7 Haziran’ın ardından ABD emperyalizminin açık, sermayenin ürkek eleştirilerine maruz kalan AKP, eski güzel günlere dönmekten çok, bu eleştirilerin yıkıcı hamlelere evrilmemesi için ‘alternatifi olmayan parti’ konumunu korumaya çalışıyor
Tayyip Erdoğan istediği kadar “tekrar seçim” desin, muhalefet istediği kadar “seni yine başkan yaptırmayacağız” desin; 1 Kasım genel seçimlerine giderken yaşadığımız süreç 7 Haziran öncesindeki gibi bir seçim süreci değil.
İktidar partisini mecliste azınlık haline getiren 7 Haziran seçimlerinin öncesi ile sonrası arasındaki farklılık, Kürt sorununda müzakere sürecinin ve çatışmasızlığın sona ermesinden ya da Erdoğan’ın hukuk tanımaz bir tutuma yönelmesinden kaynaklanmıyor.
Müzakere süreci, 21 Mart 2015 Newroz’undan bir gün sonra, yani 7 Haziran’dan 2,5 ay önce, Tayyip Erdoğan’ın “Dolmabahçe Mutabakatı’nı doğru bulmuyorum” sözleriyle rafa kaldırılmış, böylece milliyetçi tabana göz kırpılmıştı. Kürt hareketi MİT tarafından yönlendirildiği düşünülen kontrgerilla saldırılarına, linç, suikast ve katliam girişimlerine maruz kalıyordu. Çatışmaya zorlanan Kürt hareketi, muhafazakar Kürtler ve Batı’daki potansiyel destekçiler nezdinde bir sorun kaynağı olarak gösterilmek isteniyordu. Aynı şekilde, Erdoğan o zaman da Anayasal sınırları sonuna kadar zorlayarak elindeki bütün olanakları iktidar tekelini tahkim etmek için kullanıyordu. Bu, 7 Haziran öncesinde meclis çoğunluğunu elinde tutan “galip” tarafın, iktidarın devamını sağlamak adına yürüttüğü bir savaştı. Bu savaş başarılı olamadı.
7 Haziran-1 Kasım arasında yaşadığımız ise yalnızca Kürtleri değil, CHP’den MHP’ye, Cemaat’ten sosyalist harekete sistem içi ve sistem karşıtı bütün muhalefeti hedef alan çok boyutlu bir savaş süreci. Bu savaş 7 Haziran sonrasında “mağlup” iktidarın, muhalefeti hükümeti devralmaktan alıkoymak adına izlediği stratejinin bir parçası. Strateji üzerine yazılmış temel metinlerden Savaş Sanatı’ndaki[1] “Düşman birlikse, onu parçalara ayır” ve “Düşmanın güçlü bir konumu varsa, onu oradan uzaklaştırmak üzere kandır” öğütlerine uyarcasına izlenen stratejinin bir parçası. “Yüzde 60’lık muhalefet blokunu” Kürt çatışması ekseninde bölmeyi, AKP karşıtı güçlü konumdan Kürt sorunu eksenindeki zayıf konumlara ayrıştırmayı, iç karışıklıklar çıkarmayı ve bölünüp zayıflatılmış muhalefet karşısında olağanüstü müdahalelere imkan sağlamayı hedefleyen bu savaş ise kısmen başarılı oldu ancak nihai sonuca dair öngörüde bulunmak için erken.
Kazanmak mı, kaybettirmek mi?
7 Haziran sonrası yönelimiyle AKP’nin gerileyişinin durduğuna ilişkin bir veri ortaya çıkmış değil. Farklı kamuoyu yoklamalarında HDP’nin baraj altına düşmek bir yana oyunu daha da artırdığı, MHP’den eriyen oyların AKP’den çok CHP’ye yöneldiği, AKP seçmeni içinde kararsızların sayısının arttığı görülüyor. Seçim sonuçları üzerinde doğrudan etkisi olduğu bilinen ekonomik büyüme, istihdam ve tüketici güven endeksi gibi veriler de AKP aleyhinde işliyor. Son 13 yılın seçim sonuçları ile tüketici güven endeksi arasındaki ilişki dikkate alınarak yapılan hesaplamaya göre Ağustos ayı verileriyle AKP’nin oy oranının yüzde 38 civarına düşmesi bekleniyor.[2]
Bu koşullarda gücünü artırması çok güç olan AKP, muhalefeti zayıflatmaya odaklanmış durumda. Beşir Atalay’ın daha Temmuz bitmeden parti teşkilatlarına erken seçim için hazırlık talimatı verirken sarf ettiği “Yüzde 60’lık bloğu dağıttık” sözleri bu stratejinin itirafıydı.
