Macri gerçekten de sağa doğru bir eğilimin göstergesi. Fakat bu ne Kirchnerizm’in sonuna işaret ediyor, ne de solun bütün silahlarının ve umudunun tükendiğinin göstergesi Mauricio Macri, Arjantin’in 22 Kasım’daki başkanlık seçimlerinde Daniel Scioli’yi sadece yüzde üçün altında bir puanla, ucu ucuna mağlubiyete uğrattı. Birçok analist buna sağın sol üzerindeki galibiyeti dedi. Bu yanlış değil, fakat […]
Macri gerçekten de sağa doğru bir eğilimin göstergesi. Fakat bu ne Kirchnerizm’in sonuna işaret ediyor, ne de solun bütün silahlarının ve umudunun tükendiğinin göstergesi
Mauricio Macri, Arjantin’in 22 Kasım’daki başkanlık seçimlerinde Daniel Scioli’yi sadece yüzde üçün altında bir puanla, ucu ucuna mağlubiyete uğrattı. Birçok analist buna sağın sol üzerindeki galibiyeti dedi. Bu yanlış değil, fakat biraz fazla sadeleştirilmiş. Aslında seçim, Latin Amerika’nın tamamında şu anda gerçekleşmekte olan çok karmaşık gelişmeleri yansıttı. Olanları yanlış okumak gelecek on yılda çok büyük politik hatalara yol açabilir.
Hikâye II. Dünya Savaşı sıralarında başlıyor. Arjantin’in hükümeti tarafsızdı fakat aslında Mihver Devletleri’ne yakın hissediyordu. 1943’ün başlarında, sendikal hareketler ve genç subayları bir araya getiren bir karşıt hareket ortaya çıktı. Anahtar figürlerden birisi, Çalışma Bakanı olan Albay Juan Peron’du. 1945’teki kısa tutuklanması sokak ayaklanmalarına ve sekiz gün sonra bırakılmasına yol açtı. 1946’daki seçimler ise aslen bir anti-emperyalist (bu anti-ABD oluyor), emekten yana bir refah devleti adayı (Peron) ve ABD elçisi tarafından açıkça desteklenen bir sağcı aday arasındaydı. Peron kazandı ve programını Descamisados’un (gömleksizler) kadın kahramanı, karizmatik ikinci eşi Evita’nın yardımıyla uyguladı.
Peronizm bir politika olmaktan çok, çoğunlukla popülizm diye adlandırılan bir tarz. Siyaset anlamında, birçok Peronizm vardır; sağ Peronizm, sol Peronizm, merkez Peronizm. Onları birbirine bağlayan ise efsanevi figürler. Peron’un aşağı yukarı sol Peronizm’i bir askeri darbe ile 1955’te sona erdirilmişti. Peron sürgüne gitti ve İspanyol olan üçüncü karısı İsabel ile evlendi.
Ordu 1973’te seçimlere izin verdi [yazının İngilizce orijinalinde bu tarih yanlışlıkla 1976 olarak verilmiştir; doğru tarih 1973 olmalıdır – Sendika.Org’un notu]. Peron geri döndü ve yanında Başkan Yardımcılığına aday olan İsabel ile yeniden aday oldu. Bir yıl görev yaptıktan sonra öldü ve yerine, pek tutulmayan İsabel geldi. Bu Latin Amerika’nın tamamında (Şili, Brezilya, Peru, Uruguay ve Arjantin), sağcı askeri darbelerin olduğu bir dönemdi. Arjantin’de bu döneme “kirli savaş” dönemi deniyor, neredeyse 30 bin Desparecidos’un (kayıplar) vahşice ortadan kaldırıldığı bir dönem.
1983’e gelindiğinde, ordu desteğini tüketmişti ve sivil hükümet sistemine geri dönmek hem akıllıca hem de güvenli görünüyordu. 1989’da Carlos Menem, bir Peronist, başkanlığa seçildi. Hem IMF’nin neoliberal gerekliliklerine uyma hem de ABD’nin jeopolitik öncelikleriyle uyuşmak konusunda fazlasıyla sağcı bir politika izledi.
1998’de Hugo Chavez’in Venezüella başkanı olarak seçilmesi sözde “pembe dalga” döneminin başlangıcına işaret ediyordu. Bu sadece Washington Konsensüsü’nü takip etmenin sonucu olan ciddi bir gelir azalmasıyla ilgili olarak halkta gelişen bir hoşnutsuzluğun sonucu değil ama aynı zamanda ABD’nin öncelikli dikkatini yöneltmiş olduğu Ortadoğu’da güç kaybetmesinin başlangıcıydı da.
2001’de, az çok anarşist bir hareket, Piqueteros (barikatçılar) güçlü bir politik kuvvet olarak ortaya çıktı. Politik metotları caceroles (tencere tava eylemleri) olarak biliniyordu. Sloganları ise “Que se vayan todos!” (“Hepsi defolun!”) idi. Neoliberal fakat aynı zamanda Peronist olan rejimi istifaya zorladılar.
Devam eden çalkantının sonrasında, 2003’teki seçimler Peronist Carlos Menem’i alternatif küreselleşme ve Peronist Nestor Kirchner ile karşı karşıya getirdi. Kirchner anketlerde o kadar önde gidiyordu ki Menem geri çekildi. Kirchner dört yıl boyunca görev yaptı ve iki kere büyük farklarla seçilen eşi Cristina tarafından takip edildi. Arjantin bu sefer de Peronizm’in bir alt ürünü olan Kirchnerizm tarafından yönetiliyordu.
