Genelkurmay ve DIA durmadan Vaşington’daki önderliğe Suriye’deki cihatçı tehdidi ve Türkiye’nin bunlara desteğini bildirip duruyorlardı. Bu mesaj hiç dinlenmedi
Barack Obama’nın tekrar tekrar Beşar Esad’ın gitmesi gerektiğinde ısrarı, ve Suriye’de Esad’ı yenebilecek ‘ılımlı’ çetelerin bulunduğunu savunması, son yıllarda içinde Pentagon’daki Genelkurmay Başkanları dahi çok yüksek rütbeli subaylarının da bulunduğu bir kesimde sessiz ve hatta açıktan bir muhalefet başlatmıştı. Bu muhalefetin nedeni Obama hükümetinin Esad’ın baş müttefiki Vladimir Putin’e takıntısı. Onlara göre Obama, Rusya ve Çin için hala soğuk savaş günlerine çakılıp kalmış ve konumunu bu iki ülkenin ABD ile paylaştığı terörün Suriye’de ve Suriye’den öte yayılması kaygısına göre ayarlayamamış. Washington gibi, Ruslar da İslam Devleti’nin durdurulması inancındalar.
Ordunun direnişi 2013’ün yazında Savunma İstihbarat Ajansı (Defense Intelligence Agency, DIA) ve o günler General Martin Dempsey’in liderliğindeki Genel Kurmay Başkanlarının beraberce hazırladıkları çok gizli bir durum muhakemesiyle başlamıştı. Bu gizli dokümanda Suriye’de Esad rejiminin düşmesinin, aynı Libya’da olduğu gibi, bir kaos ve potansiyel olarak Suriye’nin aşırı cihatçılarca ele geçirilmesinin tahmini yapılıyordu. Bir Genelkurmay Başkanları eski danışmanı bana bu dokümanın ‘tamamen kaynaklardan’ oluştuğunu ve tümünün elde edilen sinyallerden, uydu ve insan kaynaklı istihbaratlardan bir araya getirildiğini, ve Obama hükümetinin sözde ılımlı muhalif grupları fonlandırma ve silahlandırmada ısrar etmesi görüşüne hoş bakmadığını bildirdi. Bu sıradaysa CIA İngiltere’de, Suudi Arabistan’da ve Katar’daki yandaşlarıyla beraber bir yıldır Esad’ın düşürülmesinde kullanılmak üzere silah ve malzemeleri Libya’dan Türkiye üzerinden Suriye’ye gönderiyordu. Bu yeni istihbarat tahmini Obama’nın Suriye politikasında en büyük engel olarak Türkiye’yi tek başına öne çıkartmaktadır. Danışman bana, “doküman gösteriyor ki, ABD’nin Esad’la savaşan ılımlı muhalifleri gizlice silahlandırma ve destekleme olarak başlayan programı Türkiye tarafından ele geçirilmiş, ve Suriye’de Nusra Cephesi ve İslam Devleti de dahil olmak üzere muhalif kim varsa onlara teknik, askeri ve lojistik bir programa dönüştürüldü” dedi. “O sözde ılımlılar yok olmuş ve Özgür Suriye Ordusu Türkiye’de bir hava üssünde bırakılmış bir artçı gruba indirgenmişti.” Tahmin raporu durumu pek iyi görmüyordu: Esad’a karşı dişe dokunur bir ‘ılımlı’ muhalefet yoktu ve ABD de aşırıları silahlandırıyordu.
2012’yle 2014 arasında Savunma İstihbarat Ajansı’nın (DIA) direktörlüğünü yapan Korgeneral Michael Flynn, sivil yönetime Esad’ı devirmenin korkunç sonuçları hakkında düzenli olarak gizli ihtarlar gönderdiklerini doğruluyor. Flynn’in dediğine göre, cihatçılar muhalefetin kontrolündeydi. Türkiye ise yabancı savaşçıların ve silahların sınırdan kaçak geçmesini önlemek için yeteri kadar çalışmıyordu. “Eğer Amerikan kamuoyu bizim sağladığımız istihbarat raporunu okusaydı deliye dönerdi” dedi Flynn bana. “IŞİD’in uzun-dönemli stratejisini ve kampanya planlarını anlıyorduk, ve Suriye içinde İslam Devlet’inin büyümesini Türkiye’nin görmezden gelmesini konuşuyorduk.” Bana söylediğine göre DIA raporu Obama hükümetince “müthiş bir direniş”le karşılaşmıştı. “Bana gerçeği duymak istemedikleri duygusu gelmişti.”
Eski Genelkurmay başkanları danışmanı, “Esad’a muhalefeti silahlandırma politikamız başarısızdı ve aslında kötü etkiler yapıyordu” diyordu. “Kuvvet komutanları, Esad’ı devirip yerine dincilerin getirilmesine karşıydılar. Hükümetin politikası çelişkiliydi. Esad’ın gitmesini istiyorlardı ama muhalefet aşırıların elindeydi. Peki Esad’ın yerine kim gelecekti? Esad gitsin demek iyi de ama bunu açacak olursak, sonunda kim gelirse gelsin daha iyidir demeye geliyordu. Genelkurmay başkanlarının Obama politikasıyla ters düştükleri nokta da işte bu ‘herkes daha iyidir’ konusuydu.” Genelkurmay başkanları Obama’nın politikasına dolaysız bir karşı çıkmanın “sıfır sonuç” vereceğine inanıyorlardı. 2013’ün sonbaharında aşırılara karşı yaptırımlara politik kanallardan gitmeme kararı aldılar ve bunu da, öteki ülkelerin ordularına ortak düşman Nusra Cephesi ve İslam Devleti aleyhine kullanılmak şartıyla Suriye ordusuna geçirilmek üzere ABD istihbaratlarını vererek yaptılar.
Almanya, İsrail ve Rusya Suriye ordusuyla irtibatlıydı ve Esad’ın kararlarını etkileyebileceklerdi. ABD istihbaratı onlar aracılığıyla paylaşılacaktı. Bu ülkelerin Esad’la işbirliği yapmaları için kendi nedenleri vardı: Almanya eğer İslam Devleti genişleyecek olursa kendi 6 milyon Müslüman nüfusunda neler olacağından korkusu vardı. İsrail’in sınır güvenliği korkusu vardı. Rusya’nın ise uzun zamandır Suriye ile işbirliği vardı ve Akdeniz’deki tek donanma üssü Tartus’a tehditten kaygılıydı. Danışman, “Obama’nın söylenilmiş politikalarından ayrılma niyetimiz yoktu, ancak durum muhakememizi öteki ülkelerle ordudan orduya paylaşmamız olumlu sonuçlar getirebilirdi. Belliydi ki Esad’ın daha iyi taktiksel istihbarata ve operasyonel tavsiyelere ihtiyacı vardı. Genelkurmay başkanları eğer bu gereksinimler karşılanırsa, İslamcı terörizmle genel savaşım daha iyi olabilirdi görüşündelerdi. Obama bilmiyordu, ama Obama her konuda Genelkurmay başkanlarının ne yaptığını zaten bilmez ki. Bu her Başkan için böyledir.”
