Biyoçeşitlilik ve korunması ile ilgili bilinç yaratma çalışmaları yürütülmelidir. Zararın neresinden dönülürse kârdır deyimi yerine; piyasa sisteminden ne kadar çabuk çıkarsak, sıcak noktalarda o kadar nefes alabilir ve insanlık doğayla barışık şekilde yaşayabilir Giderek yaşlanan dünyamızda insan nüfusu artışını sürdürmeye devam ederken çevremizde yaşayan canlıların sayısı da maalesef azalmaktadır. İnsan kendine yer açarken yaşamı için […]
Biyoçeşitlilik ve korunması ile ilgili bilinç yaratma çalışmaları yürütülmelidir. Zararın neresinden dönülürse kârdır deyimi yerine; piyasa sisteminden ne kadar çabuk çıkarsak, sıcak noktalarda o kadar nefes alabilir ve insanlık doğayla barışık şekilde yaşayabilir
Giderek yaşlanan dünyamızda insan nüfusu artışını sürdürmeye devam ederken çevremizde yaşayan canlıların sayısı da maalesef azalmaktadır. İnsan kendine yer açarken yaşamı için vazgeçilmez olan canlıların yaşam alanlarını yok etmektedir. Bir Mona Lisa tablosu ya da bir heykel için gösterdiğimiz özen ve dikkati çevremiz ve bu çevrede yaşayan canlılar için gösteremiyoruz. İnsandan ziyade içinde bulunduğu piyasa sistemi doğayı acımasızca sömürürken biyoçeşitliliğide yok etmektedir. Bunun anlamı nedir? Anlamı insanın da sonu demektir.
Bakın Friedrich Engels ne diyor doğa hakkında: “Ne var ki, doğa üzerindeki insani zaferlerimiz nedeniyle gereğinden fazla gururlanmayalım, çünkü bu türdeki tüm zaferlere karşı doğa bizlerden intikamını alır. Her bir zafer, ilk aşamada beklediğimiz sonuçları önümüze serebilir ancak ikinci ve diğer aşamalarda oldukça farklı ve öngörülmemiş sonuçlar ortaya çıkar, ki bunların yalnızca ilk sonuçları ortadan kaldırması bile sıklıkla rastlanan bir durumdur.”[1] Evet, doğa intikamını almaktadır ve alacaktır eğer doğanın sınırlı olan kaynakları acımasızca talan edilmeye devam ederse.
Biyoçeşitlilik yaşayan organizmaların çeşitliliğidir. Bu çeşitlilik ne kadar zengin ise doğa da, insan da zengindir ve yaşamını sürdürmeye devam edecektir. Biyoçeşitlilik bir ekosistem, tür ve genlerin zaman ve mekan içinde çeşitliliği ve bu yaşam örgütlenmeleri arasındaki karşılıklı etkileşimidir. Ekosistemler aracılığıyla insan topluluklarının yaşamı söz konusudur. İlk biyoçeşitlilik sözleşmesi 1992 yılında yapılan Rio zirvesinde kabul edilmiştir ve 2010 yılında biyoçeşitlilik yılı olarak kutlanmıştır.
Bilim adamlarınca geliştirilen, son ve en önemli gelişmelerden biri de “gezegensel sınırlar” kavramıdır. Buna ilişkin olarak dünya sisteminde dokuz hassas eşik olduğu belirlenmiştir (ya da dikkate alınmaktadır) ve bunlar sırasıyla: (1) İklim değişikliği, (2) Okyanus asitlenmesi, (3) Stratosferdeki ozon eksilmesi, (4) Biyojeokimyasal akım sınırı (azot ve fosfor döngüleri), (5) Küresel tatlı su kullanımı, (6) Toprak kullanımındaki değişiklikler, (7) Biyoçeşitliliğin azalması, (8) Atmosferik aerosol yüklemesi ve (9) Kimyasal kirlilik olarak nitelendirilmektedir[2]. Bunlara daha farklı hassas eşikler eklenebilir kuşkusuz. Örneğin giderek artan çöp sorunu gibi.
