Suruç’taki katliamla birlikte AKP’nin IŞİD’e dair tutumunda ciddi bir değişiklik gözlemlenmektedir. Hükümet tarafından ilk andan itibaren saldırının canlı bomba sonucu gerçekleşmiş olabileceği ifade edildi. Bu tür kanlı saldırılar her zaman adres olarak doğrudan El Kaide’yi işaret etmektedir. Suriye’de 4.5 yıldır bu tür kanlı saldırıları olan ve Türkiye’yi mekan edinen El Kaide uzantılı örgütlerin hepsini çağrıştıran […]
Suruç’taki katliamla birlikte AKP’nin IŞİD’e dair tutumunda ciddi bir değişiklik gözlemlenmektedir. Hükümet tarafından ilk andan itibaren saldırının canlı bomba sonucu gerçekleşmiş olabileceği ifade edildi. Bu tür kanlı saldırılar her zaman adres olarak doğrudan El Kaide’yi işaret etmektedir. Suriye’de 4.5 yıldır bu tür kanlı saldırıları olan ve Türkiye’yi mekan edinen El Kaide uzantılı örgütlerin hepsini çağrıştıran bir eylem biçimidir esasında. Başta Nusra Cephesi olmak üzere, IŞİD ve hatta ÖSO’nun da eylemi olabilirdi. Hatırlanacağı üzere eğit-donat projesi “ılımları eğitip donatacağız” başlığıyla ilan edilme aşamasındayken, ‘adı var kendi yok ÖSO’ kanlı bir saldırıya imza atarak, eğit-donatçıların dikkati nazarına kendini sundu. Bu görücüye çıkma pratiğinin hedefinde Suriye İkrime’de yaşları 6-12 arasında değişen çocuklar vardı. ÖSO, iki bombalı araçla okul çıkışında kanlı eylemini gerçekleştirerek sahada “etkili” olduğu mesajını vermiş oldu. Bu tür kanlı eylemlerle varlığından söz ettirmek istemesinin temel nedeni, Suriye’de varlık gösteren bütün cihatçı örgütlerin bombalama eylemleri ve intihar saldırılarıyla kitlesel katliamların altına imza atarak efendilerine “kendilerini” ispatlamalarıdır. Başta Nusra Cephesi ve IŞİD olmak üzere bütün cihatçı örgütlerin başvurdukları temel eylem biçimi bombalı araçlarla ve canlı bomba intihar saldırılarıdır.
El Kaideci intihar komandoları olarak yetiştirilen Angimas (Al-Anğimasiyun) örgütlerinden daha önce çokça söz etmiştik[1]. Bu birimler El Kaideci örgütlerin intihar komandolarıdır. Hem IŞİD’in hem de Nusra Cephesi’nin bu intiharcı birimleri vardır ve her yerde kullanılmaktadırlar. Özellikle İdlip ve Cisr Eş-Şuğur saldırısında Angimas intiharcıları fazlaca kullanıldı. 4.5 yıllık Suriye savaşının en büyük ve donanımlı cephesi olan Fetih Ordusu’na rağmen cihatçıların İdlip’i ele geçirmeleri yine uzak bir ihtimalken, bu intiharcı birim sayesinde Nusra önderliğindeki bir savaşla İdlip düştü.