AKP, kendisi karşısında bir blok olarak hareket etmesini engellediği muhalefet partilerini daha sonra tek tek hedef alarak zayıflatmaya yöneldi. AKP zayıflıyor olabilir ancak aynı zamanda muhalefet partileri de zayıflarsa, AKP’nin iktidarını sürdürmesi açısından bir sorun kalmaz.
Seçim hükümeti kurulurken CHP, MHP ve HDP içinde çatlak yaratabileceği düşünülen unsurlara teklif götürülmesi bu mantıkla yapılmış bir hamleydi. CHP’nin savuşturduğu bu hamle, MHP ve toplam milliyetçi cephe karşısında başarılı oldu. Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş, MHP’nin parti kararını çiğneyerek geçici hükümette Başbakan Yardımcılığı’na getirildi. Parti yönetimine karşı gelerek istifa etmeyeceğini söyleyen Türkeş, MHP içini karıştırma misyonunu üstlenmiş görünüyor. CHP’nin ve MHP’nin geçici hükümete katılmaması üzerine HDP ile birlikte hükümet kurmak zorunda kalan, bu nedenle de milliyetçi taban karşısında zor duruma düşeceği beklenen AKP, BBP’nin eski genel başkanı Yalçın Topçu’yu da “bağımsız” kontenjanından Kültür Bakanlığı’na getirerek hem AKP-HDP hükümeti imajını dengelemiş hem de milliyetçi muhalefetin diğer odağı BBP’yi de zayıflatmış oldu. Yine CHP’den istifa eden, müftülükten gelme milletvekili İhsan Özkes’in Saray kadrosuna katılması ve HDP kararına rağmen hükümete katılmayı reddedip bir iç tartışmaya yol açacağı hesaplanan EMEP’li Levent Tüzel’e bakanlık teklif edilmesi, asıl olarak muhalefeti zayıflatma amacıyla yapılmış diğer hamlelerdi. Saadet Partisi’ne yönelik ittifak teklifi ise sağ seçmene küçük de olsa başka bir alternatif bırakmama niyetini yansıtıyor.
AKP kendisine muhalefet edebilecek diğer odakları da ihmal etmedi. Fethullah Gülen Hareketi’ne bağlı şirketleri ve medya gruplarını hedef alan operasyon 1 Eylül günü başlatıldı. Bizzat Erdoğan’ın talimatıyla medya üzerindeki baskı artırılarak egemen medyanın muhalif potansiyelinin neredeyse sıfırlanması, muhalif medyanın ağır sansür ve baskı ile susturulması yolunda adımlar tırmandırıldı. Sokak muhalefeti ise fiili OHAL koşulları ile tehdit ediliyor.
Görüldüğü kadarıyla, 7 Haziran’ın ardından ABD emperyalizminin açık, sermayenin ürkek eleştirilerine maruz kalan AKP, eski güzel günlere dönmekten çok, bu eleştirilerin yıkıcı hamlelere evrilmemesi için, sistemin temsil krizi karşısında “alternatifi olmayan parti” konumunu korumaya çalışıyor. AKP bunu başarırsa İncirlik Üssü’nü IŞİD karşıtı koalisyona açmak, talancı sermaye programını sürdürmek gibi hamleler sayesinde bütün çürümüşlüğüne rağmen egemenlerin onayını sürdürebilir.
Erdoğan’ın 30 Ağustos resepsiyonunda sarf ettiği “7 Haziran’da yaşananlar 1 Kasım’da yaşanmayacak” sözleri, muhalefetin bertaraf edilmesi koşuluna bağlı. Ancak savaş ve ekonomi politikaları nedeniyle gerilemesi süren AKP’nin, MHP, küçük sağ partiler ve Fethullah Gülen Hareketi karşısında elde ettiği başarıyı CHP, HDP ve toplumsal muhalefet karşısında da elde ettiğini söylemek güç. Solun gayrimeşru AKP iktidarı karşısında sokakta ve sandıkta kararlı tutumunu sürdürmesi halinde, önümüzdeki iki ay içinde ve sonrasında krizin sol lehine derinleştiği bir süreç yaşanması kuvvetle muhtemeldir.
Dipnotlar
[1] Sun Tzu, M.Ö. 6. yy.
[2] Tüketicinin kaybolan güveni AKP’ye de kaybettirecek, Kadri Gürsel, Al Monitor.