Sıcak Noktalar:
Biyoçeşitliliğin azalması, tehlike altında olması ve geri dönüşün imkansız olması nedeniyle 1988 yılında Oxford Üniversitesi’nden Normand Myers biyoçeşitliliğin tehlike altında olduğu “sıcak noktaları” [hotspots] belirlemiştir. Sıcak noktalar deyince belki akla yanardağlar, kaplıcalar gelebilir ama değil. Sıcak noktalar biyoçeşitliliğin kaybolmakta olduğu ve gelecekte kaybolabilecek alanlardır. Myers bu alanlar için iki önemli ölçüt tanımlamış ve bu ölçütlere göre dünya genelinde sıcak noktaları seçmiştir. Birinci ölçüt seçilen alanlarda biyoçeşitliliğin tehdit altında (özellikle insan tehdidi) olması gerekir. İkinci olarak da bu alanlarda yerellik (endemik) özelliğinin olması, yani o yöreye ait türlerin olması gerekir. Kimi alanların sıcak nokta olabilmesi için en az 1500 tür bitki ve damarlı bitkiye sahip olmalı ve yerel bitkilerin de en az %70’ni kaybetmiş olmalı. Ekoloji ve ekonomi ilişkileri üzerinde çalışan Myers ilk önce, bitki türlerinin yüzde 44’ü ve omurgalıların (memeliler, kuşlar,sürüngen ve ikiyaşamlılar) yüzde 35’ini içeren ve dünyanın yüzde 1,4’lük bir alanını oluşturan 10 kadar bölge saptar ve daha sonra bu bölgelerin sayısı 25’e ve kapladığı alanda yüzde 2,3’e yükselir.
Bu hassas bölgeler 24 Şubat 2000 yılında Nature dergisinde yayınlanır. Yayınlanınca tüm dikkatleri de üzerine çeker ve özellikle Russel A. Mittermeier’in başkanlığını yaptığı ve 1987 yılında kurulan Uluslararası Koruma’da [CI] konuyla ilgilenmeye başlar. 2011 yılında sıcak noktaların sayısı 34 adettir. Koruma altına alınan bitkilerin yüzde 62’i ve omurgalıların yüzde 55’i bu alanlardadır ve dolayısıyla korunmaları ve özellikle de yeni sıcak noktalar da yaratmak gerekir çünkü bugünkü sıcak noktaların sadece yüzde 40’ı korunabilmektedir. Çoğu ülkelerde bulunan doğal parklar, rezervler ya da koruma alanları sıcak nokta anlamına gelmez ama bu bölgelerin yüzde 60’ı sıcak noktalarla örtüşür (Bu tür doğal parklar ya da koruma alanları turizme de yöneliktir ve sürekli ziyaret bu tür yerlere zarar vermektedir). Bu sıcak noktaların dışında kimi sivil toplum örgütlerinin belirlediği ve tanımladığı alanlarda bulunur ve mümkün olduğu kadar korunmaya çalışır. Bunlar 1922 yılında kurulan Birdlife (Kuşyaşamı) ile WWF’dir (World Wilde Found for Nature-Dünya Doğayı Koruma Vakfı).