Canlı bomba fedaisi olarak yetiştirilen Angimas’ın hangi örgütün intiharcı birliği olduğu, canlı bomba eylemleri IŞİD’in mi, Nusra’nın işi mi olduğu yönündeki soruların keskin hatlarla ayırt edici yanıtları yoktur. Çünkü canlı bomba her ikisinin ve bütün El Kaide uzantılı örgütlerin eylem biçimidir. Angimas da esasında El Kaide’nin, yani IŞİD ve Nusra’nın intihar komando birlikleridir. Nusra da IŞİD’in çocuğu olarak IŞİD tarafında Suriye cihadına gönderilen El Kaide koludur. 2011 yılının sonlarında bizzat IŞİD tarafından (o zamanki ismi Irak İslam Devleti-İD) Suriye’ye gönderildiğinden bu güne kadar savaş yöntemi olarak en çok intihar eylemleri yapmış, kanlı saldırıların ve kitlesel katliamların altına imza atarak sahada kendine “etkin” bir pozisyon sağlamıştır. Irak İslam Devleti, IŞİD olarak Suriye’ye girdiğinde koltuğunun altında, Nusra’nın Suriye’de kullandığı intiharcı birliklerinden bolca vardı. Yani sade bir deyimle hem Nusra’nın hem de IŞİD’in Angimas’ları var ve en kanlı eylemleri bu birlikleri aracılığıyla gerçekleştirmektedirler.
Suruç’taki kanlı eylem ve çağrıştırdıkları
Bu uzun açıklamadan sonra her canlı bombanın aslında ilk çağrıştıracağı adres El Kaide’dir. Yani Nusra’dır, IŞİD’tir, Feleyku-Şam’dır, Ahrarcılardır ve diğerleri. Cilvegözü patlamaları, Reyhanlı Katliamı, Kobanê’ye bombalı saldırılar ve en son Suruç Katliamı. Hepsinin ortak özellikleri, Suriye’de hemen her gün gerçekleştirilen eylemlerle aynılığı ve El Kaide’nin kanlı savaş aracı olan intihar saldırılarını çağrıştırmasıdır. Yıllardır bu kanlı saldırıların muhatabı olan Suriye hangi eylemin kimden geldiğini bilir. Ama kanlı savaşı geriden ve sinsice yöneten Türkiye için durum farklıdır. Bazen “ateşle oynayan, ama oynarken acemice kendi evini yakan” taraf oluyor ve evini yakan kanlı saldırıları manipüle etme telaşına giriyor. Suruç’a kadar hiçbir saldırının doğru adresini vermeyen, bu saldırıları “ezeli düşman” ilan ettiği Esad’a yıkmakta pek aceleci davranan, eline ayağına dolandıkça uyduruk failler bulan AKP, Suruç’ta farklı bir refleks gösterdi. Hatırlanacağı üzere Cilvegözü ve Antep’te bir dizi patlamalar gerçekleşti ve AKP hepsinin sorumluluğunu Şam yönetimine yükledi. Keza Reyhanlı Katliamı’nın gerçekleştiği zaman diliminde bütün kameralar karartılmış, delillerin yok edilme telaşı sürerken Beşşar Esad suçlu ilan edilmişti. Ama Suruç’ta AKP ilk kez refleksif olarak değil, gayet hazırlıklı olarak doğrudan IŞİD’i işaret etti. Adana, Mersin, Diyarbakır saldırıları ve 25 Haziran’daki Kobanê Katliamı’nda “kendi kendilerini öldüren Kürtler” minvalinde bir dille adeta ölenleri sorumlu gösteren aynı AKP’nin Suruç’taki tavrı neden farklı? Düşündürücü olan bu kısmıdır. Bu tavır alış birkaç açıdan analiz edilebilir.
AKP’nin ortak deklarasyon talebi, sorumluluğunu paylaşma hamlesidir
Hükümetin bütün partilerden IŞİD’e karşı ortak deklarasyon talebi ne anlama geliyor? Bu güne kadar hiçbir eleştiriye kulak asmayan, adeta burnundan kıl aldırmaz edasıyla dış politikadaki yanlışa devam eden AKP, şimdi neden diğer partileri ortak etmek istiyor? Ortak deklarasyonun anlamı; “IŞİD tehlikesi büyüktür, gelin birlikte hareket edelim” olarak okunabilir ya da AKP dış politika bataklığında boğazına kadar battı demektir. Zaten dış politikası çoktan iflas etmişti ama yeni “derin stratejilerle” atağa geçtikçe başarısızlığının üstünü örtüp, yeni saldırılarla idealine odaklanmayı ısrarla sürdürdü. Bu arada stratejik müttefiklerinin tavır değiştirme hamlelerinden dolayı kendisine dönecek olan “cihatçıları besleme ve destekleme” belasını da hep öteledi.
