“Aydınların var olmalarının ve özgürlüklerinin temelini yıkma tehdidinde bulunan güçlerle yani piyasa güçleriyle suç ortaklığı ve işbirliğine girmekten kaçınmaları yerinde olur” Sn. Nuray Mert 11 Eylül 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde “Bu ülkenin dindarına onca zulmedildi, hakir görüldü ama sonunda hak yerini buldu, iktidar oldular; dindar, başörtülü artık başı dik geziyor, bu demokrasinin zaferidir” dedik […]
“Aydınların var olmalarının ve özgürlüklerinin temelini yıkma tehdidinde bulunan güçlerle yani piyasa güçleriyle suç ortaklığı ve işbirliğine girmekten kaçınmaları yerinde olur”
Sn. Nuray Mert 11 Eylül 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde “Bu ülkenin dindarına onca zulmedildi, hakir görüldü ama sonunda hak yerini buldu, iktidar oldular; dindar, başörtülü artık başı dik geziyor, bu demokrasinin zaferidir” dedik diyor ve şunu da ekliyordu: “Din, iman diye yola çıkanların iktidarı tam bir sulta oldu.” Peki bu demokrasinin zaferi midir? Demokrasinin yenilgisi midir? Bence demokrasiyi kullanıp insanları kandırmaktır. Galiba buna da “takiye” diyorlar. Kısaca düşündüklerimizi anlatmaya çalışalım. Cümlenin içinden çıkacak birkaç konu var. Birincisi bu ülkedeki dindarlara nasıl zulmedildiği ve nasıl hakir görüldüğü. “Nüfusunun yüzde 99’unun Müslüman olduğu ülkede dindarlar yani dinine bağlı, din kurallarına uyan insanlar çoğunluktadır ve dolayısıyla çoğunluğa zulüm edilmiştir, aşağılanmışlardır ve sesleri de çıkmamıştır. Akepe iktidar olmuştur ve zulüm bitmiştir. Yaşam güllük gülistanlıktır. Bir de üstüne üstlük ‘ileri demokrasi’nin temelleri de atılmıştır.” Öyle mi? Son günlerde yaşadıklarımız bize neyi gösteriyor? Demokrasiyi mi otoriterliği mi?
Bir diğer konu şu; “Dindar, başörtülü artık başı dik geziyor, bu demokrasinin zaferidir” deniyor. Başörtüsünü demokrasi zaferine bağlamak ne derece doğru? Bir-iki örnek verelim. Ailem, akrabalarım dindar insanlardı ve anam yazmasını takarken, babamda Ramazan’da orucunu tutar, namazına giderdi. Din kurallarını terk et diye bir parti ya da örgütün onlara zulüm ettiğini görmedim. İkinci bir örnek İran ya da S.Arabistan’dan. Bu ülkelere bir kadın başı açık gidemez. Sınırı geçtiğinde başını örtmek zorundadır, çünkü İslami kurallar (onlara göre) bunu gerektirmektedir. Bir İranlı ya da Suudi kadına Avrupa’ya gittiğinde “başını aç, sonra ülkeye gir” mi denmektedir. Hayır. Kadın istediği kıyafetle girmekte ve gezmektedir. Kimse onu sınırda ya da gezdiğinde başını açmaya zorlamamaktadır. Pekiyi hangisi demokrasidir? Zafer nerededir?
