Biz söyleyince kızıyorsunuz, Žižek söylüyor: “Syriza’nın sunduğu tekliflere bakarsanız onların bir dönem standart ılımlı sosyal demokrat gündemin bir parçası olduklarını görürsünüz.” Böylece radikal demokrasinin sosyal demokrasinin postmodern bir versiyonundan başka bir şey olmadığını teslim etmiş olan felsefenin pop starı bu geri pozisyonun bile aldığı tepkiye şaşkın: “1960’ların İsveç’inde hükümetin programı çok daha radikaldi. Bugün aynı […]
Biz söyleyince kızıyorsunuz, Žižek söylüyor: “Syriza’nın sunduğu tekliflere bakarsanız onların bir dönem standart ılımlı sosyal demokrat gündemin bir parçası olduklarını görürsünüz.”
Böylece radikal demokrasinin sosyal demokrasinin postmodern bir versiyonundan başka bir şey olmadığını teslim etmiş olan felsefenin pop starı bu geri pozisyonun bile aldığı tepkiye şaşkın: “1960’ların İsveç’inde hükümetin programı çok daha radikaldi. Bugün aynı tedbirleri savunmak için radikal bir sola (?) ait olmanız gerektiği günümüz için üzücü bir işaret.” [Parantez içindeki “üzücü işaret” bana ait.]
Tarihte bütün olaylar iki kez yaşanır, ama ikincisi çok daha hızlı yaşanır.
15 Temmuz akşamı –tıpkı bir zamanlar Syrizalıların toplandığı gibi– parlamento önünde toplanmış gruba polis gaz bombalarıyla saldırdı. Sosyal demokrasinin 70 yılda aldığı mesafeyi radikal demokrasi 7 ayda aldı. Büyük halkçı iddiaların halka saldırıya dönüşmesi için bir kriz yetti.
Syriza halk düşmanı mı?
Değil elbette. En azından henüz…
Syriza’nın yolu Yunanistan’a düşen Türkiyeli devrimcilerle birçok kez dayanıştığını biliyoruz. Bizzat Çipras’la birlikte Türkiye’deki hapishane katliamlarına karşı pankart hazırladığını hatırlayan arkadaşlarımız var. Avrupa Sosyal Forumu için Atina’ya gittiğim ilk gece, sonradan Syriza’nın en önemli bileşeni olacak Synapsismos’un parti binasında kalmıştık. Duvarda büyük partizan komutanı Ares’in yanında Nâzım Hikmet’in posteri asılıydı. Bizi ağırlayan genç kadroların iyi niyetleri, mücadele azimleri gözlerinden okunuyordu.
Aradan geçen 9 yılda oy oranlarını hızla artırarak iktidara geldiler ve çok değil ha, 1 yıl önce birlikte gaz yedikleri insanlara gaz attılar. Çıldırmamak işten değil. Ama çıldırmamak, olaylara Marksist-Leninist kuramın berrak penceresinden bakmaya devam etmek gerek.
Yoksa iki tür yanılgının birine düşmek kaçınılmaz olur: Göreceğiz, Syriza’nın hızlı yükselişiyle büyük umutlara kapılanlar ya kinik bir karamsarlığa sürüklenecekler ya da şu veya bu mazeretle bu kara Temmuz gecesini savunacaklar: ‘Protestocuların yaptığı da iş midir yani? Syriza zaten AB tarafından köşeye sıkıştırılmış. Bu olur olmaz molotof atan anarşistler ve Syriza’yı referandumda bile desteklemeyen KKE’ciler de gitmiş çiçeği burnunda sol hükümeti zor durumda bırakıyor.’ (İyi de Troyka’ya karşı daha dün birlikte gaz yiyorlardı, onu ne yapacağız?)
Emperyalizmin yeni taktiği: Sıkıştır-Kurtar
Rojava ve Syriza örneklerini birlikte düşündüğümüz zaman emperyalizmin düzen içi sola karşı yeni dönemde uyguladığı taktiği çıkarsayabiliyoruz:
Kapitalizme karşı yanlarını törpüleyebilmek için köşeye sıkıştır
Başka alternatifin yoksa, yok olma noktasına geldiklerinde kurtar.