Ama artık stratejik ortaklar sırt çevirmeye ve başka stratejik müttefik arayışına yönelmeye başladılar. ABD için artık “Ortadoğu bataklığından asgari zararla çıkılabilir” formülünün içinde Kürt hareketi vardır. Giderek daha da belirginleşen bu stratejik yönelim, AKP’nin yalnızlaşma yolunda hızla yol aldığını gösterdi. Suriye’de “düşman Esad’ın” yanına bir ezeli düşman daha eklendi; Kürt kantonları ve PYD realitesiyle karşı karşıya geldi. Ve bütün ektiği rüzgarı şimdi fırtına olarak biçecek noktaya vardığını anladı. Şu anda kanımca bundan sıyrılma taktiklerini devreye sokuyor. Taktiksel olarak ilk adım, adı IŞİD’le anılan bir iktidar olsa da, IŞİD tehlikesine dikkat çekip, hezimetin ve belanın sorumluluğu altına diğerlerini çekme, yani yükü paylaşma kurnazlığıdır; “Gelin ortak deklarasyon yayınlayalım, IŞİD’i durduramazsak birlikte sorumlusu olalım” taktiği…
AKP gerçekten IŞİD’in hedefinde mi?
Sözde AKP’ye yönelik IŞİD tehditleri medyaya servis edilmeye başlandı. Öncelikle şunun altını çizelim ki, AKP’nin besleyip büyüttüğü cihatçı örgütlerin hiçbiri için, “tamamen kontrol altındadırlar” denilemez. Örgütlerin tümüyle AKP’nin doğrudan ilişkisi olsa da Suud, Katar ve İsrail (kısmen de Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri) istihbaratlarının bu örgütler üzerindeki kontrol gücüyle sürekli rekabet halindedir. Yani her zaman AKP’nin kontrolünde değillerdir. AKP’nin kontrol gücünün açıkça İhvancılar üzerinde görüldüğünü söyleyebiliriz. Özellikle IŞİD’in Tel Abyad’tan çıkarılmasından sonra öfkesini kontrol edemeyen AKP’nin “YPG IŞİD’ten daha tehlikelidir” tepkisiyle beraber açığa çıkan PYD ve YPG karşıtı cihat çağrılarında görüldüğü gibi, Şam Cephesi’ndeki İhvancıları doğrudan yönetmiştir[2]. AKP ne talep ettiyse yapan örgütler sıraya dizilip PYD aleyhinde bildiriler, fetvalar yayımladılar. Ancak bunun gibi IŞİD ya da Nusra’yı her daim yönetebileceğini zannetse de doğrudan kontrolün her zaman mümkün olmadığı ortadadır. Nusra da, IŞİD de kontrolden çıkarlar ve çıktılar da. Nusra Cephesi’nin Reyhanlı saldırısında kontrolden çıktığını ve AKP’yi hizaya sokmak için adım attığını söyleyebiliriz. IŞİD de kontrol’den çıkar elbette. Ama IŞİD’in Suruç Katliamı’ndan hemen sonra AKP’yi tehdit ettiğini kontrolsüzlük olarak görmek doğru değildir. Tersine tamamen kontrollü ve adeta ısmarlama bir tepki verdiğini söylemek daha doğru olur. Ama hangi IŞİD?
Birincisi IŞİD’in homojen bir yapısı yoktur. Kendisini destekleyen ülkelerin kadrodaki temsiliyetleri bile değişkendir. İkincisi AKP’yi tehdit eden IŞİD’in Türkçe yayımlanan dergisi, Türkçe yazan-çizenlerin kontrolündedir ve Türkiye’den (hatta AKP’den) çok bağımsız olarak görülemez. Öte yandan IŞİD’in Arapça yayınlarında AKP’ye yönelik bir tehdide henüz rastlanmadı.
