AKP, 7 Haziran’da yaşadığı yenilgiden sonra, bir biçimde seçimleri olmamışa çevirdi ve hemen 5 ay sonrası için bir erken seçim kararı aldı. İşte o 5 ay, belliydi ki, 1 Kasım’daki seçimin sonuçlarının AKP’nin kazanacağı biçimde önceden belirleneceği bir dönem olarak yaşanacaktı. Gerçekten de, öyle oldu. Ama, nasıl? Sorunun cevabı için 2 sene öncesine gitmeliyiz. Gezi […]
AKP, 7 Haziran’da yaşadığı yenilgiden sonra, bir biçimde seçimleri olmamışa çevirdi ve hemen 5 ay sonrası için bir erken seçim kararı aldı. İşte o 5 ay, belliydi ki, 1 Kasım’daki seçimin sonuçlarının AKP’nin kazanacağı biçimde önceden belirleneceği bir dönem olarak yaşanacaktı.
Gerçekten de, öyle oldu. Ama, nasıl?
Sorunun cevabı için 2 sene öncesine gitmeliyiz.
Gezi isyanı, AKP açısından bakılırsa, kendi döneminin de bir sonu olacağını ve hatta bu anın gelmiş olduğunu gösteriyordu.
Oysa, o zaman da tıpkı şimdi olduğu gibi, sanki her şey yolundaydı. Ama yine bir Haziran gününde ve bir anda her şey alt üst oluvermişti. Bütün AKP kurmayları şaşkınlık içindeyken, Erdoğan’ın polis saldırılarını destekleyen çıkışıyla o saldırılar daha da yükseldi ve insanlar öldürülmeye başladı.
Sadece polis şiddeti değil, aynı zamanda muazzam bir medya saldırısı ve o yolla yürütülen “algı operasyonu” yaşanıyordu.
Evet, her ikisi de, bütün AKP dönemi boyunca devredeydi; ama şimdi daha derin, sert ve yoğun bir tarzda yürütülüyordu. Ve, bir zemin değişikliği yaşanıyor; önceki dönemde esas olarak “mağdur edebiyatı” üzerinden yürütülen “algı”, şimdi bir biçimde aynen sürerken, aynı zamanda terse dönüp “mağrur padişahın bağımsız Müslüman imparatorluğu ve onu her yönden kuşatan düşmanlar edebiyatı” ile zenginleştiriliyordu.
Kuyrukları birbirine değmeyen onlarca “tilki-trol” ortada koşturup duruyordu. Birbirini dışlayan sözler mi; ne gam, kuru gürültünün kulakları sağır etme kapasitesi tam da bugünler için geçerli hale getiriliyordu. Elbette, o kuru gürültü “boşlukta” asılı durmuyor, “devlet şiddeti” tarafından desteklenerek “ikna yeteneği” kazanıyordu.
Gürültü arttıkça, edilen sözlerin “yutulabilmesi” için şiddetin de arttırılması gerekiyordu ya da tersi, devletin halka yönelik şiddetinin meşrulaştırılması için kuru gürültü arttırılıp bir dizi yalanın birbiriyle ilişkilendiği bir büyük yalana-“hikayeye” dönüştürülüyordu.
Şiddet ve yalan
İşte, şimdi geriye dönüp baktığımızda, Gezi döneminde tüm ülkede isyan eden halka yapılan müdahalenin, yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu görebiliriz. Daha sonra, 17-25 Aralık “Yolsuzluk Operasyonlarında” da aynı süreç devredeydi:
Devlet şiddeti ve algı operasyonları, birbirlerini doğurarak ve meşrulaştırıp güçlendirerek, AKP’nin “can simidi” oluyor, ülkenin tümünü ve akıp giden zamanın bütün anlarını kapsayan bir bilinçli-kurucu yönelimle toplumsal yaşantımız eğilip bükülüyor, hedeflenen bir kalıba dökülüyordu. Açık ki, şiddet ve yalanla beslenen bir yerel “Kaos İmparatorluğu” inşa edilmek isteniyordu.