ABD istihbaratı bir akmaya başlayınca Almanya, İsrail ve Rusya radikal köktenci grupların amaçları ve nerede oldukları bilgisini Suriye’ye aktarmaya başladılar. Karşılığında da Suriye kendi yetenekleri ve amaçlarıyla ilgili bilgileri verdi. ABD ve Suriye ordusu arasında dolaysız bir ilişki yoktu. Danışman, “bunun yerine, biz, müteahhitlerce ya da kendi savaş okullarımızda geliştirilmiş Suriye’nin uzun dönemli geleceğine ilişkin analizlerin de dahil edildiği bilgileri veriyorduk, ve bu ülkeler de bu bilgiyle, Esad’la paylaşmak da dahil olmak üzere istediklerini yapabiliyorlardı. Biz Almanlara ve ötekilere, “Buyurun, bakın, burada çok ilginç bilgiler var ve çıkarlarımız ortaktır” diyorduk. Bu kadar. Genelkurmay başkanları bundan yararlı bir şeylerin çıkabileceği sonucuna varabilecekler ama hiç de Genelkurmayların kötü niyetle Obama’yı atlatıp Esad’a yardım etmesi anlamı çıkmayacaktı. Yapılan bundan çok daha akıllıca olacaktı. Eğer Esad başta kalabilirse bunun nedeni bizden görülmeyecek, aksine yerinde kalması bizim sunduğumuz istihbarat ve sağlam taktik tavsiyeleri kullanacak kadar zeki olduğundan olacaktı.”
*
Geçen birkaç on yılda ABD ile Suriye arasındaki kamuda bilinen ilişkiler tarihi bir zıtlık tarihidir. Esad 11 Eylül saldırılarını kınadı ama Irak savaşına karşı cıktı. George W. Bush ise başkanlığı süresince Suriye’yi kendisinin tanımladığı “şer ekseni”nin üç ülkesine bağlamak istedi: Irak, İran ve Kuzey Kore’ye. Wikileaks tarafından kamuya yansıtılan devlet bakanlığı yazışmaları gösteriyor ki, Bush yönetimi Suriye’yi sürekli destabilize etmeye uğraşmış ve bu uğraşılar Obama yönetiminde de devam etmiştir. 2006’nın Aralık ayında Şam’daki ABD elçisi William Roebuck, Esad hükümetinin “açıkları”nı analiz eden bir çalışma hazırlamış ve destabilizasyon fırsatlarının “olasılığını artıracak” metotların listesini bulunduran bir analiz hazırlamıştı. Bu analizde Washington’un Suudi Arabistan ve Mısır’la işbirliği yaparak Suriye’deki mezhepler arası gerginliğin artırılmasına ve “aşırı gruplara (muhalif Kürtler ve köktenci Sünni mezhepler) karşı Suriye’nin gösterdiği çabaları”, “Suriye’nin zayıflığı, istikrarsızlığı ve kontrolden çıkmış bir geri tepkiye maruz kaldığı” görüşünü verecek bir şekilde yayılmasına, ve Riyad’da sürgündeki hükümeti Suudiler ve Müslüman Kardeşler örgütü tarafından beslenen eski Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın başında olduğu Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne ABD desteğiyle “Suriye’nin yalnızlaştırılması” çalışılmalarına yer veriliyordu. Başka bir 2006 iletişiminde de elçiliğin Halk Meclisi seçimlerine bağımsız olarak giren adaylara yardım için 5 milyon dolar harcadığını gösteriyordu. Suriye istihbaratının olaylardan haberi olduğunun ortaya çıkmasından sonra bile ödemeler devam etmişti. 2010 yılındaki başka bir iletişimde de merkezi Londra’da bulunan bir Suriye muhalefet televizyon ağına yapılan yardımın Suriye hükümetince “rejime karşı gizli ve düşmanca bir davranış olarak görülebileceği” uyarısı yapılıyordu.
Ama bunlar olurken Suriye ve ABD arasında gölgeli bir işbirliğinin paralel bir tarihi de var. Bu iki ülke ortak düşmanları El Kaide’ye karşı işbirliğine girdiler. Amerika’nın istihbaratına uzun zaman danışmanlık yapmış birisi 11 Eylül’den sonra “benim fikrime göre, biz her ne kadar karşılığında huysuz davransak da, ve bize verdiği altın değerinde bilgileri kullanmada sakarca davransak da Beşar yıllar boyunca bize çok yardımcı olmuştu. Bu sessiz işbirliği, Bush hükümetinin Beşar’ı kötü göstermeye başlamasından sonra da bazılarınca devam ettirildi” dedi. 2002 yılında Esad istihbaratına, Suriye’de ve Almanya’daki Müslüman Kardeşler etkinlikleri hakkında yüzlerce iç dosyayı vermesi için izin verdi. Aynı yıl daha sonra, Suriye istihbaratı El Kaide’nin ABD’nin Beşinci Filo’suna yapacağı bir saldırıyı önledi ve Esad önemli bir El Kaide muhbirinin ismini CIA’ya vermeye razı oldu. Ancak, bu anlaşmaya aykırı olarak, CIA bu muhbirle direkt ilişkiye geçince muhbir bu yaklaşımdan hoşnut olmayıp Suriyeli istihbaratçılarla ilişkisini kesti. Esad aynı zamanda Suriye’den sığınma istemiş Saddam Hüseyin’in akrabalarını da gizlice Amerika’ya verdi ve aynı Ürdün, Mısır, Tayland ve diğer yerlerdeki ABD müttefiklerinin yaptıkları gibi terör şüphelilerini Şam hapishanelerinde CIA adına işkenceye tabi tuttu.