AKP’ye yönelik IŞİD tehditlerinin temelinde “Erdoğan’ın Kürtlere/PKK’ye yardım ettiği” tezi yer alıyor. Bu sözde tehditle yaratılmaya çalışılan algı şöyle okunabilir: Bakınız, IŞİD’e yardım ve yataklıkla suçlanan AKP, IŞİD tarafından da PKK ve YPG’ye yardım etmekle suçlanıyor.” Yani aslında AKP’nin IŞİD’e yardım ettiğine dönük bütün kanıtları boşa çıkarma hamlesidir. Son zamanlarda AKP ibreyi mezhep çatışmasından etnik çatışmaya çevirmişti zaten. Dolayısıyla bu hamleyi, “hem IŞİD bataklığından sıyrılma, hem de iç siyasete dönük etnik temelli bir mesaj” olarak okuyabiliriz.
AKP’nin sözde IŞİD karşıtlığı ve imdada yetişen Nusra Cephesi
AKP yıllardır Suriye’de cirit atan, kafa kesen, ülkeyi kan gölüne çeviren cihatçı örgütlerin hepsine elini uzatanların en başında yer alıyor. Bu örgütlerle stratejik müttefikliğine güvenerek adım attığına bir kez daha tanık oluyoruz. Suruç Katliamı’yla birlikte “IŞİD’i hedef alma” taktiğinde de imdada yetişen Nusra Cephesi oldu. Nusra Cephesi kurucularından Huzayfe Abdullah Azzam’dan ilginç açıklamalar geldi. Suruç Katliamı’ndan sonra Azzam’ın Twitter hesabından yazdıklarına göre IŞİD, zamanında Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammed Golani’den Türkiye’yi bombalamasını istemiş, fakat Golani bunu kesinlikle reddetmiştir. Azzam’a göre IŞİD ile Nusra arasındaki ihtilafın temel sebebi buymuş.[3]
Huzayfe Abdullah Azzam, El Kaide kurucularından biri olan Abdullah Azzam’ın oğludur[4] ve Türkiye sınırındaki İdlip’te Nusra Cephesi’nin başında bulunuyor. Yani Türkiye ve MİT’le sıkı temas içinde olduğu biliniyor. Bu haberin Suriye basınında yer almasının ardından görüşüne başvurduğum Suriyeli bir gazeteci şu değerlendirmeyi yaptı: “Nusra’ya bu demeci sanki Erdoğan ısmarlamış gibi… Yani Nusra Cephesi aracılığıyla da sözde IŞİD’in ‘epey zamandır AKP ve Türkiye düşmanı’ olduğunu ispatlama çabası söz konusudur. Nitekim Davutoğlu bilumum savunma mekanizmalarını devreye sokarak, IŞİD’i terörist örgüt olarak ilk ilan eden hükümet” olduklarını söyledi. Kimsenin ruhunun duymadığı bir ilanı ortaya atmış oldu. Ve tam bu esnada Nusra Cephesi’nden AKP’yi “aklayacak” olan bu açıklama geldi. Şimdi kritik yapmak serbesttir. Davutoğlu’nun IŞİD’i terörist ilan ettikleri tarihe dair “git-gel”leri mi kritik edelim, yoksa terörist ilan ettikleri örgüt için “öfkeli gençler” tabirini mi, ya da terörist dediği örgütle “petrol alışı-gıda verişi”nin kritiğini mi yapalım?
Bütün bu kritikler bir yana, bu arada sözde (ve zoraki olarak) IŞİD’le aralarına mesafe koyarmış gibi yaparken, Suriye savaşındaki emellerinden bir nebze vazgeçmediklerini, IŞİD yerine Nusra’yı cilalayarak ittifaklarını yeniden altın tepsiyle sunmaya çalıştıklarını göz ardı etmemek gerekir. “Ilımlımız Nusra” sunuşudur bu.
IŞİD, Suruç Katliamı’nı neden üstlenmedi?
