Bu dönemde Türkiye halklarının vicdanı olmak, bu vicdanı propagandaya, eyleme dönüştürmek bağımlı/bağımsız, örgütlü/örgütsüz her demokratın sadece sorumluluğu değil, yükümlülüğüdür de. Saray’ın gücü (siyaseti) artık iki yerin ötesine geçemiyor; hendeklerin ve hududun öte tarafına. Ve gelinen noktada ne yaparsa yapsın başlangıç noktasına bile geri dönüş imkansız. Bu durum karşı güçlerin başarısı olduğu kadar siyasi iktidarın yapısal […]
Bu dönemde Türkiye halklarının vicdanı olmak, bu vicdanı propagandaya, eyleme dönüştürmek bağımlı/bağımsız, örgütlü/örgütsüz her demokratın sadece sorumluluğu değil, yükümlülüğüdür de.
Saray’ın gücü (siyaseti) artık iki yerin ötesine geçemiyor; hendeklerin ve hududun öte tarafına. Ve gelinen noktada ne yaparsa yapsın başlangıç noktasına bile geri dönüş imkansız. Bu durum karşı güçlerin başarısı olduğu kadar siyasi iktidarın yapısal özelliklerinden (sınıfsal, ideolojik, tarihsel) ve Tayyip Erdoğan’ın kişisel tercihlerinden kaynaklanmakta. batıda kurulacak bir devrimci/sosyalist barikatla birlikte bu iktidarın sonu gelecektir.
Tayyip Erdoğan, 7 Haziran’daki seçimi kazanmak için masayı devirmiş ve Kürt siyasi hareketi ile tüm ilişkiyi sonlandırmıştı. Bunun yeterli olmadığını gördüğünde, ikinci seçim başarısı için Kürt halkına topyekun savaş açmaktan çekinmemişti (Unutulmamalıdır ki Ankara Katliamı tek başına apayrı bir etkiye sahiptir). İzlediği bu siyaseti, seçim sonrasında (değiştireceği yönündeki bazı beklentilere rağmen) değiştirmedi, değiştiremedi.1 Bu noktada kuşkusuz en önemli etken Kobanê ve sonrasında, özellikle Suriye’de Kürt siyasi hareketinin kat ettiği gelişmelerdir. Gelinen noktada Kürt sorununda bir ilerleme ancak tüm bölge ilişkileri içerisinde bir “siyaset değişikliği” ile yol alabilir. Ancak AKP’nin (Erdoğan’ın) bölge ilişkileri de bataklığa saplandığından iktidar büyük bir siyasi kriz yaşamakta.
Elindeki tüm argümanları yıllar içinde teker teker tüketmiş (boşa çıkarılmış) olan Erdoğan artık tek bir araca yaslanmaktadır; faşizme. 7 gün boyunca cenazesi yerde bekletilen 57 yaşındaki Taybet İnan, vurulduğunda bebeğini kaybeden 7 aylık hamile Güler Yanalak, katledilen 3 aylık Miray bebek ve 80’lik dedesi Ramazan İnce, Nusaybin’de 8 çocuk babası Medeni Orak bu saldırganlığın Kürt halkındaki karşılığının simgeleridir. Devlet otoritesini sözde sağlamak adına bütün bir halk, bu halkın yaşam alanları, yaşam araçları askeri bir hedef haline getirilmiştir. Ulaşılmak istenen sonuç nedir? Askerin, polisin her sokağa hakim hale getirilmesi, Kürt halkının her türlü siyasal, demokratik talebini terk etmesi ve PKK’nin terör örgütü olarak tescillenmesi2 bir yana AKP’nin muhatap olarak belirlediği Hüda-Par gibi örgütlerin siyasi temsiliyetinin kabul edilmesi. 30 yıllık sürecin ve yaşananların sonucunda bu amacın başarılı olabileceğine inanan bir AKP’li (ya da MHP’li) bulunabilir mi acaba?
Kürt illerinde her gün insanlar katledilirken, evler, okullar, hastaneler tahrip edilirken, çocukların evlerinin bahçelerinde bile oyun oynama hakkı gasp edilirken AKP, tek taraflı bir propaganda ile Türkiye halkının aklını, bilincini kör etmeye uğraşıyor. Bu körlüğün ortadan kaldırılmasında kuşkusuz en önemli görev sosyalistlere, devrimcilere, demokratlara düşüyor. Unutulmamalıdır ki AKP’nin başarılı olması ya da Kürt siyasi hareketinin geri çekilmesi Türkiye halklarının siyasi ve günlük yaşamında bir “yumuşama” dönemini başlatmayacak, tam tersine AKP faşizminin ve gericiliğinin azgın saldırılarıyla daha fazla karşı karşıya kalınacak. Kürt siyasi hareketinin temsilcilerine bile her türlü ambargonun konulduğu, kara propagandaya3 tabi tutuldukları bu dönemde Türkiye halklarının vicdanı olmak, bu vicdanı propagandaya, eyleme dönüştürmek bağımlı/bağımsız, örgütlü/örgütsüz her demokratın sadece sorumluluğu değil, yükümlülüğüdür de.
