IŞİD’in, Türkiye’de, doğrudan devlet tarafından kullanılan bir aparat olduğu Türkiye’de yaptığı üç büyük eylemden anlaşılıyor. Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları doğrudan AKP devletini tahkim etmek için planlanmış saldırılar AKP devleti iktidarını kaybetmemek için toplumu etnik ve dini olarak bölmeye ve kendi safını milliyetçi-muhafazakar bir cephede sıkılaştırmaya çalışıyor. Ankara’da emek, barış, demokrasi mitingine yapılan saldırı açıkça […]
IŞİD’in, Türkiye’de, doğrudan devlet tarafından kullanılan bir aparat olduğu Türkiye’de yaptığı üç büyük eylemden anlaşılıyor. Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları doğrudan AKP devletini tahkim etmek için planlanmış saldırılar
AKP devleti iktidarını kaybetmemek için toplumu etnik ve dini olarak bölmeye ve kendi safını milliyetçi-muhafazakar bir cephede sıkılaştırmaya çalışıyor. Ankara’da emek, barış, demokrasi mitingine yapılan saldırı açıkça bu saflaşmayı pekiştirmeye hizmet ediyor. IŞİD’in, Türkiye’de, doğrudan devlet tarafından kullanılan bir aparat olduğu Türkiye’de yaptığı üç büyük eylemden anlaşılıyor. Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları doğrudan AKP devletini tahkim etmek için planlanmış saldırılar. Bu anlamıyla “Bu saldırı Türkiye’ye…” vs. manşetleri tamamen hedef saptırmaktan başka bir işe yaramıyor. El Kaide’nin 2005’te yaptığı saldırılar belki böyle değerlendirilebilirdi ama IŞİD’in bu saldırılarının AKP devletinin muhaliflerine ve muhataplarına yönelik olduğu çok açık.
Türkiye’nin egemen kimlikleri olan Sünni/Türk kesişme kümesi, ötekilere karşı yapılan bu alçakça saldırıyla egemenliklerini bir kez daha tescil ettiler ve rahatladılar. Kimi bu katliamı sevinç tweetleri atarak kutladı kimisi kahvehane köşelerinde bol küfürlü laflarıyla ölü bedenlerimiz üzerinden düşmanlıklarını ve nefretlerini bir kez daha kustular.
Kuşkusuz bu yarılma tarihsel kökleri güçlü dinamiklere sahiptir ve AKP devleti tarafından icat edilmiş değildir. Egemen sınıfların ve/veya devlet iktidarının her krize girdiğinde toplumsal muhalefeti ezmek için dört elle sarıldığı bu milliyetçi-muhafazakar kitle bu aşağılık rejimin her zaman üzerine basarak ayakta durmaya çalıştığı bir dayanak olmuştur. Maraş’ta, Çorum’da, Madımak’ta tarifi güç bir insani yok oluşla Alevileri katlederek devletine olan sadakatini ispatlayan bu toplumsal kesim bugün de AKP devletinin kurtarıcısı haline getirilmek isteniyor.
Erdoğan başkanlık sevdasının krize girdiğini gördüğü anda İslam davasını yumuşatıp, modern Türk devlet geleneğinde daha güçlü kökleri olan milliyetçi-muhafazakar duruşa sarıldı. Bu nedenle “bu toplumun temeli din kardeşliği ile atılmıştır” söyleminin artık AKP devleti için bir anlamı kalmamıştır. Esas olan Sünni/Türk kesişme kümesinin güçlendirilmesidir. Bu bloka ezen ve egemen olan kimliği bir kez daha giydirilerek onore edilecek ve devletinin arkasında saf tutması beklenecektir.
Kuşkusuz bu beklentinin gerçekleşmesinde bazı sorunlu alanlar var. AKP’nin uzun yıllar siyasal İslamcı bir yol katetmesinin milliyetçi kesimlerdeki kırgınlığı Kürt sorunu üzerinden ciddi kapışmaya yol açmaktadır. Bu da Erdoğan’da bir “samimiyet” sorgulanmasına neden olmakta ve bu toplumsal zeminin yeniden inşasını zorlaştırmaktadır. Aynı şekilde AKP iktidarının içine girdiği hırsızlık, arsızlık işleri “büyünün bozulması”na neden olurken diğer taraftan iktidar gücünün giderek tek elde toplanır hale gelmesi bu kadar geniş tabanda meşruiyet sağlayacak bir hegemonyayı zorlaştırmakta ve belki de imkansızlaştırmaktadır.
1 Kasım seçimleri bu anlamıyla AKP devleti açısından önemli bir eşik olacak. Erdoğan kendi devlet rejimini tahkim etmek için gerekli olan toplumsal zemini oluşturduğunu bu seçimde görmek istiyor. Ankara katliamı, Diyarbakır ve Suruç katliamlarından sonra bu yönde atılmış son derece kritik ve riskli bir adım. Riskli çünkü Erdoğan iktidarını korumak için her geçen gün biraz daha batağa batmakta ve iktidar için ödeyeceği bedel her geçen gün biraz daha ağırlaşmakta, hareket alanı daralmaktadır.
DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’un önderliğinde kimlikler üzerinden bölünmeye karşı, sınıf ekseninde yapılan hamleler AKP devleti tarafından sendikal hareketin bu kimlik parçalanmasına uygun olarak bölünmesiyle boşa çıkarılmaya çalışılıyor. Ancak Ankara Emek, Barış, Demokrasi Mitingi’nin ortaya çıkardığı dinamizme baktığımızda AKP devletinin bütün imkanlarını kullanarak yaptığı müdahalelere rağmen sınıf örgütlerinin meşruiyetlerine gölge düşürmeyi başaramadığını görüyoruz.
Bu anlamıyla 1 Kasım seçimleri bir yanıyla AKP devletinin istediği toplumsal desteği alıp alamayacağını göstereceği gibi diğer yandan Ankara katliamının muhatapları olan emek örgütlerinin, devrimci sosyalist yapılanmaların, Kürt siyasi hareketinin ve ilerici sosyal demokrasinin, seçim sonrası çeşitli düzeylerde bir araya gelerek yeni bir mücadele zemini tarif edip edemeyeceklerini göstermesi açısından da önem taşıyacak. Ankara’da katledilenlerin 1 Kasım seçimlerinden başarıyla çıkması ve katledenlerin bu seçimde başarısız olması, Türkiye’nin toplumsal dokusunun, nefret ve düşmanlık üzerine kurulu kimlik parçalanmasının onarılıp daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasına yardımcı olacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.