17 Ekim 2015 tarihli “Ölülerimiz burada bırakıp nereye gidelim” yazınıza cevaben bu satırları yazmak zorunda hissettim kendimi. 39 yaşında, sosyalist bir kadınım. Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’ne sevgilim-yoldaşımla birlikte gittik. Arkadaşlarımızla Ankara Garı’nda buluştuk. Kimimiz öğretmen, kimimiz işçi, kimimiz benim gibi yayınevi emekçisi. Farklı farklı örgütlerden, derneklerden, sendikalardanız ya da örgütsüz olarak mücadele ediyoruz. Doğu’daki […]
17 Ekim 2015 tarihli “Ölülerimiz burada bırakıp nereye gidelim” yazınıza cevaben bu satırları yazmak zorunda hissettim kendimi.
39 yaşında, sosyalist bir kadınım. Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’ne sevgilim-yoldaşımla birlikte gittik. Arkadaşlarımızla Ankara Garı’nda buluştuk. Kimimiz öğretmen, kimimiz işçi, kimimiz benim gibi yayınevi emekçisi. Farklı farklı örgütlerden, derneklerden, sendikalardanız ya da örgütsüz olarak mücadele ediyoruz. Doğu’daki kardeşlerimiz Batı bize ses versin, sesimize ses olsun dedikleri için oradaydık. Acıları acımızdı çünkü. Haklı başkaldırışları başkaldırımız. Kimimiz buzdolabında çocuğunu saklayan anne için oradaydı, kimimiz panzer arkasında sürükledikleri için, kimimiz naaşına işkence yapılanlar için, kimimiz çöpten ekmek aramaya çıkan amca için, kimimiz havantopu atılarak öldürülen canlar için. Kimimiz İstanbul’daki barışa ses ver eylemlerini iyi niyetli, ama yeterli bulmadığı için. Hep birlikte barış ve demokrasi için sözümüzü söyleyecektik. Bakın hiç de sandığınız kadar az değiliz diyecektik. Cizre, Silopi, Silvan gibi sokağa çıkma yasaklarının kol gezdiği, her gün haneleri yangın yerine çevrilmiş insanların yüreklerinin yangınına bir parça su taşımaktı bütün dileğimiz. Bunun için oradaydık.
Hayatımın en kötü günlerinden birini 10.04’te Ankara’da yaşadım. Binlerce insanla birlikte. 102’miz öldü, ama ben biliyorum ki hepimizin bir parçası 10.04’te oracıkta öldü. O bomba hepimizi parçaladı. 20-30 metre kadar önümüzde oldu patlamalar. İlkin donduk kaldık. İkinci patlamayla birlikte göğe siyah kırmızı birtakım, ne olduğunu anlayamadığımız parçalar uçuştu. Ayağımızın altındaki yer sarsıldı. Patlamanın hemen ardından, sanki biber gazı tüfeğiyle kapsül atılıyormuş gibi takır takır takır, ne kadar sürdü bilmiyorum, bir ses duyuldu, herkesi bu daha çok korkuttu. Ses bombası diye bağıranlar oldu. Ses bombası olmadığını biliyorduk ama. Herkes kaçarken ben de kaçtım, ama bu kaçma kontrollü ve birkaç saniyeydi. Herkes birbirini teselli etmeye, soğukkanlılığa davet etmeye çalışıyordu. Zaman başka türlü akıyordu, çok hızlı ve çok yavaş. Sevdiklerime ulaşamadım. Hepsi öldü sandım. Dizlerim titriyordu. Parmaklarım elimdeki şapkaya kitlenmişti. O şapkayı almak için dönmeseydim ben de ölmüş olacaktım diye geçirdim içimden. Bu düşünce hayatımın en büyük utancı oldu. Yurttaş gazetecisiyim, grubuma haber verdim, tweet attım ve patlama yerine doğru koşar adım yürümeye başladım.
Ağlıyordum, ama ayaklarım beni kendiliğinden patlamanın olduğu yere doğru sürüklüyordu. Belki birini kurtarırım diye. Birine yardımım olur diye. Bilinçsizce. Hep beraber “Katil Erdoğan” diye bağırıyorduk. 20-30 polis koşarak garın önünden geçerken “Allah belanızı versin” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Ateistim, ama katilden, faşistten anlamıyorlar, belki Allah korkusu kalmıştır içlerinde diye. Onları belki böyle yaralarım diye. Bir-iki flama sopası atıldı polislere. Herkes çok öfkeliydi. Tepeden tırnağa kuşanmış polislere o iki flama sopası hiçbir şey yapmaz, insanlar birbirlerini polise o hiçbir şey yapmayacak malzemenin atılmasını bile engelledi. Sonra gaz bombaları. Önce yakındakilere, sonra bizim tarafa, sonra patlamanın olduğu yere. Gaz olduğu halde kaçmadık. İnsanlara yardım etmeye koştuk.
