IŞİD’e karşı ABD’yi mi tutsak, hem IŞİD’e hem de ABD ve taşeronlarına karşı Rusya’yı mı? Bizzat içinde olduğumuz bir savaş karşısında seyircilikten çıkamadığımızda hangi doğruyu dile getirirsek getirelim apolitik bir taraftarlık psikolojisi ile kuşatılacağız Suriye savaşı, artık yerel aktörlerin boyunu aşan bir uluslararası savaş ve ilgili herkes kendi çıkarlarına uygun bir taraf seçiyor. Türk savaş […]
IŞİD’e karşı ABD’yi mi tutsak, hem IŞİD’e hem de ABD ve taşeronlarına karşı Rusya’yı mı? Bizzat içinde olduğumuz bir savaş karşısında seyircilikten çıkamadığımızda hangi doğruyu dile getirirsek getirelim apolitik bir taraftarlık psikolojisi ile kuşatılacağız
Suriye savaşı, artık yerel aktörlerin boyunu aşan bir uluslararası savaş ve ilgili herkes kendi çıkarlarına uygun bir taraf seçiyor. Türk savaş uçaklarının bir Rus savaş uçağını düşürmesi ile birlikte Türkiye’nin artık daha dolaysız biçimde ilişkilendiği bu uluslararası savaşta tarafımız neresi?
AKP iktidarı bu kaotik çatışmanın içinde, onaylamadığımız ya da anlamlandıramadığımız müdahalelerle de olsa krizden fırsat üretmeye çalışan, iflas etse bile pes etmeyen, belki de gırtlağına kadar pisliğe battığı için “dimdik ayakta” durmak zorunda olduğunu düşünen, ama öyle ya da böyle NATO üyeliğinin, ABD emperyalizmine aktif taşeronluğun, Suudi Arabistan ve Katar ile kurulan Sünnici ittifakın, Siyasal İslamcılığın, cihatçılarla bağlantıların, Türk-İslamcı kitle temelinin gerekleri ve imkanları doğrultusunda hareket eden bir taraf konumunda.
Muhalefet güçleri açısındansa, Suriye savaşında nasıl bir tutum alınacağı konusunda bir kafa karışıklığı söz konusu. Sosyalist hareket söz konusu olduğunda bu kafa karışıklığı daha da belirgin. Irak’ta ABD işgali sonrası solun çeşitli kesimlerince Marx’a referanslar verilerek övülüp “anti-emperyalist direnişçiler” diye anılan mezhepçi örgüt şimdi büyüdü IŞİD oldu. Suriye’de bağımsız demokratik bir muhalefetin oluşumuna fırsat vermeden başlatılan “silahlı mücadele” de kimi sol çevrelerce “Suriye devrimi” diye alkışlanmıştı; karşımıza çıkan, bütün demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü olanakları boğan dış güdümlü bir cihatçı terör oldu. ABD, bildiğimiz emperyalist ABD ama IŞİD’i vurduğu için pek sesimiz çıkmıyor. Sürekli saldırı altındaki “Rojava Devrimi” varlık yokluk mücadelesi içinde Esad’la da, “ılımlı muhalifler”le de, ABD’yle de, Rusya’yla da uzlaşmaya açık. İdealize etmekle yok saymak arasında gidip geliyoruz. Ne yapacağımızı bilemez halde seyreder gibiyiz. Cihatçılara karşı savaş uluslararası müdahalenin gerekçesi haline gelmişken, emperyalist müdahaleciliğe mi karşı çıksak, cihatçı faşizme mi, her ikisiyle birlikte iş tutan AKP iktidarına mı? Aynı anda üçüne de karşı olduğumuzu söylemek somut bir politika üretmeye yetmiyor. Politikasızlık eylemsizlikte karşılığını buluyor.
