Sol kitlelerin direnişini güçlendirmek/örgütlemek ve sağı çözmek için iki temel anahtar; faşizme karşı mücadele ve hak mücadeleleridir
Sol kitlelerin direnişini güçlendirmek/örgütlemek ve sağı çözmek için iki temel anahtar; faşizme karşı mücadele ve hak mücadeleleridir.
Uyguladıkları gerici-neoliberal politikaları, baskı ve şiddeti yıllardır “milli irade”nin tecellisi (sandıktaki çoğunluk) olarak meşrulaştırmaya çalışan Erdoğan ve AKP kadroları, 7 Haziran sonuçlarını tanımadı ve beş ay boyunca özel bir planı devreye soktu. Karşımızda adaletsiz kalkınan bir parti, savaşla, katliamlarla iktidarda kalmayı sürdüren bir Saray var.
7 Haziran-1 Kasım arasında bu ülke halklarına yaşatılanların kimler tarafından ne amaçla gerçekleştirildiği başta AKP’liler olmak üzere herkes tarafından çok iyi biliniyor. 1 Uydurulan yalanlar, siyaset yaptırılmayan siyasetçiler, haber vermeye/haber almaya konulan engeller, seferber edilen devlet olanakları, başta Kürt halkı olmak üzere toplumun tamamına karşı uygulanan devlet terörü, tetikçi olarak kullanılan cihatçı çeteler ve bu süre boyunca dolaylı ya da doğrudan hayatını kaybeden 800’e yakın insan. Tek bir şey için yapıldı bunlar, AKP’nin dolayısıyla Erdoğan’ın kaybettiği iktidarı tekrar ele geçirmesi için.
Korkunun yol açtığı sonuç, AKP’lilerin deyişiyle “istikrar arayışı”, kabul etmek gerekir ki herkes için beklenmedik oldu, AKP yüzde 50’ye yakın oy aldı. Beklenmedik(!) bir diğer gelişme ise HDP dahil bütün siyasi aktörlerin, daha 24 saat geçmeden, seçim sonuçlarını kabul edip yeni duruma hızla ayak uydurarak pozisyon almaya başlamalarıdır. Başta TÜSİAD (elbette Doğan Grubu) olmak üzere tekelci sermaye ve tüm liberal çevreler, varlığını ve geleceğini sisteme (düzene) bağlamış olan tüm aktörler, daha Davutoğlu balkon konuşması yapıp herkesi kucaklayacağını deklare etmeden kendilerini kucaklattırmışlardı. Bu durumun özellikle Erdoğan’a büyük kolaylık sağlayacağı aşikar.
Beklentileri karşılanmayan en önemli kesim kuşkusuz solcular oldu. 7 Haziran’da HDP’ye baraj geçirmek için seferber olan ve beklentiyi aşan bir başarı yakalayan bu kesimler benzer bir sonucu, bu seçimde de bekler olmuştu. AKP’nin oyunu neredeyse yüzde 25 arttırması bir moral bozukluğu olarak yaşandı, yaşanıyor. Durumu hafifletmeye çalışmanın, “kedidir kedi” demenin anlamı yok. Bu durumu gerekçe yapıp ülke değiştirme, geri çekilme hesapları yapanları tutmaya çalışmanın da anlamı yok. “Kalanlar” için birkaç noktanın bilince çıkarılması gerekli sadece; bu ülkede sol adına sağlanan “anlık” başarılar tek başına kalıcı olmaya yetmez, bunların kalıcı olması için bile uzun bir mücadelenin sürdürülmesinin zorunludur. Ayrıca tekrar “hatırlanmalı ki” bu ülkede sağ, sandıkla değiştirilecek ve sandıkta yenilecek değildir.2 Erdoğan, olmayan bir sağ kitleyi başarı hedefleri ile örgütlememiştir, yüzde 60-65’i zaten sağ partilerin seçmeni olan kesimleri bir merkez etrafında toplamıştır ve bunu yaparken en vahşi yöntemleri uygulamaktan çekinmemiştir. Ankara Katliamı, AKP’nin boynuna asılan bir yafta olarak tarih boyunca taşınacaktır.3 13 yıllık iktidara rağmen bu kitlenin de bir bütün olarak AKP’lileşmediği, tercihlerinin değişebileceği 7 Haziran’da görülmüştür.
Siyasal ve toplumsal devrim süreci; yenilgi ya da zafer gibi görünen “an”ları, uzun bir tarihsel dönemin parçaları olarak görmeyi ve nihai başarıyı bütün bu “an”ların sonuca ilerlemesi, etkisi üzerinden değerlendirmeyi içerir.4
Şimdi yapılması gereken nedir? Üç seçim döneminin (dört oldu ama) bitmesini bekliyorduk, artık “işimize” dönebiliriz! Durumu bu kadar basitleştirmek çok kolay olurdu. Ancak bu topluma yaşatılan, yaşadığımız üç yılın, sürdürdüğümüz siyasi mücadelenin içeriğine de geliştireceğimiz biçimlere de etki etmesi kaçınılmaz.