Bu yükümlülük AKP’nin izlediği Ortadoğu politikasına karşı çıkış için de kaçınılmazdır. Karşımızda söylediğinin, yaptığının ve yapacağının hiçbir siyasi ve insani sorumluluğunu üstlenmeyen, mezhep gericiliğine sırtını dayamış faşist bir iktidar var. Nerede kaldı “komşularla sıfır sorun” propagandası? “Şangay Beşlisi’ne” katılacaklardı! İslam ülkelerinin lideri olacaktı! İlişkiye geçtiği her ülkeyle maraza yaşayan4, bu ülke halklarını düşman hale getiren bir diktatör bozuntusu bölge halklarının kaderi belirlemeye çalışıyor. Siyasi stratejisini sadece kişisel iktidarı üzerinden belirleyen bir “omurgasızlık” doğal olarak bir gün öncesinde dost olduğuyla bir gün sonrasında düşman olma sonucunu doğuruyor. Nükleer müzakerelerde İran adına arabulucu olacaktı, Esad ile ortak bakanlar kurulu kuracaktı, Putin’le birlikte Asya’yı yeniden fethedecekti. Kaddafi’nin dostu, Mursi’nin canciğer muadili idi. Şimdi ise oyundan atılıp veteranlar takımına gönderilen posa durumunda.
“Fırat’ın batısına PYD geçemez, orası bizim kırmızı çizgimiz” dedi Davutoğlu. Eeee, geçti PYD. “Daha bize öyle bir bilgi gelmedi.” O bilgi gelse ne yapacaksın? Suriye’nin değil kara sahasına, hava sahasına bile burnunu sokamadıktan sonra.
Tayyip Erdoğan, Ortadoğu’ya müdahil olabilmek için gerekli her türlü enstrümanını ve müttefiklerini kaybetti. En çok güvendiği Suudi Kralı bile dizginleri ABD tarafından biraz çekilince AKP’nin Irak’taki varlığını kınayan ve geri çekilmesini talep eden bildiriye5 öncülük etti. Erdoğan’a düşen ise alelacele Suudi Arabistan’a koşup “ikna çabasına” girişmek ve savaşta yeni ve kirli alt taşeron işleri kapmaya çalışmak olacak. Bu arada eski ve kirli müttefiklerle de ilişkiler geliştirilecek. Bunların başında Barzani ve elbette İsrail geliyor.
Erdoğan’ın Barzani’ye “mecbur” olmasının tek nedeni elbette PKK değil, asıl neden Barzani’nin petrol kuyularının bacasında oturması ve o petrol ticaretinden Erdoğan ailesi ve şürekasına bağlanan hortum muslukları. Bu arada Başika’dan kovulduktan sonra askerleri çektiği (sığındırdığı) yerin de Barzani bölgesi olduğunu unutmamak gerek. İsrail’e ise her zamankinden daha çok muhtaçlar. ABD seçimleri yaklaşıyor ve İsrail’le işbirliği çok işe yarar. Rusya’nın bölgedeki gücünden İsrail de çok rahatsız. Üstelik Barzani’nin petrolü İsrail’e gönderilirken çok iyi komisyon alınır. Ve doğal olarak yeni bir seçim ufukta görünmediğine göre İsrail’le kuzu sarması olmak çok daha kolay.
Kısaca Erdoğan’ın Ortadoğu yolculuğu, Barzani’ye katırlara petrol yükleterek6, Siyonistlerin amaçlarına hizmet ederek ve Suudi kralına öykünerek sürüyor. Yolun sonu elbette bataklık. Ve bize düşen ise bu bataklığa Türkiye halklarının sürüklemesini engellemek ve Erdoğan’ın o bataklığa tek başına gömülmesini sağlamak olacak.
Hendeklerin öte tarafına ve hududun öte tarafına geçemeyen Erdoğan, hendeğin ve hududun bu tarafına ise faşizmden ve gericilikten başka bir şey sunmuyor. Topyekun saldırısını engelleyen tek etken karanlık gözünü Kürdistan’a ve Ortadoğu’ya çevirmiş olması. Buna rağmen faşist ve gerici saldırganlığı seçmeci hedeflere yönelmekte tereddüt etmiyor. Can Dündar ve Erdem Gül’ü hedef alarak tüm basına verdiği gözdağı işe yaradı. Şimdi sıraya ODTÜ’yü soktular. ODTÜ’yü düşürmek sadece temsil ettiği üniversiter kimliği itibarsızlaştırmakla kalmayacak, tarihsel yaralarına da iyi gelecektir. Ve elbette hedef seçmeye devam edecekler. Ve karşılarında, Nazi Almanya’sında sıranın kendisine gelmesini bekleyen profesör bulmayı umacaklar.