Anti-emperyalist olduğumuzu; savaşa karşı olduğumuzu; eşitlik, özgürlük ve barış istediğimizi dile getirmemiz de hayatın önümüze koyduğu somut sorunlar karşısında kendi başına bir şey ifade etmiyor. Dilimiz anti-emperyalizm diyor ama eylemsizliğimiz, hasımlarımızı hedef alan emperyalist müdahaleler karşısında hayırhah bir tutum almamıza yol açabiliyor. O zaman da karşı koymadığımız müdahalelerin, dönüp dolaşıp bizi vurduğu gerçeğini tekrar tekrar tecrübe ediyoruz.
Emperyalizme karşı değil miyiz?
Sosyalistler elbette emperyalizme karşı ama Paris Katliamı’nın ardından Fransa’nın IŞİD’in kalesi Rakka’yı bombardımana tutmasına karşı pek ses çıkmadı. Mağdur Fransa karşısında IŞİD’i savunur pozisyonda görünmekten mi çekinildi? Oysa Rakka’ya yönelik bombardıman son yıllarda Afrika’dan Ortadoğu’ya pek çok bölgede cihatçıları kah destekleyerek kah hedef alarak inisiyatif almaya çalışan Fransız emperyalizminin müdahaleci çizgisinin bir devamıydı. Fransız emperyalizmi, Fransız halkının mağduriyetini bahaneye çevirmişti. Belki de Rakka kadar uzak değil Türkiye’nin herhangi bir kentinde kapı komşumuz kadar yakın olduğunu bildiğimiz IŞİD’e karşı kendimiz bir şey yapamayınca, IŞİD’i bombaladığını söyleyen Fransız emperyalizmi karşısında hayırhah bir tutum benimsemiştik.
2014 sonbaharında Kobanê IŞİD tarafından kuşatıldığında Rojava Kürtlerine destek bahanesiyle Suriye savaşına müdahil olan ABD’ye karşı da pek ses çıkmamıştı. Gerçeğin bir yüzü, Kobanê’deki direnişin yarattığı uluslararası kamuoyu basıncı; diğer yüzü ABD emperyalizminin fırsatçılığıydı. Dört tarafından kuşatılan Kürt hareketi ABD askeri desteğini kabul etmeye mecbur kaldı. ABD uçakları IŞİD’i Kobanê’ye gelmeden önce değil, geldikten sonra vurdu; yani hem IŞİD’i hem Kobanê’yi vurdu. ABD, IŞİD’i kendi çektiği hizanın gerisinde tuttu ancak savaşı diğer bölgelerde sürdürmesinin koşullarına (medya merkezi, mühimmat depoları, ikmal yolları) dokunulmadı. Bu dönemde sınırlı da olsa eleştiriler getirildi ancak bunlar ABD’den çok Kürt hareketini hedef alıyordu. Kürt karşıtı sosyal-şoven hissiyattan arındırılmış bir anti-emperyalist eleştirinin yokluğu kendini hissettirdi.
Ya Rusya?
Gelelim düşmanlarımızın düşmanı Rusya’ya. Rusya, kısa süre önce Suriye savaşına doğrudan müdahil olduğunda müdahalenin adını koymak noktasında pek heves gösteren olmadı. SSCB yıkılalı 25 yıl olmuş, Rusya artık SSCB değil ve NATO ekseniyle yaşadığı çelişki, emperyalizmle sosyalizm arasındaki değil emperyalist sistem içindeki bir çelişki durumunda. Suriye savaşının Rusya-NATO çelişkisini içeren boyutu, uzlaşmaz bir çelişki olmayan emperyalistler arası rekabetle açıklanabilir ve bu rekabet halkların kimin tarafından kurtarılacağı değil kimin egemenliği altına alınacağı üzerine bir rekabettir. Bu rekabetten elbette istifade edilebilir ancak “istifade etmek” de asıl olarak kendi özgücüne dayanan bağımsız bir aktör olmayı gerektirir. Rusya ve Çin’in artık emperyalist müdahaleciliği frenleyen değil, ABD ve Avrupa ile kah çatışıp kah uzlaşarak kendi yöntemleri ile emperyalist politika güden güçler olduğu gerçeği ihmal edilirse “bağımsız bir aktör” olmak da işe yaramaz.