Karşımızda her zamankinden çok daha gayrimeşru bir iktidar mevcut. Kendi oyunlarının (parlamenter demokrasi) kurallarını bile çiğneyerek iktidarı gasp etmiş bir AKP var. Bu üç-beş gün değil, gelecek (!) seçimlere kadar hatırda tutulacak ve her fırsatta hatırlatılacak. Aydın Doğan’ın çıkarı iktidarda kim varsa onunla iyi geçinmek olabilir ancak halkın çıkarı AKP iktidarıyla iyi geçinmekle örtüşmüyor.
AKP, iki yılda iki büyük darbe aldı, ikisi de Haziran’larda gerçekleşti. Şimdilik bunları bastırmış gibi görünüyor ve bundan sonra atacağı adımlarda hem ürkek hem de saldırgan olacak. Toplumsal muhalefet tarafında ise iki farklı kanalda iki büyük başarı mevcut. İkisinde de hedef AKP iktidarı idi. 2013 Haziran’ında AKP’nin dizginsiz icraatlarının sembolü olacak Gezi Parkı’na Topçu Kışlası inşa etme projesine vurulan darbe, aynı zamanda AKP’nin toplumsal meşruiyetini ortadan kaldırmayı hedefledi ve kendi sınırları içinde çok da başarılı oldu. Bu isyanın siyasal temsiliyet (parlamento) hedefi yoktu. Bir sonrakinde yani 2015 Haziran’ında ise hedef yine AKP idi ve bu sefer tercih edilen yol, (dolaylı da olsa) HDP aracılığıyla AKP’nin Meclis aritmetiğini değiştirmekti.5 Bir üçüncüsünün hangi yolu tercih edeceğini şimdiden kestirmek belki mümkün olmayabilir ancak bir mutlaka olacak. Bir sonrakinin de “başarılı” olacağının da garantisi yok ama başarının mutlaka mücadele ile sağlanacağının garantisi mevcut.
Erdoğan ve AKP karşıtlığında bir blok haline gelen yaklaşık yüzde 35’lik bir sol toplumsal kesimin, bu seçim sürecinde yaşananlar ve seçim sonucuyla birlikte “kemikleştiği” görülmekte. Erdoğan’ın da bu gerçeğin farkında olarak hareket edeceği, iktidarını sürdürebilmek için kendi zeminini pekiştirmek amacıyla toplumun tamamına gerici uygulamaları yaymaya çalışırken diğer yandan da kendinden olmayanlara yani Kürtlere, Alevilere, solculara, gençlere, kadınlara yönelik faşist-gerici baskıyı arttıracağı açıktır. Bu durumun devrimcilere özellikle örgütlü devrimcilere yüklediği görev de açıktır; gericiliğe ve faşizme karşı en önde ama en önde direnmek, en önde savaşmak. Kısmen umudu kırılmış ve üstelik büyük ölçüde örgütsüz olan “bu toplam”, lafla (basit propagandayla) harekete geçmeyeceği gibi kendiliğinden de örgütlü hale dönüşmez. Örgütlü devrimcilerin, her şeyden önce bireysel inisiyatifine ve “gözü karalığına” ihtiyaç duyar.
Diğer yandan sadece bu yüzde 35-40’lık kesimle yetinmeyeceğiz. Siyasi iktidarı devirmek ve yenisini kurmak için yeterli olabilir ancak toplumsal devrim için yeterli değil. Toplumun tamamını (elbette egemen sınıflar konu dışı) değiştirmek/dönüştürmek için gerekli olan politik anahtarı hepimiz biliyoruz; sınıf mücadelesi, haklar mücadelesi. Ancak bu kavramları belleğimizde ve özellikle uygulamada yerli yerine oturtmanın vakti çoktan geldi. Politik içeriğinden ayrıştırılmış sendikal mücadeleye, politik içeriğinden ayrıştırılmış kamusal haklar ya da kent-doğa mücadelesi ile zaman törpülemenin bir anlamı yok. Süreçten çıkarılması gereken bu mücadele alanlarının terk edilmesi değil, bu mücadele alanlarının doğrudan siyasal iktidar perspektifiyle donatılması, aynı zamanda bu mücadeleleri sürdüren bütün bireylerin politik (örgütlü) kimlikler haline dönüştürülmesidir.