İşte bu işbirliği geçmişinin bulunması 2013 yılında da Şam’ın ABD ile dolaylı bir istihbarat paylaşımı anlaşmasına girmesini olanaklı gibi gösteriyordu. Genelkurmay başkanları bunun karşılığında dört şeyi istediklerini bildirdiler: Esad Hizbullah’ın İsrail’e saldırmasını önleyecek; Golan Tepeleri için İsrail’le durdurulmuş görüşmelere tekrar başlayacak; Esad Rusya’nın ya da başka ülkelerin askeri danışmanlarını kabul edecek; Ve savaştan sonra geniş bir yelpazede yer alacak grupların katılacağı açık seçimler yapmayı kabul edecek. Genelkurmay başkanlarının danışmanının bana söylediğine göre, “İsraillilerden olumlu yanıt aldık, bu fikri düşüneceklerdi, ancak, İran ve Suriye’nin tepkilerinin ne olacağını bilmek zorunda olduklarını söylediler.” “Suriye bize Esad’ın tek başına karar almayacağını, bu konuda ordunun ve Alevi yandaşlarının desteğine ihtiyacı olduğunu bildirdi. Esad’ın kaygısı İsrail’in başta evet deyip sonra sözünde durmamasıydı.” Kremlin’de Ortadoğu konusunda yüksek bir danışmanın 2012’nin sonlarına doğru bana söylediğine göre savaş alanında birkaç yenilgi ve ordudan kaçışlardan sonra, Moskova’daki bir kişi aracılığıyla Esad, Golan Tepeleri konusundaki görüşmelere devam için İsrail’e yanaşmıştı. Rus yetkilinin bana aktardığı, İsrail, “Esad bitmiştir, artık işin sonuna gelmiştir” demiş. Türklerin de aynı şeyi söylediğini aktardı danışman. Ancak, 2013’ün ortalarında Suriyeliler artık bir iyiye dönüş görmeye başladı ve Amerikalıların ve ötekilerin yardım önerilerinin ciddiyeti konusunda güvence istemeye başladılar.
Konuşmaların ilk aşamalarında Esad’ın görmek istediği iyi niyet işaretlerini Genelkurmay başkanları göstermeye çalıştılar, dedi danışman. Esad’dan yanıt, Esad’ın bir arkadaşı aracılığıyla geldi, “Bana Prens Bender’in kafasını gönderin.” Genelkurmay başkanları bunu yapmadılar. Bender bin Sultan, Suudi Arabistan’da onlarca yıl istihbarat ve milli güvenlik konularında hizmet etmişti ve Washington’da yirmi yıldan fazla elçi olarak bulunmuştu. Son yıllarda da Esad’ın, hangi yöntemle olursa olsun yerinden edilmesinin destekçisiydi. Sağlığının iyi olmadığı bildirilerek, Suudi Milli Güvenlik Konseyi’nden geçen yıl istifa etmişti, ama Suudi Arabistan hala, ABD istihbaratına göre geçen yıl 700 milyon dolarla, Suriye’deki muhalefete en büyük katkıda bulunanlardandı .
2013’ün Temmuzunda, Esad’a, ona yardımda ne kadar ciddi olduklarını göstermenin daha dolaysız bir yolunu buldu Genelkurmay başkanları. Bu sırada, CIA desteğiyle Türkiye üzerinden Libya’dan Suriye’ye gizli silah sevkiyatı bir yılı aşkın bir zamandır yapılmaya başlanmıştı bile (20 Ekim 2011’de Kaddafi’nin ölümünden sonra başladı). Operasyon büyük bir şekilde Bingazi’deki gizli bir CIA ek binasından devlet bakanlığının onayıyla yapılıyordu. 11 Eylül 2012’de ABD’nin Libya elçisi Christopher Stevens bir anti-ABD gösterisi sırasında öldürülmüş, bu gösteri sırasında Bingazi’deki ABD elçiliği yakılmıştı. Yanık binanın enkazları içinde Washington Post gazetesi muhabirleri elçinin randevularının bir kopyasını bulmuştu. Bu randevu defterinde 10 Eylülde CIA’nin ek operasyonlar şefiyle buluştuğunu gösteriyor. Ertesi gün, ölmeden kısa bir süre önce, danışman bana Trablus’da konumlu El-Marfa Gemicilik ve Nakliyat Servisi şirketinin temsilcileriyle görüştüğünü gösteriyordu. Bu şirketin, silah taşımacılığı yaptığı, danışmana göre Genelkurmay başkanlarınca biliniyordu.
2013’ün yazının sonuna doğru, DIA’nın analizleri yaygın olarak paylaşılmışdı. Her ne kadar Amerikan istihbarat teşkilatı Suriye muhalefetinin aşırılarca kontrol edildiğinin farkında olmasına rağmen, CIA destekli silahlar gelip duruyordu. Bu ise Suriye ordusuna sorun çıkarmaya devam ediyordu. Kaddafi’nin silah depoları uluslararası bir pazar yaratmıştı ama fiyatlar yüksekti. “Başkan tarafından izin verilmiş silah transferini durdurmanın olanağı yoktu” dedi danışman. “Çözüm, cüzdana başvurmaktaydı. Genelkurmay başkanlarından bir temsilci CIA’ya bir öneriyle yaklaştı: Türkiye’nin cephaneliğinde çok daha ucuz silahlar bulunuyor ve bunlar bir iki günde Suriye’deki çetelere ulaşabilirdi, gemilere bile gerek yoktu.” Ama bundan yararlanacak tek CIA de değildi. “Erdoğan’a sadık olmayan, güvendiğimiz Türklerle çalıştık” dedi danışman. “Böylece Suriye’deki cihatçılara cephanedeki vakti geçmiş ne kadar silah varsa gönderdik. Bunlar içinde Kore savaşından beri ortalıkta görünmemiş M1 tüfekleri ve Sovyet silahları da vardı. Bu Esad’ın anlayacağı bir mesajdı: ‘Bir başkanlık politikasını daha başlamadan bitirecek gücümüz var.’
Bu Suriye ordusuna ABD istihbaratı gönderilmesi ve aynı anda Suriye’deki muhalefete de verilen silahların kalitesindeki indirim çok kritik bir durumda ortaya çıktı. 2013’ün ilkbaharında Suriye ordusu Nusra’ya ve öteki aşırı gruplara karşı bölgesel merkez Rakka’yı kaybederken ağır kayıplar yaşamıştı. Çok bir zafer kazanmadan Suriye ordusu ve hava kuvvetleri aralıklarla aylar süren saldırılar düzenledilerse de savunması zor, kuzeydeki ve batıdaki kalabalık olmayan diğer yerler ve Rakka’dan çekilme kararı aldılar ve hükümetin elindeki Şam ve kalabalık nüfusu olan ve kuzeybatıdaki Lazkiye’nin merkezini başşehre bağlayan yerlere odaklandılar. Genelkurmay başkanlarının desteğiyle ordu kuvvet kazanmaya başlayınca, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye Nusra Cephesi ve İslam Devleti’ne askeri ve mali yardımlarını artırdılar. Bu gruplar 2013’ün sonlarında Suriye/Irak sınırının iki tarafında çok kazanımlar elde etmişti. Geriye kalan aşırı olmayan çeteler ise kendilerini aşırılara karşı savaşırken ve durmadan bu savaşları kaybederken buldular. 2014’ün Ocak ayında İslam Devleti Rakka’nın ve etrafındaki kabilelerin bulunduğu yerlerin tüm kontrolünü Nusra’dan aldı ve Rakka’yı kendi üssü yaptı. Esad Suriye nüfusunun %80’ini kontrol etse de arazinin büyük kısmını kaybetmişti.