Şimdi “pembe günler” masumiyetine bürünen 7 Haziran öncesinde de, aynı süreç devrede değil miydi? Ama, onca şiddet, provokasyon ve yalana rağmen seçim sonuçları istenen neticeyi vermeyince, şiddet ve yalanın yoğunluğu ve sertliği birkaç seviye daha yukarı çekildi.
Artık, 20 Temmuz ve 10 Ekim’de en tepe noktasına sıçrayan katliamlar, Kürtlerle savaş ve medyanın tümüyle kontrole alınması dönemine girilmişti.
Gerginlik, tek bir “çatlak sese” dahi tahammül edemeyecek noktaya yükseltiliyor, “savaş koşulları” devreye sokuluyordu. Yeniden başlayan Kürtlerle savaş, iktidarın zirvesinde bir AKP- Ordu ittifak alanı oluşturuyor, artan güce bağlı olarak şiddet ve yalanın seviyesi rahatça yukarı çekilebiliyordu.
Evet, 1 Kasım’da istenen sonuç elde edilebildiyse; bu durum, tümüyle yasaların dışına çıkılması, şiddet, yalan ve hile üzerine oturan “gerginlik” politikasının, korku ve panik havasını her yere ve herkese farklı seviyelerde bulaştırabilmesi sayesinde oldu.
Ancak, öyle oldu ki, süreç bir seviyeden sonra süreklilik kazanan bir “kontrollü gerilim” zemininden çıkıp hızla “kaotik” bir hal alıverdi. Bu ise, sadece AKP’nin değil, karşıtları ve hatta düşmanlarının da faydalanabileceği “boşluklar” oluştuğu ve oluşacağı anlamına geliyordu.
Nitekim, şimdi Rusya ve PKK’nin bu “boşluklardan” yararlandığını görüyoruz.
Tutuklama ve suikastlar
Öte yandan, herkes bilir, siz kılıçla bir yeri fethedebilir ya da iktidar olabilirsiniz, ama onun üstüne rahatça oturamazsınız!
İşte, AKP, bu noktada sıkıştı, daha da sıkışacak. O, şimdi iktidara yerleştiğine göre “istikrar ve düzen” ister; ama şiddet ve yalanı sürekli daha fazla kullanmak zorunda.
Çünkü, sanki sonsuza dek orada kalacakmış gibi azametle iktidara yerleşirken, aslında hiçbir sorunu çözmedi, çözemedi. Ve aslında çözemez de; yeteneklerinin/kapasitesinin sınırında ve güç yetmezliği içinde sıkışmış durumda.
AKP, çözemediği sorunların (sözgelimi, Kürt sorunu, Başkanlık sisteminin gereksindiği toplumsal meşruiyet eksikliği, sürekli gerginlik üreten toplumsal kutuplaşma, Ortadoğu’da yalnızlaşma ve Suriye’de batağa saplanma, küresel ekonomik kriz içinde “en kırılgan ülke” olma… vb.) büyüyerek kangrenleşme ya da çoğalma gibi yetenekleri olduğu için, daha fazla şiddet ve daha fazla yalan çıkmaz döngüsüne sürüklendi.
Yükselen şiddet, önce uygulanan toplu katliamlardan sonra, şimdi birçok şehri devlet şiddeti kullanarak yakıp-yıkmaya sıçradı. Aynı anda, “çatlak ses” olarak görülen Can Dündar ve Erdem Gül gibi muhalif liberal-demokrat aydınlar “düşman” olarak görülmeye başlandı ve tutuklandı. Orada da durulamayarak seçilmiş hedeflere “suikastlar” sürecine sıçrandı ve gene liberal-demokrat kimliğiyle tanınan Tahir Elçi öldürüldü.
Rus uçağı
O arada, Suriye bataklığının yıkıcı gerilimleri de, bir Rus uçağı düşürülerek aşılmaya çalışılıyor.
