“Hayalet seçim” atlatıldı, bence sona daha da yaklaştık. Bundan sonra her şey daha keskin yaşanacak. Hükümet adeta unutmamamızı istercesine, her şeyden önce sermayenin iktidarı olduğunu daha kurulmadan hatırlatmaya başladı. Sağ olsun. Bu gerçek, gündelik kimlik sorunları ile bezeli, zaman zaman askerileşen mücadeleler bağlamında gürültüye geliyor. Sol adına siyasi analizlerde gündelik gelişmeler (siyasi liderlerin psikolojileri, ihtirasları […]
“Hayalet seçim” atlatıldı, bence sona daha da yaklaştık. Bundan sonra her şey daha keskin yaşanacak. Hükümet adeta unutmamamızı istercesine, her şeyden önce sermayenin iktidarı olduğunu daha kurulmadan hatırlatmaya başladı. Sağ olsun. Bu gerçek, gündelik kimlik sorunları ile bezeli, zaman zaman askerileşen mücadeleler bağlamında gürültüye geliyor. Sol adına siyasi analizlerde gündelik gelişmeler (siyasi liderlerin psikolojileri, ihtirasları da katılarak), bölgesel çatışmalar (uluslararası ilişkilerci bir dil ile alameti farikamız komplocu planlar ihmal edilmeksizin) öne çıkıyor. Kısmen, içinden geçtiğimiz sıcak dönemin yarattığı bir durum bu. O yanı ile anlaşılabilir. Fakat, aynı zamanda da sol kesimin iktisat kertesini analizlerine katabilme yetersizliğinden de kaynaklanıyor. Maalesef, aşılması da zaman alacak.
İktisat denince, ki sol metinlerde bile “ekonomi” sorgusuz sualsiz tercih edilen kelime, son tahlilde reformist denilebilecek taleplerin dillendirilmesi ve bu taleplerin karşılanmamasına gösterilen reaksiyon öne çıkıyor. Geri plan, teorik argümantasyon, maddi hayatın yeniden üretiminin bulunduğu konum, nereye, nasıl taşınacağı meselelerine vakit kalmıyor. Zaten, bu alanlarda kurumsallaşma, toplu çalışma, formasyon eğitimi, kaynak sağlama solun ihtiyaçları listesinin hep sonunda yer alıyor.
Genel ahvalimizin üç aşağı beş yukarı böyle olduğu kabul edilirse, BSB’nin varlığının ve çalışmalarının ne kadar önemli bir ihtiyacı (çok az bir kısmını bile olsa) karşıladığını teslim etmek gerekir. Korkut Boratav hocamız dünkü sendika.org yazısında BSB’nin son çalışması AKP’li Yıllarda Emeğin Durumu’nun kapsamına ve önemine işaret etti. Bazı eğilimlerin altını çizdi. Ve de en önemlisi adını koydu: “Kapitalizmin ana eğilimleri işlemektedir.”
Tekrarlamak ve tartışmak istiyorum.
“Kapitalizmin ana eğilimleri”nin ne menem şeyler olduğunu bize ilk defa Marx en kapsamlı bir biçimde Kapital’de göstermiştir. Daha sonra meraklıları bu süreçlere kafa yormaya devam etmiştir. İşte, bizde eksikliği duyulan bu kafa yormanın kendisidir.
İşçi sınıfının hem ortaya çıkışı hem de nüfus içinde artışı doğrudan üreticilerin üretim araçlarından (ki, onların sadece bir kısmı emek araçlarıdır) yoksun bırakılması ile olmuştur. O zaman, hem emek araçlarının hem de üretim araçlarının diğer parçalarının (?) işçileşmek zorunda kalanlardan nasıl koparıldığı, sürecin mekanizmalarının nasıl işlediği önemli değil midir, incelenmesi gerekmez mi?
İşçi sömürüsünün nicel göstergesi artık değer oranı’dır. Nasıl hesaplanır, seviyesi eskiden neydi, şimdilerde ne olmuştur? İşçilerin sadece bir kısmı artık değer ürettiği için (?), diğerleri artık değer üretmediklerine göre sömürülmüyorlar mı acaba? Haydi, “sömürülüyorlar” diyelim, o zaman nicel göstergesi nedir? Acaba artık değer üretmiyor oluşları onların daha az sömürüldüğü anlamına mı gelir? İşçileri artık değer üreten ve üretmeyen diye iki gruba ayırmanın siyasi ve iktisadi sonuçları var mıdır? Varsa nedir? Bu grupların zaman içinde göreli büyüklüklerinin değişimi ile kapitalizmin krizleri arasında nasıl bir ilişki vardır?
İşçiler gelirlerinden (yarattıkları değerin sadece bir kısmı) daha fazla nasıl tüketebilmektedirler? Bu soruya “borçlanarak” diye cevap vermek işçilere değer aktarımı anlamına mı gelir? Eğer öyle ise kim yaratmıştır o değer kümesini, bu aktarıştan sağladığı yarar nedir? Bu süreç ilanihaye sürebilir mi, sınırları nedir?
Borçların kısmen yabancı sermaye tarafından finanse edilmiş olması ülkeler arasında yaşandığı iddia edilen eşitsiz mübadele ile ilişkili midir? Eşitsiz mübadele süreci salt bölüşüm ilişkilerine özgü bir olgu mudur? Eğer öyle ise, adil bölüşüm ilişkileri eşitsiz mübadele’yi (ki, kimilerine göre modern emperyalizm’in arkasındaki mekanizmadır) ortadan kaldırabilir mi?
Sorulara devam edelim mi? Mesela, dönüştüreceğimiz toplumun şu andaki sermaye stoğu miktarını bilsek fena olmaz mı? Özellikle, hem geçiş sürecinde hem de kapitalizm sonrasında (moda ifade ile kullanım değeri’ni merkezine alan toplumda) üretim araçları buharlaşmayacağına ve ancak onlarla toplumsal ihtiyaçları karşılayabileceğimize göre bu soru ile şimdiden yüzleşmek gerekmez mi?
Ne dediğimi anladınız sanıyorum. O zaman, hep beraber kolları sıvayalım…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.