Yazının başlığının anlaşılması için 6 Eylül Ankara Barış Mitingi’nde olanların bir özetini geçmek gerekiyor. Barış isteyen insanlar bir araya geldi, izinli miting alanına doğru yürüdü. Fakat izinli miting bir engele takıldı! Engel, pankartlardaki “Saray” kelimesiydi. Yani aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın işaret ediliyor olmasıydı. Barış dayanışması için, barış mücadelesi için orada olanlar ne pankartlarından, ne de […]
Yazının başlığının anlaşılması için 6 Eylül Ankara Barış Mitingi’nde olanların bir özetini geçmek gerekiyor. Barış isteyen insanlar bir araya geldi, izinli miting alanına doğru yürüdü. Fakat izinli miting bir engele takıldı! Engel, pankartlardaki “Saray” kelimesiydi. Yani aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın işaret ediliyor olmasıydı.
Barış dayanışması için, barış mücadelesi için orada olanlar ne pankartlarından, ne de birlikteliklerinden vazgeçtiler. Alana yasal birtakım “nedenler”den ötürü giremeyenlerle beraber beklediler. Alana girmiş olan Özgür Lig grubu, LGBTİ aktivistleri ve kadınlar alana alınmayan örgütlerin yanına, dayanışmaya gittiler. Tabii mesele, son birkaç gündür yaşanan olaylarla beraber sadece Barış Mitingi meselesi olmaktan çıkmış durumda…
Şimdi…
AKP’nin Osmanlılaşan korkusu
Bu olayın satır aralarından çıkarılabilecek olan birtakım şeyler var. AKP, iktidarda olduğu yıllar boyunca, dini argümanları kullanmıştı. Bu dini argümanlarını desteklerken de “ecdad”ı işaret ediyorlardı, yani Osmanlı’yı. “Yeni Osmanlı” projesini hayata geçirmeye çalıştılar.
Temel olarak yapılan Osmanlı söylemini, Osmanlı’nın güçlü olduğu zamanlar üzerine kurmak ve kitlesi üzerinde bu hayal üzerinden bir hegemonya yaratmaya çalışmaktı. Bunu Türkiye halklarının iyiliği için değil tamamen kendisinin ve çevresinin sağlığı, sıhhati, çıkarı için yaptığını hafızamızda tutalım.
Bugün görülüyor ki Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi Osmanlılaştıramadıysa da kendisini bir Osmanlı cenderesinin içine sokmuş durumda.
Bu cendere, o “büyük” devletin çöküşünde yaşanan cenderedir. Tarihsel olarak “bakın, bu dönem şu döneme çok benziyor” demek çok gerçekçi olmasa da anımsayalım… II. Abdülhamit, belki de tarihte eşine az rastlanacak olan bir sansür seferberliği başlatmıştı. Tayyip Erdoğan’ı nereden hatırlattığını anımsatalım hemen: kendi sarayını işaret ettiği için “yıldız” sözcüğü ve “saray” sözcüğü yasaklanmış, bu sözcükleri taşıyan metinler sansüre uğramıştı. Tabii büyük burnuyla tanınan II. Abdülhamit’i anımsatması ihtimalinden dolayı “burun” sözcüğü de bu sansürden nasibini almıştır.
Tanıdık geldi mi? Bugün yaşananlar biraz da bu değil mi? Barış isteyenlerin pankartlarının “saray” sözcüğünü barındırmasından dolayı meydana alınmayışları… Saray sözcüğü ile kendisinin işaret edildiğini düşünmesi aslında iktidarı ne kadar da kendine ait gördüğünü göstermiyor mu (ki Saray’ı başka türlü anımsamak, düşünmek mümkün de değil)? Bu, II. Abdülhamit’in korkusundan başka nedir ki?
AKP’nin ve Tayyip’in krizinin ortaya çıkışı olarak savaş politikaları
Diğer bir satır arası ise şu: Tayyip Erdoğan, hegemonyasını sadece Saray’ı ve Saray’ın söylemleri üzerinden değil, devletin aygıtları aracılığıyla yaymaya çalışmaktadır.