Birincisi yerel kuşlarla da ilgilenir ve 218 adet EBA (Endemic Bird Area-Yerel Kuş Alanları) saptar ve bu alanlarda (50.000 km2’den az) yaklaşık 2500 tür bulunur ki bu da dünyadaki türlerin yüzde 26’yı kapsar. Sıcak noktalarla örtüşme yüzdesi yüzde 78’dir. İkincisi ise ekobölge tanımı yapar ve bu bölgeler kara, deniz, sulak alanları kapsar. Öncelikli 238 ekobölge tanımlamış olup sıcak noktalarla örtüşme oranı yüzde 60’dır. Birleşmiş Milletler’in Dünya Mirası listesi de bu tür alanlara katkı sağlamaktadır. Biyoçeşitliliği koruyan 6 sözleşme vardır ve her biri değişik alanları içerir ve koruma altına almaya çalışır (Bunlar sırasıyla 29 Aralık 1993 tarihli Biyoçeşitlilik kaynaklarının korunması, Yabani türlerin ticaretini engellemek için 3 mart 1973 tarihli CİTES/Vaşington sözleşmesi, Göç eden türlerle ilgili Bonn sözleşmesi, Tarım ve Gıda için fotogenetik kaynaklarla ilgili sözleşme, Nemli bölgelerle ilgili 2 Şubat 1971 tarihli Ramsar/İran sözleşmesi ve 1972 tarihli kültürel ve doğal mirası korumak için Dünya Mirası sözleşmesi). Gördüğümüz gibi bu tür kuruluşlarla giderek kaybolmaya başlayan bitki türleri, hayvanlar koruma altına alınmaktadır ve özellikle yakın zamanda kaybolma riski altında olan türler korumaya çalışılmaktadır. 2009 yılında yapılan bir ankete göre tahminen 17.000’den fazla hayvan ve bitki neslinin risk altında olduğu saptanmıştır ve risk giderek artmaktadır. Ama nereye kadar? Piyasanın kararları buraları da kapsamı alanı içine her an alabilir ki kimi şirketler biyo-banka adını verdikleri yolla eko-bölgeler satın almaktadırlar. Bu örgütlerin dışında CMP (Doğal parklarla ilgili kongre), UİCN (Doğa için küresel birlik), CMAP (Koruma altındaki alanlar için küresel komisyon) her 5 yılda bir toplanarak (önceden 10 yıl idi ve doğanın giderek tahribatını göz önüne alarak 5 yıla indirdi) sıcak noktalar ile ilgili karar almaktadırlar.
Daha çok tropikal bölgelerde yer alan sıcak noktalar içinde ülkemizinde kimi bölgeleri bulunmaktadır: Akdeniz bölgesi, Kafkaslar ve İran-Anadolu sıcak noktaları. Örneğin ülkemizde orkide tehdit altındadır (salep için kullanılmaktadır). Diğer kıtalar içinde birkaç örnek verebiliriz: Kuzey ve Güney Amerika’da Kaliforniya, Orta Amerika, Karayip adaları, Cerrado (Brezilya, Bolivya, Paraguay); Afrika’da Afrika boynuzu, Gine ormanı, Doğu Afrika ormanı, Madagaskar, Cap burnu; Asya’da Himalaya, Batı Çin dağları, Japonya, Filipinler; Okyanusya’da Polinezya, Yeni Kaledonya; Avrupa’da Akdeniz havzası ve Kafkaslar gibi. Kutuplar sıcak nokta olarak ele alınmamıştır. En zengin sıcak nokta tropikal And bölgesi, en iyi korunan ise Şili (Valdiria ormanı) ve Arjantin bölgeleridir. Sıcak noktalar dar bir alan olduğu gibi geniş de olabilir, bazen kıyı, ada olduğu gibi bir dağ’da olabilir. Bu noktalarda insanlar da yaşamaktadır ve km2’e düşen insan sayısı 4-332 kişi arasındadır ama insan varlığıyla ilgili bir ölçüt sıcak noktaların ölçütleri içinde bulunmamaktadır.