CIA’nın ılımlı asileri eğitme çabaları da fena halde başarısızlığa uğruyordu. “CIA’nın eğitim kampı Ürdün’deydi ve Suriyeli bir kabile tarafından kontrol ediliyordu” dedi danışman. Kampa katılanların bazılarının Suriye ordusundan üniformalarını çıkartmış askerler olduğu şüphesi vardı. Bu daha önce Irak savaşı sırasında da olmuştu. Irak savaşının en yoğun günlerinde Amerikan eğitim kampına yüzlerce Şii milis gelerek birkaç günlük eğitim karşılığında yeni üniforma ve silahları alıp sonra çölde kayboluyorlardı. Pentagon tarafından Türkiye’de kurulmuş başka bir kamp ise daha iyi sonuçlar getirmiyordu. Eylül ayında Pentagon kaydettiği üyelerin sadece “dört ya da beş”inin İslam Devleti’yle savaştığını kabul ediyordu. Birkaç gün sonraysa bu üyelerden 70 tanesi sınırı aşıp Suriye’ye geçince Nusra Cephesi’ne katılmışlardı.
Ocak 2014’de, hiçbir gelişme kaydedilmemesi karşısında CIA direktörü John Brannen bütün Ortadoğu’daki Amerikan ve Sünni Arap istihbarat şeflerini Washington’da gizli bir toplantıya çağırdı. Bu toplantının amacı Suudileri aşırı savaşçıları desteklememeye ikna etmekti. “Suudiler, bizi memnuniyetle dinleyeceklerini söylediler,” dedi danışman, “Washington’daki herkes de Brannen’ın onlara ılımlı denilenlere nasıl katılmalarını söyleyeceğini dinlemek için oturdu. Brannen’ın mesajı şuydu: Eğer bölgedeki herkes Nusra’yı ve IŞİD’i desteklemekten vazgeçerse bunların cephaneliklerinin ve silahlarının tükeneceği ve ılımlıların kazanacağıydı.” Danışman, Suudilerin Brennan’ın mesajını dinlemediğini söyledi. Aksine Suudiler “ülkelerine dönüp aşırılara yardımlarını artırdılar ve bizden daha fazla teknik destek talep ettiler. Biz de onlara tamam dedik, ve sonunda aşırıları destekler durumuna geldik.”
Ama Suudiler tek problem değildi tabii ki: Amerikan istihbaratının elinde birikmiş yıllardır Erdoğan’ın Nusra’ya destek verdiğinin ve şimdi de aynı şeyi İslam Devleti için yaptığının hem ele geçirilmiş hem de insani istihbaratı vardı. Danışman, “Suudilerle uğraşmak zor değil,” diyor, “Müslüman Kardeşlerle de uğraşmak kolay. Ortadoğu’nun tüm dengesinin, İsrail ile Ortadoğu’nun diğer ülkeleri arasında karşılıklı güvence verilmiş bir imha şekli üzerine kurulduğunu tartışabilirsiniz. Türkiye bu dengeyi bozabilir, ki bu Erdoğan’ın hayalidir. Ona, yabancı cihatçıların Türkiye’ye girmesini sağlayan boru hattını kapatmasını söyledik. O ise Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırmak gibi büyük hayaller peşinde ve bu yüzden bunu yaparak ne kadar başarılı olacağının farkında değil.”
Sovyetler Birliği’nin düşüşünden sonra ABD’nin dış ilişkilerinde sabit olan bir şey Rusya’yla ordudan-orduya olan ilişkidir. 1991’den sonra ABD Rusya’nın nükleer silahlarını güvenceye alması için milyarlarca dolar yardım yaptı. Bu yardımın içinde Kazakistan’daki depolarda güvenliği olmayan ve silah yapımında kullanılabilecek evsaftaki uranyumun taşınması da vardı. Sonraki yirmi yılda da silah yapım kalitesindeki uranyumun güvenliğinin gözetlenmesi ortak programları devam etti. Afganistan’a karşı Amerikan savaşı sırasında Rusya, Amerikan kargo uçaklarına ve tankerlerine uçuş hakları verdiği gibi, ABD’nin savaşta gündelik gereksinimi olan silahlara, cephaneye, gıda ve suya da ulaşımına izin verdi. Usame Bin Ladin’in yeri hakkında Rus ordusu ABD’ye istihbarat verdi ve Kırgızistan’da bir hava üssünü kullanma hakkı için görüşmelerde ABD’ye yardım etti. Suriye savaşı boyunca Genelkurmay başkanları Rusya’daki muadilleriyle iletişimde bulundular ve bu iki ordu arasındaki ilişkiler hep en üst düzeyde başlatılmaktaydı. Ağustos’ta Genelkurmay Başkanları Başkanı konumundan emekli olmadan birkaç hafta önce Dempsey Dublin’deki İrlanda Savunma Güçleri başkanlığına yaptığı elveda ziyaretinde yaptığı konuşmada vazifede olduğu müddetçe Rus Genelkurmay Başkanı General Valery Gerasimov ile devamlı iletişimde bulunmayı bir adet haline getirdiğini söyledi. Dempsey, “Ona, kariyerlerimizi başladığımız gibi bitirmeyelim dedim” dedi, “birimiz Batı Almanya’da, ötekimiz de Doğu’da bir tank komutanı olarak.”
İslam Devleti’yle başa çıkmak konusunda Rusya’yla ABD’nin birbirine verebilecekleri çok şey var. İslam Devleti’nin başındaki ve saflarındaki pek çok savaşçı on yıldan fazla bir süredir 1994’de başlayan iki Çeçen savaşında Rusya’ya karşı mücadele etmiş, ve Putin hükümeti de İslami terörizmle mücadeleye kendini adamış durumda. “Rusya IŞİD liderlerini tanıyor” diyor bana danışman, “ve onların operasyonel tekniklerini kavrıyorlar ve paylaşacağı çok istihbaratları var. Karşılığındaysa, bizim yıllarca yabancı savaşçıları eğitmede deneyimli mükemmel eğitmenlerimiz var. Rusya’nın bu deneyimi yok.” Danışman, Amerika’nın istihbaratının sahip olduğuna inanılan şeyi tartışmaktan çekindi: Çoğu kez, asi milislerin içindeki kaynaklara korkunç meblağlar ödenerek hedeflenen bilgiyi elde edebilme yeteneği.