Gördüğümüz manzara korkunçtu. Ben hayatımda hiç ölü görmemiştim. Ben hayatımda hiç bu kadar çok ölü görmemiştim. Savaş alanı gibiydi. Ağlayanlar, bağıranlar, gülüp çığlık atanlar. İnsanlar birbirini çekiştirerek uzaklaştırmaya çalışıyordu. Birbirinin gözünü kapatanlar. Bir kenarda insan parçaları toplayanlar. Ben gördüğüm parçaların ne olduğunu bile anlayamadım. İnsan bunlar, insan dediğimi hatırlıyorum. Elimizden geldiğince yardım ettik. Elimizden geldiğince! Boğucu sargı da yaptık, insan da taşıdık. Benim yerime öldüler, onlar öldükleri için ben yaşıyorum cümlesi dağladı yüreğimizi. Bedenleriyle bize siper oldukları için yaşıyoruz dedik. İlk telefon geldiğinde, dernekten bir abim yaşadığımı öğrendi. Ben o telefon konuşmasını hatırlamıyorum. Üçüncü bomba söylentisi vardı. Yanımıza gel demiş. Gelemem yaralılara müdahale ediyorum demişim. Hatırlamıyorum. Birilerine yardım ediyor, demek ki aklı yerinde demiş. Ambulansları arayan da aynı abimiz. Patlamayı ondan öğrenmişler. Alay eder gibi, aaaa patlama mı olmuş, haberimiz yok demişler. Çabuk buraya çok sayıda ambulans gönderin, çok sayıda ölü, yaralı var demiş. Kimlik bilgilerini sormaya başlamışlar, “senin de, kimliğinin de…” demiş. “Gelin” diye bağırmış. Alandaki miting aracına da bir anons yapsanız, insanlar biraz sakinleşse demiş. Sakinleşmeye gerçekten çok ihtiyaç vardı çünkü.
Evet koridoru ambulans için hep birlikte açtık. Polise kimimiz bağırdı, kimimiz ambulansa yol açmak için göğüs göğüse çatıştı. Herkes elinden geldiği kadarını yapabildi.
Sevgilim patlama yerine ilk koşanlardan. Hayatını kaybedenleri tek tek çevirip beni aramış. Beni görene kadar yaşadığıma inanmamış. Bu travmayı düşünebiliyor musunuz? Hayatında hiç ölmüş insan görmeyen bizler ölmüş insanlara dokunduk. Çaresizce nabız aradık. Delil olabilir diye fotoğraf çektim, kimseye belli etmeden. Kimseyi incitmemek için. İnsan kanına basmamaya çabaladık, boşuna, her yer kandı.
Bir abla vardı, çimenlerin üstünde iki büklüm. Yardım çağıralım dedim. Başında bir abi ağlıyordu. Elini tutan bir kadın vardı. Ağlıyordu. Hepimiz ağlıyorduk. “Ölmediğini söyle kızım,” dedi bana abi. Nabzını almaya çalışıyorum dedim. Yüzü gözü toz topraktı. Sanki enkaz altından çıkmış gibi. Sanki sıyrık bile yoktu üstünde. Uyuyor gibiydi. Nabzı yoktu. Abi bana sordu, diyemedim, “ölmüş”, diyemedim. Miting alanındaki doktor arkadaşlarımız gaz nedeniyle çok sonra gelebildi.
Ambulanslar gelince, insanlar taşınınca, ben de ayrıldım alandan. Hastaneye koşmak için, kan veririz diye. Arkadaşlarımla buluştuk. Birbirimizi görünce yaşadığımıza emin olduk, ama sevinemedik bile. Tesadüfen yaşadığımızı bilmenin utancı nasıl anlatılır? Sevgilim, öldüğünü düşündüm dedi, bana sarılıp ağlarken, kalbim nasıl parçalandı, iki kelime nasıl kırarmış kalbi, öğrendim. Oradan yaşayarak kurtulmanın suçluluk duygusu var, bunu hissediyoruz, anlıyor musunuz? Bunun doğru bir duygu, düşünce olmadığını biliyoruz, ama insan düşünmeden edemiyor. Kızılay’a yürürken ağladık. Bir çığlık atsam sanki kalbimin üstüne çöken ağırlık hafifler sandım, ama kaç gün geçti hafiflemiyor.