Cristina iki dönemden fazla peş peşe görev yapmasını engelleyen yasa nedeniyle 2015’te yeniden aday olamadı. Frente para la Victoria (FPV) olarak bilinen Kirchnerist güçler, Daniel Scioli’yi adayları olarak gösterdiler. Scioli’nin Cristina’dan daha merkezci olduğu düşünülüyor ve Cristina’nın desteği de çok sınırlıydu. Yine de, Scioli’nin 9 Ağustostaki ön seçimlerde ilk raundu rahatça kazanması bekleniyordu. Kazandı, fakat Macri’nin az farkla da olsa kazandığı ikinci tura gitmek zorunda kaldı.
Macri’nin galibiyeti de Latin Amerika’nın gidişatının bir parçası. “Gelişen ekonomilerin” genişlemesinin rahat günleri tüm dünya ekonomisinde limitlerine ulaşmıştı ve her yerde kemer sıkma politikalarına yol açıyordu. Macri enflasyonu kontrol altına alacak ve ekonomik gelişmeyi yeniden sağlayacak bir çözüm sözü verdi. Fakat aynı zamanda programının ölçülü olacağını da öne sürdü. Cristina’nın kamulaştırdığı endüstrileri yeniden özelleştirmeyecekti. Kirchner’in rejiminden kalan bazı sosyal yardımlaşma önlemlerini de tutacaktı.
Macri’nin sağcı olduğu kesin ve mümkün olduğu kadar da sağcı bir rejim tutturmayı planlıyor. Şu anda sorulması gereken soru, ne kadar sağa gidebilir? Burada iki büyük engel karşısına çıkıyor. Birisi dünya çapında, biri ise içsel. Evrensel olan sorun önümüzdeki on yılda “rahat zamanlara” Küresel Güney’in ne dereceye kadar geri dönebileceği. Çünkü eğer dönülemezse, Macri 2019 seçimlerinde kendi çözümünün neden hiçbir şeyi çözmediğini ya da Arjantin nüfusunun büyük çoğunluğu için çok az şeyi çözdüğünü açıklamak zorunda kalacak. Kısacası, Scioli (ve Kirchneristalar) yerine devam eden ekonomik sıkıntılar için suçu üstlenen kişi olacak.
İçsel sorun daha ince. Bazı analistler Cristina’nın Scioli’nin mağlubiyetinden memnun olduğunu söylüyor. Sadece ondan hoşlanmadığından değil, ama aynı zamanda eğer kazansaydı büyük olasılıkla 2019’daki seçimlerde yine kazanacaktı. Şimdi ise Cristina 2019 için yeniden adaylığını koyabilir, yaşının elvereceği belki de son tarih bu.
Ben [Immanuel Wallerstein] bunları yazarken, Macri henüz kesin planını açıklamış değil. Sınırları mümkün mertebe açmayı, ülke içine mal ve sermayenin serbest akışını arttırmayı planlıyor. Özellikle yapmak istediği “cepo al dolar” denen, resmi peso-ABD doları kur oranına son vermek. Ama tamamen değil, hiç değilse hemen değil. Kısa süreli negatif sonuçları, sermaye kaçışını, gerçekleşeceğini söylediği orta dereceli pozitif sonuçlarla, kur farkını ve peşinden de enflasyonu düşürecek büyük yabancı yatırımlarla dengelemeli.
Aynı anda hem Pasifik’te hem de Atlantik’te serbest ticaret anlaşmaları da yapmayı planlıyor. Güney Amerika ticaret ittifakı Mercosur’un rolünü yeniden planlamak istiyor, tamamen karşı olduğu Chavez’in Venezüella’sını gruptan atmak gibi. Fakat bu oy birliği gerektiriyor ve hem Brezilya hem de Uruguay bu karara karşı olduklarını belirttiler.
Dünya politikasında ise ABD ile yakın ilişkileri yeniden canlandırmayı ve Arjantin’i İran’la olan ilişkilerden uzaklaştırmayı istiyor. Aynı zamanda Amerikan Devletler Örgütü’nün desteğini teyit ettirmek istiyor; Latin Amerika’daki diğer birçok ülkenin bünyesindeki Kuzey Amerika ülkelerini sadece Latin Amerikalı ve Karayip’li ülkelerle değiştirmek istediği yapı. Fakat aynı zamanda yabancı politikalardaki önceliği ülkesinin en büyük ticaret ortağı olan Brezilya ile ilişkiler. Başkan Rousseff, Macri’nin açılış törenine katılacağını belirtti. Brezilya, Macri üzerinde bir kısıtlama teşkil edecek.
Son olarak, geçmiş yılların bir problemi de orduyu kirli savaş zamanında işledikleri suçlardan muaf tutan af kanunu. Kirchner rejimi affı yürürlükten kaldırmıştı ve halen yaşayan bazı büyük figürlere dava açıyordu. Kendi tarafındaki uç görüşlü bazı kişilerin fikirlerine karşın, Macri yargı sürecinde araya girmeyeceğini söyledi. Fakat zaten yargılananlar da yetersiz kanıt nedeniyle serbest bırakılmayacak mı?
Kısaca, Macri gerçekten de sağa doğru bir eğilimin göstergesi. Fakat bu ne Kirchnerizm’in sonuna işaret ediyor, ne de solun (bu durum içerisinde nasıl tanımlarsak tanımlayalım) bütün silahlarının ve umudunun tükendiğinin göstergesi.
[iwallerstein.com’daki İngilizce orijinalinden G.Canpolat tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.