Rus işlerine bakan eski bir Beyaz Saray danışmanı da, 11 Eylülden önce Putin bize, “Değişik yerler hakkında aynı korkulara sahibiz” derdi dedi. Çeçenya’daki halifelikle olan problemlerinden ve El Kaide’nin ilk zamanlarındaki bizim sorunlarımızdan bahsediyordu. Bu günlerdeyse, Metrojet’in Sina üzerinde bombalanmasıyla ve Paris’teki ve öteki yerlerdeki katliamlarla bizim aynı yerler hakkında korkularımız olduğunu söyleyebiliriz.”
Halbuki Obama hükümeti Esad’a verdiği destek yüzünden Rusya’yı hala eleştiriyor. Moskova’daki ABD elçiliğinde görev yapmış emekli bir yüksek diplomat, Ukrayna’da Rusya’nın saldırısına karşı koalisyonun başı olarak Obama’nın ikilemini anlayışla karşılıyor: “Ukrayna ciddi bir sorun ve Obama yaptırımlarla bu işi sıkı bir şekilde idare ediyor. Ama Rusya konu olduğunda politikalarımız çoğu kez odaklanmış bir halde değil. Ama Suriye’de mesele bizimle ilgili değil. Mesele Beşar’ın kaybetmemesini sağlamakta. Gerçeklik şu ki, Putin Irak’ta olduğu gibi Suriye’deki kaosun Ürdün ya da Lübnan’a sıçramasını ya da Suriye’nin IŞİD’in eline kalmasını istemiyor. Obama’nın yaptığı en yıkıcı, ve savaşı bitirmede çabalarımıza zarar veren şey, “müzakerenin şartı olarak Esad gitmelidir” demek olmuştur. Obama aynı zamanda Pentagon’daki bazılarının da görüşünü yansıtarak, Rusya’nın 30 Eylül’de Suriye ordusuna destek olmak için hava saldırıları düzenleme kararının arkasındaki yan faktöre istinaden Putin’in, Esad’ın Kaddafi’nin akibetine uğramasını önlemek isteğinden bahsetmiştir. Obama’ya Putin’in Kaddafi’nin süngülerle sodomize edilerek vahşice öldürülmesi videosunu üç kez seyrettiğini aktarmışlardı. Danışman bana, Putin’in Kaddafi’nin kaderinin kendisini dehşete düşürdüğünü gösteren bir ABD istihbarat değerlendirmesini aktardı: “Putin Kaddafi’yi bıraktığı için ve Birleşmiş Milletler’de Batı koalisyonu rejimi mahvedecek hava saldırılarına başlamak için lobicilik yaparken sahne arkasında daha güçlü bir rol oynamadığı için kendisini suçluyordu. “Putin, eğer kendisi işin içine girmezse Beşar’ın da aynı kaderle yüzleşeceğine -yani parçalanacağına- ve Suriye’deki yandaşlarının yok edileceğine inanıyordu.”
22 Kasımda verdiği bir demeçte Obama, Rus hava saldırılarının ‘temel hedeflerinin’ ‘ılımlı muhalefet olduğunu’ söyledi. Bu çizgi, çoğu anaakım medyayla beraber hükümetin de ayrılmadan izlediği bir yol oldu. Ruslar, Suriye’nin bütünlüğünü tehdit eden bütün asi gruplara -İslam Devleti de dahil olmak üzere- saldırdıklarında ısrarlılar. Kremlin’in Ortadoğu danışmanı bir mülakatta ilk etap hava saldırılarının, Alevilerin güçlü olduğu Lazkiye’deki bir Rus hava üssünün güvenliğini pekiştirmek için olduğunu açıkladı. Stratejik hedef ise, Şam’dan Lazkiye’ye ve oradan da Tartus’daki Rus donanma üssüne varan, cihatçılardan arınmış bir koridor yaratmak, oradan da bombalama odağını giderek güney ve doğuya kaydırıp İslam Devleti’nin elinde tuttuğu bölgede yoğunlaştırmak. İslam Devleti ve Rakka’ya Rusların vuruşu Ekim ayının başlarına kadar gidiyor. Kasımda, Türkiye sınırına yakın ve kime ait olduğu sert tartışmalar çıkaran İdlip ve Palmira gibi tarihi şehirlerin yanında İslam Devleti pozisyonlarına da saldırılar düzenlendi.
Rusya’nın Türk sınırını ihlali ise Putin’in bombalamayı başlatmasından kısa bir süre sonra oldu ve Rus hava kuvvetleri de Türk radarlarını kilitleyen bir elektronik sistem kurdu. Danışmanın dediğine göre, Türk hava kuvvetlerine bir mesaj gönderiliyordu: “Biz, savaş uçaklarımızı nerede istersek, ne zaman istersek uçuracağız, sizin radarınızı kilitleyeceğiz. Bize bulaşmayın. Putin, Türklere kiminle karşı karşıya olduklarını bildiriyordu.” Rusya’nın saldırısı Türklerin şikayetlerine, Rusların yalanlamalarına, ve Türk hava kuvvetlerinin sınırı daha fazla kontrol etmesine neden oldu. 24 Kasımda iki Türk F-16’sının, daha agresif çatışma kuralları uygulayarak 17 saniyelik Türk sınırını geçen bir Rus Su-24M jetini düşürmesine kadar pek önemli bir olay olmadı. Savaş uçağının düşürülmesini takip eden günlerde Obama Erdoğan’ı destekledi ve 1 Aralık’ta buluştuktan sonra bir basın toplantısında “hükümetinin Türkiye’nin güvenliğine ve egemenliğine bağlı olduğunu” söyledi. Rusya’nın Esad ile müttefik olduğu sürece, “… bizim desteklediğimiz… karşıt gruplarca pek çok Rus kaynağı hedef seçilecektir. Bu yüzden Rusya’nın herhangi bir şekilde sadece IŞİD hedeflerini vuracağı hayaline kapılmayalım. Bu gün olan bu değil. Bu zaten olmuyordu. Gelecek birkaç haftada da bu olmayacak.”
Kremlin’in Ortadoğu danışmanı, aynı Genelkurmay başkanları ve DIA gibi Obama’nın desteğini alan “ılımlılar” olduğuna inanmıyor, bunların esasında Nusra Cephesi ve İslam Devleti yanında savaşan aşırılar olarak görüyor. (Putin 22 Ekim’de yaptığı bir konuşmada, “Kelimelerle oynamaya ve teröristleri ılımlı ve ılımlı olmayan diye bölmeye gerek yok” diyordu.) Amerikalı generaller bunları, hayatta kalmak için Nusra Cephesi’ne ya da İslam Devleti’ne boyun eğmeye zorlanmış yorgun milisler olarak görüyor. 2014’ün sonlarında, bir Alman gazeteci olan ve Irak ve Suriye’de İslam Devleti’ni 10 günlüğüne ziyaret etmesine izin verilen Jürgen Todenhöfer, CNN’e İslam Devleti önderliğinin hepsinin ‘Özgür Suriye Ordusu’na güldüğünü’ anlatıp, ‘Onları ciddiye bile almıyorlar. “Gördüğümüz en iyi silah tüccarları ÖSO’dur. Ellerine iyi silahlar geçerse hemen satıyorlar” diyorlar. ÖSO’uu ciddiye almıyorlar ama Esad’ı ciddiye alıyorlar. Tabii ki bombaları da ciddiye alıyorlar. Ama hiç bir şeyden korkuları yok ve ÖSO’nun hiç bir rolü yok.’