Şimdi soru şudur? AKP’nin gerici faşist iktidarı karşısında bir şey yapılacak mı? Elbette hiçbir şey yapmamak, bugünlerin gelip geçmesini beklemek, Erdoğan’ın birden demokratlaşacağını varsaymak ya da işi Putin’e havale etmek de bir tercih olabilir. O zaman gelene kadar solcunun solcuya propagandasıyla zaman değerlendirilebilir! Zamanı daha değerli olanların ve başkalarından medet beklemeyenlerin yani devrimcilerin tercihleri bu değil.
O zaman soruyu doğru soralım. AKP’nin gerici faşist iktidarı karşısında ne yapılacak, nasıl yapılacak? Bu koşullarda halkın hak mücadeleleri nasıl sürdürülecek? Aradığımız laboratuvar ortamında yaratılacak bir formül değil. Bildiğimizi, biriktirdiğimizi, ürettiğimizi hayata geçireceğiz. Gericiliğin karşısında bilimi, demokrasi ve mücadeleyi koyacağız. Faşizmin karşısına özgürlüğü, örgütü ve yine mücadeleyi koyacağız. En “gündelik” mücadele düzleminin dahi potansiyel olarak politik bir çatışma zeminine dönüştüğü, devrimciler tarafından ise her tür politik çatışma düzleminin ilk andan itibaren iktidar mücadelesi perspektifi ile örgütlenmesi gereken günlerden geçiyoruz. Yaşanan daha ileri bir mücadele düzlemine çağrıdır. Hak mücadeleleri gericiliğe ve faşizme karşı mücadeleyi içermeden, gericiliği ve faşizmi yıkmayı hedeflemeden sürdürülemez.
Dipnot:
(1) AKP iktidarının Kürt sorununun demokratik çözümünde ileri adımlar atması zaten beklenemez. Buradaki kasıt, AKP’nin bir önceki dönemde olduğu gibi Kürt siyasi hareketi ile bir “oyalama, zamana yayma” ilişkisine girme tercihidir.
(2) Bu “terör örgütü” tanımı da akla zarar. Terör tanımı gereği “yıldırma, korkutma, şiddet” demek. Terör örgütü tanımı, bunları herhangi bir amaca bağlı olmadan, sadece terörü amaç haline getirerek yapan örgüt anlamında kullanılıyor. Ancak bir siyasi örgüt barışcıl yöntemler, yasal yöntemler kullanabileceği gibi terör yöntemleri de kullanabilir. Sadece yöntemine ya da kullandığı araca göre sınıflandırma bir literatür yanlışı değilse, sadece bilinçli bir çarpıtma olarak değerlendirilmelidir.
(3) HDP Batman Milletvekili Mehmet Ali Aslan’ın, güvenlik güçlerinin Kürt yerleşim yerlerinde süren operasyonlarını Meclis’te kürsüye taşıdığı roketatar, bazuka ve mühimmat parçalarıyla eleştirmesi üzerine Erdoğan’ın propagandası şu; “Milletvekili aranamaz deniyor, ama adam bazuka ile Meclis’e giriyor, silahla girenler var. Bunların önlenmesi lazım. O nedenle mutlaka içtüzük de değişmelidir.”
(4) Haksızlık etmemek lazım, Erdoğan’ın Suudi kralı ve Katar prensiyle arasından su sızmıyor. Kendinden önceki Abdullah Gül’ün de tüm dünyanın dışladığı Sudan devlet başkanı ile arası çok iyiydi. Aynı kervanın sırıtan ve somurtan iki çobanı.
(5) Bildiri açıklandığında İslami İttifakı, Suudi Arabistan öncülüğünde toplam 34 ülkeden oluşuyordu (Üçü haberimiz yok diyerek ayrıldı!). Bu koalisyonun “teröre karşı İslami ittifak” olarak sadece IŞİD’e karşı değil diğer “terörist” gruplarla mücadele edeceği açıklandı. Ancak her ülkenin terörist tanımı da terörist grubu da farklı. Türkiye’nin terörist grubu PKK, YPG ve PYD, Mısır’ın terör örgütü ise Türk hükümetinin “rabia” işaretiyle selama durduğu İhvan. Suudilerin düşman listesinin başında ise İran’ın Devrim Muhafızları ve Kudüs Tugayları, Yemenli Husilerin Ensarullah’ı, Hizbullah geliyor. Libya’da da Türkiye’nin desteklediği gruplara Suudiler terörist gözüyle bakıyor. Diğer yandan IŞİD’le savaşan İran, Irak ve Suriye koalisyonda yok ama birkaç gün önce yüzlerce Şii’yi katleden Nijerya koalisyonda.
(6) Barzani, Kürtçe’de “katır yükleyen” anlamına geliyormuş zaten.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.