IŞİD’in pençelerinin hemen ucunda tutulan, ancak boğulma noktasında hava harekâtıyla desteklenen Kobanê’de bu taktiği çok net olarak gördük. Halkçı özellikler ve emperyalizmle ihtilaflı bir geçmiş barındıran PYD’nin emperyalist ittifakla ilişkilerinin sürekliliği bu sayede garanti altına alındı. Yüzlerce Kürdü ölümünü izleye ve ancak “kadayıfın altı kızarınca” müdahale eden Amerikancı Barzani güçleri de bu sıkıştır-kurtar taktiğinin suç ortağıydı.
Syriza için de aynı şey geçerli. Emperyalizm, sosyalizan özellikler barındıran bir hükümetin iktidara geçmesine –örneğin 1970’lerin yeni sömürgelerinde yaptığı gibi– cepheden muhalefet ve müdahale etmedi. Çünkü ve zaten, yolsuzluklarıyla ülkeyi iflasın eşiğine sürükleyen, Troyka’ya kölece bağlılığı ve azgın sömürüsüyle halk kitlelerinin nefretini kazanmış önceki hükümeti yerinde tutmak imkânsızdı. Şimdi de Syriza’yı, yeterince teslim olacağı kıvama gelinceye kadar köşeye sıkıştıracak.
Hemen eklemeliyiz: Bu sıkıştır-kurtar taktiği geçicidir. Zira radikal demokrasi şemsiyesi altında toplanan hareketler henüz oluşum aşamasında. 1970’lerin devrimci geleneğiyle 2000’leri anti-kapitalist mücadele geleneğinden yalnızca kurucu kadrolarını değil bazı halkçı ve kapitalizm karşıtı söylemlerini de miras almış radikal demokratların tam da bu aşamada bir rejime sokulmaları gerekiyor.
19. Yüzyıl komünist hareketinin içinden doğan fakat kapitalizmi kökten yıkmak yerine onun sömürücü dişlerini köreltmeyi tercih eden sosyal demokrasinin kapitalistlerin güvenli bir müttefiki haline gelmesi için onlarca yıl gerekti. Bu yıllar içinde komünistlere karşı desteklendiler ama aynı zamanda –özellikle faşizm koşullarında– komünistlerle birlikte ezildiler, kovuşturuldular.
Radikal demokratların bu süreci daha hızlı tamamlayacakları şimdiden belli. Hem sosyalist geçmişle çok daha zayıf bağları var hem de dünya artık iki kutuplu değil, yaslanacak bir sosyalist blok yok. Olsa olsa 1 buçuk kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. ABD ve Avrupa kutbundan kopup Rusya, Çin, İran gibi ülkelerden oluşan buçuk kutba yanaşma olanakları ancak teoride mevcut; en azından bu zamana kadar böyle bir kopuş olmadı. AKP’nin bu yöndeki imalı tehditlerini altı boş olduğunu, TC oligarşisinin emperyalizmin ağına milyon kere dolanmış bir sinek olduğunu biliyorduk. Yunanistan’da telaffuz edilen AB’den çıkma olasılığı da bir tehditten öte görünmüyor. Belki kısmi bir istisna, bölünerek de olsa bir kısmı Rusya yanına geçmiş olan Ukrayna.
Emperyalist sistem radikal demokratları kapitalizmin güvenilir bir müttefiki ve giderek gardiyanı yapana kadar sıkıştırmaya devam edecek. Eğer yeterince eğilip bükülürlerse, gün gün kapitalizm karşıtı özelliklerini çocuksu şımarıklıklar olarak geride bırakır, programlarında zaten rıza gösterilen “serbest” piyasa ile çelişkili tavırlarından vazgeçerlerse yok olmalarına izin verilmeyecek. Hemen yok olmanın eşiğinde, yaşamalarına daha bir süre izin verilecek. Emperyalizm, radikal demokratları bir yandan yaptırımlarıyla sıkıştıracak, diğer yandan kriz anlarında kendi halkıyla karşı karşıya gelmesinden faydalanacak.
Eleştirerek karşı tarafın değirmenine mi su taşıyoruz?