*
Putin’in bombalama kampanyası, Amerikan basınında, bir seri Rusya aleyhtarı köşe yazılarının çıkmasına neden oldu. 25 Ekim’de New York Times gazetesi, Rus denizaltılarının ve casus gemilerinin, dünya internet trafiğinin çoğunu taşıyan denizaltı kablolarının yakınlarında ‘tehditkar’ harekâtlar yaptıklarını – yazının ileri kısımlarında bu trafiği engelleyen bir Rus girişimine ait ‘henüz herhangi bir delilin bulunmadığı’nın itiraf edilmesine rağmen- Obama hükümetinden alıntı yaparak aktardı. Bundan on gün önce, Times dergisi Rusların eski Sovyet uydusu cumhuriyetlere müdahalelerinin özetini vererek, Rusların Suriye’yi bombalamasını da ‘bir açıdan Sovyet geçmişlerinin hırslı askeri harekâtı’ olarak yayınlamıştı. Haber, Esad hükümetinin Rusya’yı, müdahale etmesi için davet ettiğinden bahsetmediği gibi, Amerika’nın, önceki Eylülden beri Suriye içinde süregelen bombalama saldırılarının, Suriye hükümetinden izinsiz yapıldığından da bahsetmemişti. Aynı gazete, Obama’nın 2012-2014 yılları arasında Rusya büyükelçisi olan Michael McFaul tarafından Ekim ayında yayınlanan yazıda, Rusların hava harekâtının ‘İslam Devleti’nden başka herkese’ saldırı olduğunu bildirmişti. Rusya karşıtı hikâyeler, İslam Devleti’nin sorumluluğunu yüklendiği Metrojet faciasından sonra da azalmadı. Eğer Moskova’nın hava kuvvetleri sadece Suriye ‘ılımlılarını’ bombalıyorsa, neden İslam Devleti’nin 224 yolcusu ve mürettebatı olan Rus uçağını düşürdüğünü Amerikan hükümetinde ve basınında çok az kişi sorguladı.
Bu arada Rusya’ya karsı getirilen ekonomik yaptırımlar hala yürürlükte, ki bunlar, ABD’de büyük bir çoğunluğun, Putin’in Ukrayna’da işlediği savaş suçları nedeni olarak gördüğü, Amerikan Hazine Bakanlığı’nın, Suriye’ye ve orayla iş yapan Amerikalılara karşı getirdiği yaptırımlardır. New York Times, geçen Kasım yaptırımlar üzerine olan bir yazısında, eski ve bir dayanağı olmayan iddiayı tekrar ortaya getirerek, Hazine’nin kararlarının, ‘hükümetten gelen ve giderek güç kazanan, Rusya’ya baskı yaparak Esad’ı desteklemeyi bırakması ve Esad’ın İslamcılarla savaşta olduğunu söylemesine rağmen, İslam Devleti’yle sembolik bir ilişkide olduğu ve bu sayede kendisi koltuğa tutunurken, İslam Devleti’nin güç kazanmasına göz yumduğuna yönelik iddianın bir vurgulaması olduğunu’ belirledi.
*
Obama’nın Suriye politikasının dört merkez ögesi bugün de bütünlüğünü korumaktadır: Esad’ın gitmesinde ısrar etmek; Rusya ile herhangi bir anti-İslam Devleti koalisyonun mümkün olmaması; Terörizmle savaşta Türkiye’nin değişmez bir müttefik olması; ABD’nin destekleyeceği küçümsenmeyecek sayıda muhalif ılımlı güçlerin varlığı. 13 Kasım’da 130 kişinin öldüğü Paris saldırıları, François Hollande’nin de dahil olduğu birçok Avrupa liderinin, Rusya ile daha büyük uzlaşmaya girme ve onların hava gücü ile daha yakından koordinasyon yapmak ve Esad’ın yönetimi bırakmasının zamanlanmasında daha esnek davranma görüşmelerinin olmasına rağmen Beyaz Saray’ın tutumunu değiştirmedi. 24 Kasım’da Hollande, Fransa ve ABD’nin İslam Devleti’yle mücadelede nasıl daha sıkı işbirliği yapabileceğini tartışmak üzere Washington’a uçtu. Beyaz Saray’da yaptıkları ortak basın toplantısında Obama, Hollande ve kendisinin ‘Rusya’nın ılımlı muhalefete karşı vuruşları sadece, gaddarlığıyla İslam Devleti’nin yükselmesini körükleyen Esad rejimini desteklediğinde aynı fikirde olduklarını söyledi. Hollande o kadar ileri gitmedi fakat, “Viyana’daki diplomatik gelişme Beşar Esad’ın ayrılmasını sağlayabilir… bir ittifak hükümeti gereklidir” dedi. Basın toplantısı, bu iki lider arasındaki çok daha acil ve içinden çıkılmaz durum olan Erdoğan konusuna çözüm getirmedi. Obama, Türkiye’nin kendi sınırlarını koruma hakkı olduğunu savundu; Hollande Türkiye’nin teröristlere karşı harekete geçmesi ‘zorunluluk meselesiydi’ dedi. Genelkurmay başkanları danışmanı bana, Hollande’nin Washington’a gitmesinin başta gelen nedenlerinden biri, Obama’yı, İslam Devleti’ne karşı ortak savaş ilan etmekte Avrupa Birliği’ne katılmaya razı etmek olduğunu söyledi. Obama ‘hayır’ dedi. İşaret edildiği gibi Avrupalılar savaş ilanı için, Türkiye’nin de içinde bulunduğu NATO’ya gitmemişlerdi. Danışman, ‘Problem olan Türkiye’ dedi.
Esad tabi ki bir grup yabancı devlet adamının kendi geleceği ile ilgili kararlar almasını kabul etmez. Şu anda Suriye’nin Çin Büyükelçisi olan İmad Mustafa, 2004’de, 7 yıl hizmet verdiği, ABD’ye Suriye büyükelçisi olarak atandığında Şam Üniversitesi’nde teknoloji bilimleri dekanıydı ve Esad’ın yakın yardımcılarından birisiydi. Mustafa hala Esad’a yakınlığıyla ve düşündüğünü yansıtmakta güvenilen birisi olarak bilinir.