Bu planlanmış “emrivakinin” yarattığı yeni durum üzerinden, NATO-ABD desteği arkaya alınarak Rusya ile “savaşmayı” göze alan bir hamle yapılmış olsa da, istenen destek henüz gelmiş değil. Evet, kısmi ve sadece söz düzeyinde bir destek söz konusu, ama bu kadarı ortaya çıkan gerginliği kaldıramaz. O zaman da, rüzgar tersten esmeye başladı. Acaba, bir kez daha “el yükseltilecek” ve mesela, bu sefer de Cerablus-Azez alanına hamle mi yapılacak?
Ama, sakın tersi olmasın; “mağdur” Rusya’nın artan meşruiyetine dayanarak ağırlaştırdığı havadan bombalamanın alanı “yumuşattığını” ve TC’nin meşruiyet kaybını gören YPG “kırmızı hattı” aşıp IŞİD’i kovalayarak alanı işgal ederse ne olacak? O durumda, sırf TC uçaklarına karşı bir önlem olarak bombardıman uçaklarına “havadan havaya füze” takan Rus uçaklarının varlığına rağmen, IŞİD’i yenen güç olarak “Batı’da” yeniden itibar kazanacak olan YPG’ye savaş açılabilinir mi? Açılmazsa, yaşanacak itibar kaybı nasıl giderilecek?
Ve, bütün bunlar, bir macera filminin setinde yaşanmıyor; katliamlarda insanlar gerçekten ölüyor, dünyanın en büyük 2. askeri gücü, Türkiye’nin enerji tedarikçisi ve en fazla ihracat yaptığı ülkelerden olan Rusya’nın uçağı gerçekten düşürüldü.
Eğik düzlem
İşte, AKP aslında Gezi isyanıyla beraber bir “eğik düzlemin” içine yerleşti, “normal koşullar” onu hep aşağı çekiyor/iktidar alanının dışına doğru itiyor. O ise, hep orada kalmak istiyor. Bu “ters” konumunu ise, oraya düşmesinin gerçek sebebi olan sorunları çözmeden/çözemeden, sırf devlet şiddeti ve medyanın algı operasyonları yoluyla düzeltmeye çalışıyor. Ama bir türlü” düze” çıkamıyor ve en rahat ve güçlü olduğu anda bile, birden gergin, korkak ve zayıf duruma düşebiliyor.
Açık değil mi, “aşağısı” onu sürekli çekiyor!
Öte yandan, gündemin en acil konusu olan Yeni Rejim’in Anayasasının oluşturulabilmesi ve o arada hedeflenen “Başkanlık” statüsünün de yasallaşması nasıl sağlanacak? Daha fazla şiddet ve daha çok yalan nasıl becerilecek, acil ihtiyaç olan daha fazla güç, yetenek/kapasite ve meşruiyet nereden devşirilecek?
Evet; şiddet ve algı operasyonlarıyla ve sürekli “el yükseltilerek” bir yere kadar gelindi de; daha ne kadar gidilebilir? Haydi daha büyük bir yalan sistematiği oluşturmak nispeten kolay diyelim; daha yüksek ve yıkıcı şiddet nasıl ve kime karşı kullanılabilir?
Hani denir ya, “Böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var!” İşte, AKP, “Evdeki hesabın çarşıya uymadığı” anın hemen şuracıkta durduğunu ve kaderin kapıyı her an çalabileceğini hesaplıyor olmalıdır.
AKP, artık sadece bir açık faşist diktatörlük yoluyla ayakta kalabilir; karşı kutupta ise, bir “Demokratik Cumhuriyet” için güç birikiyor. Zamanın akışı, ara/melez çözümlerin çözüm gücü olma kapasitesini zayıflatıyor.
Nereye doğru gidileceği ve halen geçerli olabilecek bir “melez çözümün” devreye girip giremeyeceği, önümüzdeki birkaç yıllık kısa dönem içinde belli olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.