‘Bırak şimdi emperyalizmi’
Bizzat içinde olduğumuzu kabul ettiğimiz bir savaş karşısında seyircilikten çıkamadığımızda hangi doğruyu dile getirirsek getirelim apolitik bir taraftarlık psikolojisi ile kuşatılacağız. Resmi açıklamalarda değilse bile kitle ilişkilerimizin gündelik söyleminde “Bıji Obama”, “Vur Putin baba”, “Dünya yanıyor, bırak şimdi emperyalizmi” vb ifadelere daha sık rastlayacağız. Dünyanın kaderini belirleyecek çatışmaların yaşandığı ve birkaç yıl öncesine kadar Tunus, Mısır, Bahreyn, Gezi gibi halk isyanlarının yaşandığı bir coğrafyada sosyalizme, anti-emperyalizme inançsızlığı göreceğiz.
Sosyalistler açısından sorun, sahada bizzat savaşan aktörlerin, örneğin PYD’nin ABD’yle, Suriye yönetimi ve müttefiklerinin Rusya’yla birlikte hareket etmesini eleştirmekle çözülecek bir sorun değil. Bunlar yok olma tehdidi karşısında stratejik teslim oluş riski de göze alınarak kurulmuş taktik ittifaklardır. Bu anlamda dışarıdan sorgulamak ve baştan mahkum etmek bir işe yaramamaktadır.
Savaş meydanında…
Sosyalistler açısından sorun, savaş meydanında olmamak, daha doğrusu savaş meydanında politikasız kalmaktır. Bu da sosyalist hareketi siyaset denkleminin dışında kalma, varlığını koruyamama riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır. “Suriye savaşı” diye seyrettiğimiz savaş; katliamlarla, OHAL’lerle, kent savaşlarıyla, tekbir getirerek gövde gösterisi yapan yeni kontrgerilla ekipleriyle meydandadır. Yalnızca Fırat’ın doğusunda değil batısında da meydandadır.[i]
Peki, “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek ya da taraftarlık mantığıyla (hele de bir uluslararası sosyalist kampın / enternasyonalin olmadığı koşullarda) bir tutum benimseyemeyeceğimiz ortadaysa ne yapacağız? Kime karşı kimin tarafını tutacağız?
Emperyalist müdahaleciliğin ve cihatçı faşizmin her ikisiyle birlikte iş tutan Saray’a / AKP iktidarına karşı pratik mücadele içinde kendimizi bir taraf haline getireceğiz. Emperyalist savaşın ve cihatçılar eliyle işlenen katliamların hesabını, soyut / erişilemez adreslerden değil AKP’den soracağız. Bu sözü eyleme geçirmenin AKP’nin cihatçılarla ilişkisinin teşhirinden ulusal / uluslararası alanda hukuki mücadele konusu haline getirilmesine, cihatçılarla kaynaşan kontrgerilla ağlarının gözümüze soka soka yürüttükleri propaganda, örgütlenme ve lojistik destek faaliyetlerinin engellenmesinden özsavunmaya pek çok yolu vardır. Mesele yola çıkmaktadır. Mesele bütün yolların Saray’a çıktığını bilmektedir.
Bugün ülkeyi ateşe atarak kendini kurtarmaya çalışan Saray’ın diğer sistem güçleriyle yaşadığı çelişkiler ancak o zaman istifade edebileceğimiz fırsatlara dönüşebilir. Türkiye halklarının emperyalizme ve cihatçılara karşı Suriye halklarıyla dayanışması da ancak o zaman etkili bir şekilde örgütlenebilir.
Dipnot:
[i] Suriye’ye savaşmak üzere gidişlerin politik-pratik anlamı inkar edilemezse de bu gidişler Fırat’ın batısındaki politikasızlığı çözmeye yetmemekte, daha çok bu politikasızlık halinin eleştirisi olarak gerçekleşmektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.