Peki, böylesi bir ortamda yapılan gösteriler onların işine yaramıyor mu? Cesaretle ve açık konuşalım: Yarıyor. Tıpkı HDP’nin barajı aşıp aşmayacağının belli olmadığı noktada yapılan eleştirilerin AKP’nin elini güçlendirmesi gibi; tıpkı Kobanê’de YPG’nin emperyalist koalisyonla girdiği ilişkilere yönelik eleştirinin Rojava’ya fazla faydası olmaması gibi Syntagma meydanında yapılan gösteri de dolaylı olarak –aslında fazla da dolaylı değil– Troyka’nın işine yaradı.
Ama unutmayın: Nasıl ki anti-emperyalist öncülleri ve devrimci eleştiriyi kuşatmaların en zorlusunda bile sandığa kilitleme lüksümüz yoksa, Yunan halkı da sol liberallerle azgın emperyalistler arasındaki küçük mevzi savaşlarını ciddiye almak zorunda değil. Radikal demokrasinin dar mahallesinde bu itişip kakışmalar çok önemli olabilir. Ama halk boğazına geçirilmiş zincir birkaç diş daha sıkılacakken ‘Ya aslında bu gardiyan öncekilere göre daha iyi niyetli, ona biraz destek olalım, fazla zorluk çıkarmayalım’ demez. Demeyeceğini bilerek politika yapacaksın. Halkla karşı karşıya gelmemek ilk ve son düsturun olacak.
Halka düşman olmayı yaparak öğrenmek
Sen onlara gaz atarken emperyalistler ellerini ovuşturuyor. Hem muhalifler zulüm gördüğü için, hem de bu zulmü senin elinle gerçekleştirip seni daha da köşeye sıkıştırdığı için.
Eski muhaliflerden halk düşmanları üretmenin en iyi yolu onları halka saldıracak hale getirmektir. Learn by doing diyorlar buna, “yaparak öğrenme.” DİSK’in sendika ağaları şu an nasıl işçilere saldırarak oligarşinin daha iyi müttefiki olmayı öğreniyorsa, Syriza da halka saldırarak halka düşman olmayı öğreniyor.
Şimdi acı söyleyelim: Eğer HDP de radikal demokrasinin liberal sularında ilerlemekten, halklarına henüz eser miktarda olsalar da giderek artan sayıda halk düşmanını almaktan, kendisini var eden silahlı mücadeleyi ve halkın kendini savunma hakkını meclis koltuklarında ilga etmeye çalışmaktan vazgeçmezse, aynı dersi öğrenecek. Eğer emperyalistlerle “cebren ve hile ile” de olsa girdiği ilişkileri sürdürür, “Toplumsal Sözleşme”sindeki kapitalizmle çelişik olmasa da ihtilaf halindeki yanları güçlendirmek yerine zayıflatırsa, Rojava yönetimi de öyle…
Ya içindesindir kapitalizmin ya da büsbütün dışında
Çünkü Rosa Luxemburg “Ya sosyalizm ya barbarlık” derken retorik yapmıyordu. Sosyalizmi “radikal demokrasi”, “demokratik modernite”, “özgürlükçü sol” vesaire ile ikame edilmeyeceğini biliyordu. Çünkü daha onun zamanında, bu sayılanların ağababası sosyal-demokrasi, halkı savaş kasaplarına satarak ihanetinin ilk perdesini oynamıştı bile.
O diyordu ki, sosyalizmi seçmezsen barbarlığı seçersin. Seçmezsen seçtirirler. Ara yol icat ettiğini sanırken kavşağın sağında sürüklenirken bulursun kendini. Çünkü ya içindesindir kapitalizmin ya da büsbütün dışında.
Kimse “Kenarda durup kıs kıs başarısız olmalarını bekliyorlar…” diye avutmasın teorik çıkmazını. Tersine Yunanistan’da ve İspanya’da, Kuzey ve Doğu Kürdistan’da hâlâ halkın yanında duran her inisiyatif için tek dileğimiz parlak bir başarı. Ama emperyalizmin sömürgesi, dilerseniz, “müttefiki” olmak değildir başarı; ona ve çürümüş kapitalizmine yüksek perdeden bir OXİ çekmektir.
Bu yazı Gezite.org ve Sendika.Org için birlikte hazırlandı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.