Gericiliğe ve faşizme karşı mücadele ile haklar (sınıf) mücadelesi birbirinden ayrılamaz. En basit anlamıyla bile, egemen sınıflar bunları birbirinden ayrıştırarak hayata geçirmiyor. HES yapımına giden şirket AKP’nin jandarmasını beraberinde götürüyor, HES’e karşı çıkan köylü kadının karşısına dikilen AKP’nin eline silah verdiği kolluk oluyor. Diğer yandan gericiliğin püskürtülememesi, faşist uygulamaların engellenmemesi ise hak mücadelelerinin güçlenememesine neden oluyor. Ancak sadece bu ikisini birlikte yapan ve (ne gerekiyorsa) hakkıyla yapan “birileri” siyasi iktidara yürüyecek.
Elbette tüm bunları Kürt sorununda çözümsüzlüğün AKP’nin savaş politikaları ile derinleştirildiği ve şovenizmin Saray’ın elinde toplumu saflaştırmak için bir silah olarak kullanıldığı bir atmosferde değerlendirdiğimizi unutmamak gerekiyor. Savaş atmosferinin toplumsal mücadelelerini nasıl etkilediğini Türkiye sosyalistleri 30 yıldır deneyimledi. Bugün farklı olansa Ankara mitinginde patlattığı bombalarla Kürdü, Aleviyi, sosyalisti, sosyal demokrasinin ilerici kesimlerini aynı anda vuran Saray gerçekliğidir. Bu süreçte Saray karşısında fiilen oluşan bu cephenin birbiri ile etkileşimini artırma olanakları bugüne kadar olduğundan daha yüksektir. Kürt sorununun demokratik çözümü ve savaş politikalarına karşı mücadele de önümüzdeki gündemler arasında yer alacaktır.
Tekrar etmek gerekirse; 1 Kasım’dan alınan sonuç, ne başkanlık hayallerini yeniden canlandırır ne de diktatöre biat etmenin koşulunu yaratır. Yaratacağı tek sonuç daha güçlü bir muhalefetin zeminini ve öfkesini büyütmek olacaktır. Üstelik bu yeni hükümetin yeni olmayacağını biliyoruz, neyi nasıl yeniden yapacağını biliyoruz. Sol kitlelerin direnişini güçlendirmek/örgütlemek ve sağı çözmek için iki temel anahtar; faşizme karşı mücadele ve hak mücadeleleridir. AKP faşizmi ancak devrimcilerin kararlı ve kalıcı direnişiyle yıkılacaktır.
Dipnot
1AKP İzmir İl Başkanı Bülent Delican 1 Kasım akşamı “başarıyı” kutlarken diyor ki “Artık ülkemize şehit gelmeyecek, o şehitlerimizden Allah razı olsun, o şehitlerimiz bize büyük bir emanet bıraktı”. Celladın bu türü de mevcut.
2 Yakın tarihte bizler, MHP’nin yüzde 18 oy aldığı zamanları hatta bırakın HDP’yi CHP’nin baraja takılıp Meclis’e giremediği dönemleri yaşadık.
3Ankara Katliamı, AKP’nin “başarısı”nda önemli etkiye sahip oldu. Demokratlara, solculara, Kürtlere uyguladığı bu vahşetle sağ seçmene hem ne kadar güçlü olduğunu hem de neler yapabileceğini gösterdi. Bu noktada toplumsal muhalefeti oluşturan bireylere, örgütlere de bir soru sormak icap eder; Ankara Katliamı sonrasında güçlü bir direniş sergilenebilseydi ve Erdoğan karşısında bir güç gösterilseydi, sağ seçmenin tercihi ne olurdu? (Bu soruya gelecek tepkiler belli; -se, -sa’yla bu işler olmaz ya da sergilenemezdi zaten. Bunları biliyoruz ama yine de bir daha ki sefere aklılarda bulunsun!)
4 Bu konuda bir sayısal veri vermek gerekirse; 2011’den bugüne yani dört yılda seçmen sayısı 4,5 milyon artarken “sola” verilen oylar 3,5 milyon artmıştır.
5 Bu noktada, HDP’nin beş ay içerisinde yüzde 2’den daha fazla oy kaybetmesinin nedenleri, suçlu arama amacı olmaksızın mutlaka irdelenmeli. Kuşkusuz bu noktada AKP’nin tercih ettiği siyaset ve uyguladığı faşizm en önemli etken ancak tek başına bu gerekçeler yetersiz kalacaktır. Örneğin, bu süreç boyunca Meclis’in işletilmesinde yeterli kararlığının sergilenmemesi, “İnadına HDP” sloganıyla yeni hedef koyan değil var olanı korumaya çalışan bir tercih noktasında gözükülmesi, Ankara Katliamı sonrasında bile hızla sandığın işaret edilmesi, v.b.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.