Asgari ücretin arttırılması neoliberal teslimiyetçi sürece karşı bir politikadır. AKP bu politikayı uygulasa da, uygulamasa da
Kanada’da bile (küçük ABD olması anlamında) en üst gelir grubunun, yani bağzılarının vergi oranını %33’e mi, yoksa %65’e mi yüksetelim tartışması yürürken bizdeki bu “vergiler artıyor telaşı” niye?
Seçim beyannameleri vesilesi ile herkes fark etti: AKP de bir anda emekçiden yana oluverdi, asgari ücreti 1300 TL’ye yükselteceğini söylemeye başladı. Diğer partiler zaten daha önce asgari ücreti yükseltme sözü vermişlerdi; HDP 1800 TL, CHP 1500 TL ve MHP 1400 TL şeklinde hedeflerini belirledi. Benzer bir durum emekli maaşlarına ilişkin olarak da yaşandı. Bütün partiler benzer hedefler koyduğunda, 7 Haziran seçimlerine benzer “kaynak nerede?” tartışması pek yaşanmadı. Ufak tefek sataşmalar oldu. Tartışma, daha çok kaynak hesaplamalarının ne kadar gerçekçi olup olmadığı ekseninde geçti.
AKP’nin 5-6 ay önce yanlış bulduğu asgari ücret artışını bu seçim öncesinde savunması tabii ki ciddi bir görüş değişikliği. Bu değişikliği oy kazanma telaşına bağlama yaygın eğilim. Büyük ölçüde doğru da olabilir. Fakat daha derin ve AKP bu haliyle (Erdoğan hakimiyeti altında) sürerse kalıcı olabilecek bir başka kaymanın da bu değişikliği açıklayıcı olduğunu düşünüyorum.
AKP’nin ekonomi politikalarının belirlenme süreci iç çekişmelere açık hale geldi. Şimdiye kadar belirleyici olanlar zaman zaman geri plana düşüyor, Yiğit Bulut “ekolü” öne çıkıyor. Bulut’tan 14 ve 15 Eylül tarihli iki adet alıntı:
Asgari ücretin arttırılması neoliberal teslimiyetçi sürece karşı bir politikadır. Yiğit Bulut söylese de, söylemese de, AKP bu politikayı benimseyip, uygulasa da, uygulamasa da. Dolayısı ile, AKP eleştirisi yaparken toptancılığa düşmemek gerekir. Sol ve liberal çevrelerde zaman zaman bu eğilimi gözlemlediğimi söylemeliyim. Liberal kesimden son örnek Taraf gazetesinden, Süleyman Yaşar’dan geldi (Otoriter devletçi ekonomiye geçtik, 28 Ekim). Yaşar’ın söylediklerini eleştirel bir biçimde ele almak için Yiğit Bulut ile aynı safta olmak gerekmiyor, söylemek ve aşağıda göstermek istediğim bu.
İster asgari ücret artışı olsun, ister emekli maaşları artışı olsun kaynak ihtiyacı kendini dayatır. “Ücreti veren özel sektördür, katma değerden aldığı payı (artık değer, kâr, faiz, rant) azaltsın, ücreti yükseltsin” deyip, geçemeyiz. Her şey bir yana, kamu sektöründe de asgari ücret ile çalışanlar olduğuna göre devletin de kaynak bulma sorunu olacaktır asgari ücret yükseltildiğinde. Keza, emekli maaşları yükseltildiğinde de. İşte bu ahvalde vergileri arttırmak gündeme gelecektir. Karşısında, Süleyman Yaşar misali “vergileri arttırmak kötüdür, ekonomiyi yavaşlatır” ideologlarını bulacaktır hemen.
Ne diyor Yaşar? Önce, piyasacı bir perspektifle “kamu bankaları, sağlık hizmetleri olabildiğince özelleştirilsin, aksi halde vergiler artar, ekonomi yavaşlar” propagandası yapıyor:
“… AKP iktidarı özel sektörü daraltmaya başladı. Önce sağlık hizmetlerini devletleştirdi. Bu arada ağır koşullar getirerek doktorların kendi başlarına çalışma özgürlüğünü kısıtladı yani muayenehane açmalarını zorlaştırdı.
… Ardından AKP iktidarı özelleştirilmeleri için çıkartılan 4603 sayılı yasayı gözardı ederek üç kamu bankasını özelleştirmeyip devletin elinde tuttu. Hâlbuki Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu’nun yani bankacılık regülatörünün olduğu bir ülkede devlet bankasının bulunması rekabeti bozar. Çünkü sermayesi vergilerle finanse edilen ve zararları vergilerle kapatılan devlet bankalarıyla özel bankaların rekabet etmesi mümkün olmadığı için faizler yükselir. Dolayısıyla yatırımlar azalır. Büyüme hızı düşer.”
Ardından, teorik bir bilmişlikle iflas etmiş, nuh nebiden kalma Laffer eğrisine referansla tehdit geliyor; “her şey sıfırlanır, ha”:
“Kısaca otoriter devletçi ekonominin göstergesi özel sektörün el konulan mal varlıklarının devlet işletmesine dönüşmesi ve artan vergiler olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda vergi artışının sonunda nereye ulaşacağını anlatan iktisatçı Arthur Laffer’i hatırlatmakta fayda var. Laffer’e göre; vergiler AKP’nin yaptığı gibi bu şekilde artırılırsa sonunda vergi ödeme kapasitesi kalmayacağı için tüm ekonomi devletin eline geçer. Ve vatandaşın vergi oranı uygulanacak bir geliri olmadığından vergi oranı sıfıra iner.” (http://bit.ly/1O9BEyU)
Reagancılığın, yani arz-yanlısı iktisadi perspektifin bile gayri ciddi bulup, terk ettiği Laffer eğrisini, hem de yalan yanlış hatırlayıp özelleştirmeciliğe destek olsun diye çabalamak üzücü doğrusu. Geçerken düzeltelim, Laffer’ın iddiası Yaşar’ın sandığı gibi vergilerin arttırılması sonucu “vergi oranı(nın) sıfıra in(mesi)” değil, vergi oranının %100’e arttırılması durumunda vergi gelirinin sıfıra inmesidir!
Adaletsiz vergi sistemini eleştiriyormuş gibi yapıp, özelleştirmeleri savunmak, kamu bankacılığını, kamu destekli eğitim ve sağlık hizmetlerini karşımıza almak maalesef uzunca bir süre Türkiye’de kimi sol, liberal çevrelerde bayağı destek görmüştü. Şimdi de, AKP’yi eleştirirken tekrar tedavüle sokulduğunu görüyoruz.
Oysa, devran çoktan döndü; post-Piketty, post-“biz %99’uz” dönemindeyiz. Kanada’da bile (küçük ABD olması anlamında) en üst gelir grubunun, yani bağzılarının vergi oranını %33’e mi, yoksa %65’e mi yüksetelim tartışması yürürken bizdeki bu “vergiler artıyor telaşı” niye? (http://huff.to/1RCNDmt). Yoksa, bağzılarının az vergi ödemesi bir norm mu zannediliyor, kapitalizmin olmazsa olmazı sanısı mı yaygınlaştırılmaya çalışılıyor? Zenginler az vergi ödesin ideolojik bir modadır: Kanada’da en üst gelir grubunun vergi oranı 1940-80 arası %70’lerin, ABD’de ise 1950-63 arası %90’ın üzerindedir, hatırlayalım!
Kısaca, bağzılarının vergisini arttırmayı göze almadan bırakın daha adil bir düzeni kurmayı, kurmaya başlamak için gerekli ilk adımı bile atamayız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.