Sıcak noktaları tehdit eden etmenler ve alınacak önlemler:
Sıcak noktaları neler tehdit etmektedir? Türlerin kaybolması doğal bir süreçtir ama insan eliyle, daha doğrusu kapitalist sistemin açgözlülüğüyle daha da hızlanmaktadır. Tehditleri şöyle sıralayabiliriz: Kirlilik (su, hava, toprak): Sanayi, tarım ve kentleşmenin yarattığı kirlilik ve doğaya bıraktıkları çöp vb; doğal kaynakların aşırı kullanımı (aşırı avlanma, ormanların yok olması, gıda sanayinin doğal ortamı giderek teslim alması vb.) ve dolayısıyla doğal yaşam alanlarının kaybolması, kirlenmesi ve yenilenebilir kaynakların yok olması; yayılmacı/istilacı türlerin (bitki, hayvan) çoğalması, kullanılması; kapitalist etkinliğin ve teknolojinin zehirli meyvesi olan küresel ısınma (kutuplarda buzulların erimesi ve doğal yaşamı tehlikeye atması yada bitki ve hayvanların zorunlu göçü vb.); biyokorsanlık (yerel bitki/hayvan türlerinin ve bilgilerinin yasa dışı şekilde ele geçirilmesi ve patent alınarak korunması); sulak alanların azalması; kentleşmenin artmasıyla doğal alanların azalması; savaşlar, yerel çatışmalar.
Var olan ya da saptanan sıcak alanların korunması önemli olduğu kadar yenilerinin de saptanıp koruma altına alınması gereklidir. Bunun içinde personel ve mali kaynak gereklidir, ki şu anda yetersiz olduğundan biyokorsanlık ve para hırsıyla güdülenen piyasa sistemi yoluyla var olanlarda tehlike altındadır. Sıcak noktalar geçmişteki değişiklikleri gözönüne alıp sınıflama yapmaktadır. Şimdiki ve gelecekteki değişikliklerde dikkate alınmalıdır. Örneğin Kongo havzası sıcak nokta değildir ama zengin ve henüz el değmemiştir. Ama giderek ormanları ilgiyi çektiğinden acilen koruma altına alınmalıdır. Sıcak noktalar içinde denizlerle ve tatlı su alanlarıyla (göl, nehir) ilgili alanlar sınırlıdır ve genişletilmesi gerekir. Yeni alanların saptanması için veri gerekir, ki bu da dünya genelinde önemli bir eksiklik olup eldeki verilerde pek güvenli değildir. Sıcak noktaların saptandığı ülkelerin siyasi ve ekonomik durumu da dikkate alınmalıdır ve olaya sadece biyoçeşitlik açısından bakılmamalıdır. Yerel halkın görüşleri ve gereksinmeleri dikkate alınmalı ve işbirliği sağlanmalıdır ama ne yazık ki sıcak noktalarda yaşayan insanlarla ilgili yeterli veri yoktur. Her sıcak noktanın ayrı bir yönetimi vardır ve gerekirse yönetim sadece küresel ve yerel düzeye indirilmelidir. Sıcak noktaların gelişmiş ya da gelişmemiş ülkelerde olup olmaması da önemlidir ki bu da hem maliyet hem de finansman sorunlarını gündeme getirir. Uzmanlara göre bu noktaların korunabilmesi için 15 yılda 750 milyon dolar gerekmektedir. Kimi kez kayıpları en aza indirmek (insanın işgal edeceği alanı azaltmak) kazançları en çoğa çıkarmaktan (korumaya alınacak alan) iyidir.
Finansal ve siyasi bağımlılık altında yaşayan bir ülkeden sıcak noktaları korumasını istemek akıl dışıdır. Biyoçeşitlilik ve korunması ile ilgili bilinç yaratma çalışmaları yürütülmelidir. Zararın neresinden dönülürse kârdır deyimi yerine piyasa sisteminden ne kadar çabuk çıkarsak sıcak noktalarda o kadar nefes alabilir ve insanlık doğayla barışık şekilde yaşayabilir.
*
[1][2]: J.Bellamy Foster, Fred Magdoff: Her çevrecinin kapitalizm hakkında bilmesi gerekenler, Patika, 2014.
Diğer kaynaklar: İsmail Kılınç; İklim değişikliği ve Bitki ve hayvanların zorunlu göçü, sendika.org; ourplanet.com; fr.wikipedia; consoglobe.com; cnrs.fr; techno-science.net; develeoppement-durable.gouv.fr; les2005danslemonde.com; conservation-nature.fr; borealbirds.org;
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.