Arkadaşlarımızdan telefon yağmaya başladı. Bizi yaşarken tanımadıklarımızın ölümüyle kardeş kıldılar. Nicedir böyle zaten, ama ben Diyarbakır’a, Suruç’a dışarıdan öfkelenmiştim. Telin etmiştim. Yasını tutmuştum. Cenaze aramıştım, ama bu çok başka. Nasıl anlatmalı, bilmiyorum. Bir kelime işçisi olarak kendimi korkunç çaresiz hissediyorum. Tanımadığımız, ama artık canımız olan insanları aradık hastanelerde. İnsanın dili varmıyor, ama ölü listelerine baktık. Morglara sorduk. Bir kişiden bile iyi bir haber almak için. Bir arkadaşımız HDP Ankara teşkilatındaki arkadaşlarını aradı. Yardım etmek için gelelim dedik. Sanırım, katliamdan çıktığımız için bize kalabalığız, ihtiyacımız yok, siz toparlanın dediler. Ben böyle anladım, yardım isteğimizi geri çevirmelerini. Bizi sarıp sarmalamak için diye düşündüm.
O günden beri iyi değiliz. İyi olmayacağız. Günlerce kustum. Günlerce zamansız regli kanamam sürdü. Yatak düşman gibi bakıyor. Uyuyamıyorum. Ya da yorgunluktan sızarak uyuyorum. Kâbus görüyorum. Sürekli midem bulanıyor. İnsanları korkutmamak için anlatmıyoruz her şeyi. İçimize atıyoruz. Sevgilimle bile günler sonra konuşabildik. Birbirimizle her şey konuşan insanlarız. Konuşamadık. Birbirimizin bazen gözüne bakamıyoruz. Birbirimizden gözyaşlarımızı saklıyoruz. Bir de biz incitmeyelim birbirimizi diyoruz. Bir de benim yaşadıklarım ona yük olmasın istiyorum. İnsanlara anlatıp gördüklerimizi, yaşadıklarımızı yük etmek istemiyoruz. Bir korkunç görüntü az olsun zihinlerinde diyoruz. Bir de biz katkı yapmayalım diyoruz. Biliyorum o da aynı şeyi düşünüyor. Bunları ben yazıyorum, ama çoğumuz böyle yaşıyor, böyle hissediyor. Yaşadığı için utanır mı yaşamı savunan insanlar? Utanıyor!
İnsanlar ne yaşadığının bile farkında değil. Oradaki herkesin zaten bir parçasını öldürdüler. O panikle, o çıldırmayla, o ne yaptığını bilememeyle hiçbir şey yapamamış olabilir insan. Kaçmış olabilir. İnsan korkar. İnsan kaçar. İnsan kendini kaybedebilir. İnsan çaresiz hissedebilir. İnsan kaldıramayabilir. Hani insana dair hiçbir şey bize yabancı değildi? Orada yaşanan her şey insana dair. Herkes aynı tepkileri vermeyebilir, veremeyebilir. Elinden geleni yapmıştır. Elinden geleni yaptı herkes. Ben buna gözümle şahidim.
İnsanları örgütlü, örgütsüz diye ayırmayın artık. Yeter! Oradaki herkes beğenin beğenmeyin örgütlüydü. Örgütlü olunmasaydı, ilk anda birbirimizi ezerek öldürürdük. Bu kadar net. İnsanlar alanda elinden geleni yapıp hastanelere koştu. Bayrağını dürüp döndü sandıklarınız hastanelerdeydi. Kimi battaniye taşıdı, kimi çorba, kimi canını taşıdı, canını.
Biz yaşadığımız için suçluluk duyuyoruz zaten, bu bize yeter. Daha fazlasını yapamadık diye içimiz kan ağlıyor zaten. Bir de siz bunu körüklemeyin. Halkevci, DHF’li, ESP’li, HDP’li arkadaşlarımızla biz hepimiz ordaydık. Biz ve onlar yoktu orada. Yoktu! Farkında olun ya da olmayın, elinden geleni yapan insanları ancak elinden bir şey gelememiş insanları ezerek yüceltiyorsunuz, ki bu yüceltmek olmuyor. Lanet olsun böyle yüceltmeye! Binlerce insan, bir katliamdan kurtulduk ve hayatlarımız artık eskisi gibi olmayacak. Herkes elinden geleni yaptı demek bu denli mi zor? Hiçbir şey yapamamış birine yüklenmek bir şeyler yapanların yaptığını ne daha değerli yapıyor ne diğerini korkak, aciz kılıyor. Keşke 12 Ekim 2015 Perşembe günü yazdığınız “Kan kardeşliği zulmü alt edecek olan” yazınızdaki üslubunuzu hiç bozmasaydınız. Ben sizden sadece o satırları okumuş olsaydım.
Bizim hepimizin yan yana olmaya, insan sıcaklığına, iki güzel teselli sözcüğüne ihtiyacımız var. Onların kötülüklerinin, karanlıklarının dibi yok. Ben bizlerin iyiliğinin, güzelliğinin de dipsiz olduğunu düşünüyorum. Bunu gösterirsek birbirimize, hissettirebilirsek, yaralarımızı sarıp hep birlikte mücadele etmeye devam edebiliriz. Ankara Katliamı’ndan örgütlü-örgütsüz bütün sağ çıkanlar, aldığımız dersleri birbirimizi kırmadan bundan sonra konuşabiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.