Mustafa bana, Esad’ın idareyi bırakması demek, ‘silahlı terörist gruplar’a teslim olmak demektir ve milli birlik hükümetindeki bakanlar -Avrupalıların önermiş oldukları gibi- kendilerini atayan güçlere borçlu gibi görünürler. Bu güçler, daha önceki başkana yaptıkları gibi yeni başkana da, kolaylıkla yerine başkasını bulabileceklerini hatırlatırlar… Esad bunu kendi halkına borçludur; Bırakıp gidemez çünkü Suriye’nin tarihsel düşmanları ayrılmasını istemektedirler.
*
Mustafa da Esad’ın müttefiki olan ve iddiaya göre savaş sonrası Suriye’nin yeniden inşası için 30 milyar dolar ayıran Çin’den bahsetti. Çin de İslam Devleti’nden dolayı endişeliydi. Çin, Suriye krizine üç perspektiften bakar dedi: Uluslararası kanun ve meşruluk; küresel stratejik yerleşiklik; ve Çin’in uzak batısındaki Sincan vilayetinden cihatçı Uygur’ların hareketleri. Sincan sekiz ülkeyle sınırı (Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan) vardır ve, Çin’in görüşüne göre, Çin’in içinde ve dünyada bir huni gibi terörizm akışına yardım eder. Halen Suriye’de bulunan birçok Uygur savaşçı, Doğu Türkistan İslamik Harekatı -Sincan da Uygur İslam Devleti kurmaya çalışan, genellikle şiddet kullanan- ayrımcı örgütün üyeleri olarak bilinirler.
Mustafa bu grubun, “Çin’den Suriye’ye Türkiye üzerinden geçerken Türk İstihbaratından yardım görmeleri nedeniyle Çin ve Türk İstihbaratı arasında müthiş gerginliğe neden olduklarını” söyledi. “Çin, Türkiye’nin Suriye’deki Uygur savaşçılarını destekleme rolünün, ilerde Türkiye’nin Sincan üzerindeki planlarını gerçekleştirme yoluna kadar gideceğinden endişe etmektedir. Biz halen, bu teröristlerle ve Suriye’nin içinde hangi yollardan geçtikleriyle ilgili bilgileri Çin istihbarat servisine veriyoruz.”
Mustafa’nın bu endişesi, cihatçıların Türkiye’de ve Suriye’deki geçtiği yolları yakından takip eden Washington dışişleri analisti tarafından de tekrar edildi. Tecrübeli hükümet görevlilerinin görüşlerine sık sık başvurdukları bu analistin bana söyledikleri şunlar: ’Erdoğan ve hükümeti Uygurların mücadelelerini Çin’de kışkırtırken, bir taraftan da Uygurları Suriye’ye özel bir ulaşım yoluyla getiriyor. Tayland’tan kaçan ve bir şekilde Türk pasaportu alan Uygur ve Birmanyalı Müslüman teröristler Suriye’ye geçirilmek üzere Türkiye’ye uçuruluyor.’ Analist, -yıllar boyunca sayıları aşağı yukarı birkaç yüzden birkaç bine ulaşan- Uygurları, Türkiye’ye ve daha sonra Suriye’deki İslam Devleti bölgesine nakletmek üzere, Çin’den Kazakistan’a geçiren başka bir ‘fare yolu’ olduğunu ekledi. “ABD istihbaratının bu faaliyetlerle ilgili tam bilgisi yok çünkü bunları yakından bilenler ve ABD politikalarından hoşnut olmayanlar onlarla konuşmuyor. Suriye politikalarından sorumlu olan Dışişleri ve Beyaz Saray’ın bunu ‘anladığı’ pek açık değil” diye ilave etti. IHS-Jane (Jane’s de denilen askeri ve uzayla ilgili yayınlar yapan İngiliz Yayıncılık şirketi Jane Information Group) şirketinin Defence Weekly dergisi, Ekim ayında yayınladığı tahminlere göre 2013’ten beri 5 bin kadar Uygur savaşçısı olduğu tahmin edilen kişilerin Türkiye’ye girdiğini, 2 bin kadarının da Suriye’ye geçtiğini saptadı. Mustafa, şu anda Suriye’de 860 Uygur savaşçısı olduğunu bildiğini söyledi.
Çin’in Uygur problemiyle ve onun İslam Devleti ve Suriye bağlantılarıyla ilgili endişeleri, on yıl önce Pentagon’da, Donald Rumsfeld için çalışırken Çin’le ilgili problemlerle uğraşan akademisyen Christina Lin’i çok ilgilendirdi. Lin bana “Tayvan’da büyüdüm ve Pentagon’a Donald Rumsfeld için çalışmaya geldim. Eskiden Çinlilere, ideologlar olarak şeytan gibi bakardım. Mükemmel değiller ama yıllar geçtikçe açılıp geliştiklerini gördüm ve ben de görüşümü değiştirmeye başladım. Çin’le birçok küresel sorunlarda özellikle de Ortadoğu konusunda iş birliği yapılabileceğini görüyorum. ABD’nin ve Çin’in bölgesel güvenlik ve terörizmle mücadelede işbirliği yapmaları gereken, Suriye’nin de içinde olduğu birçok yer var” dedi. Birkaç hafta evvel de, “Çin ve ABD’nin birbirinden nefret ettiğinden daha çok birbirinden nefret eden, Soğuk Savaş düşmanları Çin ve Hindistan, birlikte bir dizi terörizm karşıtı tatbikatlar yaptılar. Ve bugün hem Çin hem Rusya terörizm konusunda ABD ile işbirliği yapmaya hazırlar” demişti. Lin, Çin’in de gördüğü gibi, Suriye’ye giden Uygur militanlarının, İslam Devleti tarafından gelecekte gizlice Çin’e dönüp terörist saldırılar yapmaya yönelik eğitimden geçirilmekte oldukları önerisinde bulundu. Lin, Eylülde yayımlanan gazetedeki yazısında “Rusya’nın Çeçenya, Çin’in Sincan ve Hindistan’ın Kaşmir yörelerinden gelen cihatçılar gözlerini Ortadoğu’nun kalbindeki Suriye’de yepyeni ve bol destekli kaynaklardan yararlanıp cihada kendi vatanlarında devam etmeye çevirmişlerdir” dedi.