Gelelim esas soruna. Pierre Bourdieu aydınların medyadaki rolüyle ilgili bakın ne diyor: “Varolmalarının ve özgürlüklerinin temelini yıkma tehdidinde bulunan güçlerle yani piyasa güçleriyle suç ortaklığı ve işbirliğine girmekten kaçınmaları yerinde olur.”(1)
Demokrasi için de durum aynıdır. Demokrasi, kendini ortadan kaldıracak kişi, örgüt ya da partiye demokrasi adına izin vermeli midir? Hitler iktidara geldiğinden beri bu soru sorulmaktadır. Demokrasi tramvayına binip istediğin durakta inip bindiğin tramvayı taşlamak demokrasi midir? Bir parti, örgüt demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, eşitliğe, kadın-erkek eşitliğine, kardeşliğe, güçler ayrılığına, insan haklarına saygıya inanmadığını açıkça söylüyor ve demokrasiyi kullanarak iktidara gelmek istiyorsa ve sonrasında da “sulta” yaratıyorsa mücadelesine izin verilmeli midir? Size zarar vereceğini söyleyen ve tehdit eden kişi karşısında ne yapmalısınız? Önlem alırsınız, çevrenize söylersiniz, kişiyi soyutlamaya, eylemsizliğe zorlarsınız, yasalara başvurursunuz ama gidip de bana zarar verecek diye kişiyi dövmez ya da öldürmezsiniz. Bu demokrasinin kurallarına aykırı olur. Parti ya da örgüt demokrasiye karşı eylem ve söylemlerde bulunuyorsa, yasa / anayasanızda bu konuda ne yazıyorsa onu yaparsınız ya da söz ve düşünce özgürlüğü ile eleştirme özgürlüğü altında parti ya da örgüt hakkında düşüncelerinizi açıklar ve halka parti ya da örgütün demokrasi düşmanı olduğunu açıklamaya çalışırsınız. İşte “din, iman” diye yola çıkanların, Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye kimi reformları istemeyerek de olsa yapanların, din üstü neoliberal ekonomilerle ülke bağımlılığını daha da artıranların, bu sistemle yolsuzluk, rüşvetle ceplerini dolduranların, vitrinde düşünce özgürlüğünü gösterip dükkan içinde işkence edenlerin geleceği nokta sulta olur. Ve bunlar dini siyasete karıştırarak yapılır. Partinin geleceği nokta belli iken -İslam toplumu- vitrine bakıp ya da örnek daireye girip “bunlar demokrasinin de ilerisine gidiyor” diyenlerin geldiği noktayı biliyoruz. Çok partili yaşama geçtiğimiz 50’li yıllardan bu yana demokrasiyi içselleştiren bir parti ya da kişi iktidara gelebildi mi? İktidara gelen kişi ve partiler demokrasi diye diye ne insan hakları, ne özgürlük, ne eşitlik getirdi, aksine demokrasinin içerdiği temel hakları isteyenleri hapishanelere yolladı, işkencelerden geçirdi. Demokrasi diye diye darbelere, katliamlara, kıyımlara, assimilasyona, kadın ölümlerine, basın özgürlüğünün katledilmesine, linçlere, çocuk gelinlere, ağaların, tarikatların baskısına, çevre kıyımına göz yumduk, demokrasinin temel değerlerini kör kuyulara kapattık. Bugün de değişen bir şey yok. Karmaşa devam ediyor. Silahlar konuşuyor. Yine OHAL’ler bizi bekliyor. Yine “YETER ARTIK. BARIŞ VE DEMOKRASİ” gelsin diyoruz. “Kandırıldık, kaybettik” demenin anlamı yok. İktidara geldiler ve projelerini uyguluyorlar. Sadece sandıktan da çözüm çıkmıyor. Mücadele her alanda olmalı. Güçler birleşmeli. Başka yolu yok. Yoksa herkes kendi köşesinde sızlanmaya devam ederse bir iki kalabalık sokaklara çıkar, yakar ve yıkar. Çözümsüzlük sürer ve demokrasiyi de bekler dururuz. Demokrasinin vatanı denilen İngiltere’de bile İşçi Partisi başkanlığına seçilen kişinin Başbakan tarafından ulusal güvenlik için tehdit görüldüğü yerde demokrasinin zaferi yoktur; başörtüsünü bağlamak da demokrasinin zaferi değildir.
Simgelerle gelmez demokrasi, düşünce ve mücadeleyle gelir.
Dipnot:
(1) Pierre Bourdieu: Contre-feux, Raisons d’agir, Nisan 1998.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.