Eskiden kamusal alanı söylemleriyle kurmaya, oluşturmaya çalışıyordu. Fakat, kitle tabanını da kaybettikten sonra artık bunu fiili bir şekilde, fiziksel alanda dayatmaya çalışmaya başlamış durumda. Çünkü, Haziran İsyanı sonrası sokakları o kadar da kolay kontrol edemediğini fark etti. Çünkü, sandıkta hep kazanacağını sandı fakat sandıklar bile artık onun için sandığı gibi değil! Çünkü, 7 Haziran sonrasında “halk, hükümete karşı oy verdiyse o halde halkı feshetmek gerekir” mottosuyla hareket etmeye başladı. İnsanları, seçimlerinden vazgeçirmek zorunda… Sandıkları “insansızlaştırmak” zorunda…
Tayyip Erdoğan, var olan savaşı Türk-Kürt savaşı haline getirmeye, vakti zamanında “elinin tersiyle ittiği”ni söylediği milliyetçi oyları toparlamak ve HDP’nin oylarını düşürmek için kullanmaya çalışıyor. En azından bu yöntemle kendisine zaman kazandırmaya çalışıyor. Böylesi bir çatışma zemininde, eskiden “e iyi ama devlet!” diyerek böylesi politikaları zoraki savunmak zorunda hissedenler eskisi gibi konumlanamıyor. Bir şeyler söylemektense, hiçbir şey söylememe yoluna kaymakta. Taraf olmaktansa tarafsızlaşmaya sürüklenmekte fakat AKP-Recep Tayyip Erdoğan, yürütmeye çalıştıkları savaş politikalarıyla kendilerini daha fazla teşhir etmekte. Haliyle de, tarafsızlaşmaya zorlananlar barış için kendi seslerini bulmaya çalışmaktadır.
Söylemsel olarak da artık “duble yollar”, “ AKP-dışı parti düşmanlığı” işe yaramadığı için son kavramlarına sığınıyor. Bu kavramlar da “milliyetçilik” ve “şehitlik” oluyor. Savaşın gerçek yüzü ise “milliyetçilik” ve “şehitlik” kavram setinin arkasına saklanıyor. Haliyle savaşın nedenleri, savaşın içeriği ve biçimi gözden kaybettirilirken, “şehitler” için “eylem” yapanlar aracılığıyla AKP’nin savaş politikası ve sonuçları –öldürülen çocuklar, askerler ve gerillalar – garanti altına alınmış oluyor.
Toparlayalım…
Korku, onlar için bizde olması beklenenden daha büyük bir gerçeklik. Yine de farkında olalım: mesele, kimin korkusunun kime galip geldiğidir. Onlar bizlerden çok daha fazla korkuyorlar. Haziran İsyanı ve Kobanê Direnişleri bunun en açık örnekleri. Haziran İsyanı ve Kobanê Direnişleri yan yana gelmesin diye çıkarmaya çalıştığı savaş hiç de onun istediği gibi gitmiyor. Dayanışmayı daha fazla kuruyoruz. Daha fazla el ele tutuşuyoruz. Daha da büyüyoruz. Hiçbir zaman zayıf olmamış olan biz, gücümüzün farkına varıyoruz. “Saray” kelimesinin, bizim tarafımızdan telaffuz edilmesi bile onları ürkütüyor. Varın hesabı buradan yapın!
Son bir mesele olarak… Penguen medyası hala iş başında, bu gerçeği unutmamak gerekiyor. Penguen medyası hâlâ işler vaziyette. Şuan Cizre’de neler olduğunu hala anlatmıyorlar. Hala saklamaya çalışıyorlar. Sanıyorlar ki oradaki kardeşlerimizin sesi olmayacağız, susacağız, unutacağız! Savaşa karşı barış dayanışması bizi şu sonuca götürüyor: Basın özgürlüğü yalnızca basın çalışanları için veya sadece haber alma özgürlüğü şeklinde değil, aynı zamanda daha haber verme özgürlüğüdür de. AKP’nin yürüttüğü savaşa karşı “haber verme hakkı”nı savunmak, orada yaşanan katliama karşı ses çıkarmak, barış şiarını yükseltmek demektir.
Onlar her şeyi bildiklerini sanadursun biz tarihe bakalım: yıkılan sarayların, kalelerin altında kalanlar halklar değil, saray içindekilerdir. Biliyoruz ki savaş kararları meclislerde alınır ama barış sokakta kurulur. Barış kendisini sokaklarda dayatır!
Bilelim ki çok daha fazla korkuyorlar! Bizden çok daha fazla çekiniyorlar! Onlar saraylarına hapsolmuşken biz sokaklardayız, meydanlardayız! Bizim şüphemiz olmasın! Onlarınsa hiç şüphesi olmasın!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.