*
Müşterek Kurmay Başkanlarından General Dempsey ve meslektaşları bürokratik kanallardan ayrılıklarını gizlediler ve yerlerinde kalmayı başardılar. General Michael Flynn başaramadı. Savunma İstihbarat Teşkilatı’nda (DIA) baş Ortadoğu sivil istihbaratçısı olarak aşağı yukarı on yıl hizmet veren, ordudan emekli albay Patrick Lang sözlerinde: “Flynn, Suriye hakkındaki gerçeği söylemekte ısrar ettiği için Beyaz Saray’ın öfkesine maruz kaldı. Doğrunun en iyi şey olduğunu düşündü, dışarı küreklediler. Susmadı. Flynn bana sorunların Suriye’nin ötesine geçtiğini, DIA’da birşeyleri sarstığını -Titanik’de sadece şezlongları oynatmaktan öte- radikal reformlar yaptığını söyledi. Sivil liderlerin gerçeği duymak istemediklerini hissettim. Bunun acısı büyük oldu ama olsun” dedi. Der Spiegel dergisiyle son görüşmede Flynn Rusya’nın Suriye’ye girmesiyle ilgili sözlerinde, “Rusya ile yapıcı bir şekilde görüşmeliyiz. Hoşlansak da hoşlanmasak da. Rusya orada askeri harekat yapmaya karar verdi. Şu anda oradalar ve bu dinamikleri tamamen değiştirdi. Bundan dolayı Rusya kötüdür, bırakıp gitsinler diyemezsin. Bu olmayacak bir şeydir. Gerçekleri kabul et” demekten çekinmedi.
ABD meclisinde sadece birkaç kişi bu görüşü paylaşır. Bunlardan birisi Ulusal Muhafız Güçleri’nde binbaşı olarak görev yapmış ve Ortadoğu’ya iki kere gitmiş olan, Meclis Silahlı Kuvvetler komitesi üyesi, Havaili Demokrat bayan Tulsi Gabbard’dır. Ekim ayında CNN’de yapılan bir görüşmede “ABD ve CIA, Suriye’deki Esad hükümetini düşürmek için yapılan bu verimsiz ve illegal savaşı durdurmalı ve aşırı İslamcı gruplara karşı mücadeleye odaklanmalılardır” dedi.
Görüşmeci “Esad rejiminin kendi halkından en az 200 bin belki de 300 bin kişiyi acımasızca öldürmesi sizi endişelendiriyor mu?” diye sordu.
Gabbard, “Şu anda Esad için söylenenler Kaddafi için söylenenlerle aynıdır. Aynı öteki rejimleri ABD’nin yıkmasını isteyenlerce Saddam Hüseyin için söylenenlerdir. Eğer bu Suriye’de de olacaksa… çok daha fazla acılara neden olacak. Çok daha fazla dini azınlıkların ve Suriye’deki Hıristiyanların zulüm çekmesine neden olacaktır. Ve düşmanlarımız çok daha güçlenecekler.”
Gazeteci Gaddard’a sordu, “Yani demek istediğin, havadan Rusya’nın müdahalesi, karadan da İran’ın müdahalesi, bütün bunlar bizim işimize mi yarıyor?”
“Hepsi beraberce ortak düşmanımızı yenmeye çalışıyor” diye yanıtladı Gabbard.
Daha sonra Gabbard bana Kongre’deki hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi meslektaşlarının söyledikleri için kendisine yalnızken teşekkür ettiklerini anlattı. “Kamuda ve hatta Kongre’de olayların açıkça anlatılmasına gereksinimi olan pek çok kişi var, ama olanlar konusunda bu kadar aldatmaca varken bu çok zor oluyor. Gerçek bilinmiyor.” Bir vekilin kendi partisinin dış politikasını hem de resmen eleştirmesini duymak sıradan bir olay değil. İçeriden biri ve en gizli istihbarata ulaşımı olan birisi olarak açık seçik ve eleştirel olarak konuşmak bir insanın kariyerini bitirebilir. Bilgi üzerine kurulu bir muhalefet bir gazeteciyle içeriden biri arasında güven ilişkisiyle yayılabilir, ama bu neredeyse değişmez bir biçimde altında bir imza taşımaz. Ama, muhalefet gene de vardır. Genelkurmay başkanlarına uzun zaman danışmanlık yapan kişi, ona ABD’nin Suriye politikasını sorduğumda, hoşnutsuzluğunu gizliyemedi: “Suriye çözümü tam burnumuzun üzerinde duruyor. Bize birincil tehdit IŞİD’den geliyor ve hepimiz ABD, Rusya ve Çin, beraberce çalışmalıyız. Beşar koltuğunda kalacak ve ülke düzene girince seçimler olacak. Başka seçenek yok.”
Dempsey’in Eylülde emekli olmasıyla ordunun Esad’a uzanan dolaylı yolu kapanmış oldu. Genelkurmay başkanları Başı olarak yerine geçen General Joseph Dunford, görevine gelmeden iki ay önce Senato Silahlı Kuvvetler Servisi önünde ifade vermişti. “Eğer ABD’ye varoluşsal bir tehdit oluşturacak bir milletten bahsetmek istiyorsanız size Rusya’yı gösteririm. Rusların davranışlarına bakarsanız, bütün yaptıkları korkutucudur.” Başkan olarak Dunford Ekimde Suriye’deki Rus bombardmanlarını önemsemedi ve aynı komiteye “Ruslar İslam Devleti’yle savaşmıyor” dedi. Bunlara ek olarak da “ABD’nin Türkiye’deki partnerleriyle Suriye’nin kuzey sınırını güvenliğe alması gerektiğini” ve “onaylanmış Suriye muhalefet güçlerini etkinleştirmeliyiz” dedi, yani aşırılarla savaşsın diye “ılımlılar”.
Obama’nın elinde şimdi daha fazla söz dinleyen bir Pentagon var. Obama’nın artık Esad’a yukarıdan bakmasına ya da Erdoğan’ı desteklemesi politikasına askeri liderlikten bir dolaylı karşıtlık çıkmayacak. Amerikan istihbarat cemaatinin Erdoğan’a karşı çok sıkı kanıtlar olmasına ve Obama’nın özel olarak bu kanıtları kabul etmesine karşın, Dempsey ve yandaşları Obama’nın Erdoğan’ı kamu önünde savunmaya devam etmesini anlayamıyorlar. Daha önce, LRB’de 17 Nisan 2014’de yazdığım gibi, Beyaz Saray’da çok sert geçen bir toplantıda Başkan, Erdoğan’ın istihbarat başkanına, “Suriye’deki köktencilerle ne yapmaya çalıştığınızı anlıyoruz” dedi. Genelkurmay başkanları ve DIA durmadan Washington’daki önderliğe Suriye’deki cihatçı tehdidi ve Türkiye’nin bunlara desteğini bildirip duruyorlardı. Bu mesaj hiç dinlenmedi. Acaba neden?
[London Review of Books’taki İngilizce orijinalinden Mehmet Bayram tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.