serisi/bilgisi olmadığı için net hasıla hesaplaması yapamıyor olmamızdır. Bir başka utanç verici zafiyet.
Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları devasa. Sadece, son açıklanan GSYH büyüme hızına ilişkin İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden Alper Duman’ın dikkatimizi çektiği bir garipliğe değinmek bile yeterli. Büyüme hızının duyurulduğu TÜİK web sayfasında bazı Excel tabloları da mevcut (http://bit.ly/1lTIcFD). O tablolardan ikincisini kullanarak % 4’lük büyüme hızına hangi sektörlerin ne kadar katkıda bulunduğunu hesaplamak mümkün. Duman’ın hesaplamaları, % 4’lük büyümenin % 1.68’inin Tarım ve Hayvancılık, % 1.89’unun Finans ve Sigortacılık ve % 0.79’unun Vergiler-Sübvansiyonlar kaynaklı olduğunu gösteriyor. Geri kalan sektörlerin, hani o çok şişirilen sanayi, inşaat vs. sektörlerin katkısını bu 3 katkıyı toplayıp, % 4’lük toplam büyümeden çıkartarak görebiliriz. O katkı (- % 0.3); evet, yanlış okumadınız, “diğer sektörlerin” toplam katkısı ekonomiyi büyütme yönünde değil, küçültme yönünde olmuş!
Dünya ekonomisinin sorunları da devasa. 2007 krizi aşılamadı, yakında aşılacağa da benzemiyor. Siyasi sorunların ekonomilere olumsuz etkisi de cabası. Bu durumun, dünya ekonomisine son derece entegre Türkiye ekonomisine yansımaması düşünülemez. Vehameti gözlemleyebileceğimiz göstergelerden biri ihracat performansı. Söz konusu 3 aylık dönemde Türkiye’nin mal ve hizmet ihracatı % 0.6’lık azalışla 8 milyar 936 milyon TL düzeyinde kaldı. Zaten, dış pazarların hareketleneceği umudunu yitiren yerli yatırımcı da üretim kapasitesini arttırmayarak, gayrisafi sabit sermaye yatırımını % 0.5 oranında azaltarak gidişatın hayırlı olmadığını göstermiş vaziyette.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.