El Kaide’nin bütün yavru örgütleri gibi IŞİD’in de en önde gelen özelliği, yaptığı eylemi hemen üstlenmesidir. Fakat Suruç Katliamı’nı hala üstlenmiş değildir. Bilinen şu ki, ABD ve Avrupa medyası da dahil, 2011’den beri büyütülen savaş medyasının tamamı, IŞİD’in ne kadar tehlikeli olduğunu reklam ederek psikolojik savaş aracı haline getirdiler ve güçlendirdiler. Bu savaş taktiğine göre, psikolojik savaş aracını IŞİD’in kendisinin kullanmaması, yani saldırıyı üstlenip kendini reklam etmemesi beklenemez. Her eylemini anında üstlenen IŞİD, bu kez Suruç’taki saldırıda AKP hemen adres olarak kendisini işaret ettiği halde bu saldırıyı neden üstlenmedi? (ve hala üstlenmiş değil)
Akla gelen birkaç ihtimal: Birincisi; Rakka’daki IŞİD gerçekten bu saldırıyı yapmamıştır ve bu kez AKP’nin işini kolaylaştıracak bir demece de yanaşmamıştır. Öte yandan yerli IŞİD’ciler ve MİT ortaklığı, her zaman IŞİD liderliğiyle bir noktada ortaklaşacaklarını hesap ettiler ama bu kez yanıldılar ve bunları ortada bıraktı. Bu da bir ihtimaldir.
İkincisi; IŞİD sadece Suriye ve Irak’ta ya da Arap coğrafyasında değil, aynı zamanda Türkiye’dedir ve yerli IŞİD’cilerin İstanbul’da aleni gövde gösterisine dönüşen potansiyelleri vardır. İçeride ve dışarıda AKP’nin elinin altında muhalefete karşı her zaman bir IŞİD tehdidi söz konusudur. Buradan şu ihtimal de cepte tutulabilir: Yerli IŞİD tehdidi devreye sokuldu ama dışsallığını açıklamada beceriksizlik yaşandı ve ellerinde patladı. Yani eylem içeriden örgütlendi, göz yumuldu. Sonra dış tehdide bağlanacaktı. Ama IŞİD üstlenmedi ve ellerinde kaldı. Bu senaryoya göre Suruç’un günahı daha çocuk yaştaki iki faile yüklenip örgütsel bağ kurulmaz ise, ya da “failleri yönlendiren yok, güvenlik zafiyeti de yok, iki çocuğun aklıyla oldubitti” denilirse şaşırmayalım.
Suriye politikasının iflası ve geri dönen canavar
AKP, Suriye politikasında kendi yarattığı kanlı entrikaların içinde boğazına kadar battı. Var ettiği/büyüttüğü bütün cihatçı terör labirentinde yolunu kaybediyor. 2011’den beri “AKP’nin Suriye ateşinde oynadığı rolden dolayı bu ateşin dönüp yakacağı yer Türkiye’dir” dedik. Şimdi o noktadayız. Komşunun evini yakan AKP, bu ateşin türbülans etkisiyle ülkeyi karşı karşıya getirmiş durumda.
Dış politikasının iflas ettiğini, bu hırslı ve yanlış politikadan dolayı Suriye’de, Irak’ta ve ülkemizde yiten onlarca canın sorumlusu olarak hesap sorulması gerektiğini ortaya koyan bir siyasi irade gerek. Çünkü 4.5 yıldır göz göre hem Suriye’yi hem de Türkiye’yi bu hale getiren bir AKP hayalciliğine adeta göz yumuldu. Suruç Katliamı’nı değerlendiren CHP Sözcüsü Haluk Koç, “IŞİD terörü Türkiye’ye ithal edilmiş durumdadır” ifadesini kullandı. İşte “göz yumulan” ya da farkında olunmayan nokta burasıdır. AKP, IŞİD’i Suriye’ye ihraç edenlerdendir ve Türkiye’ye ithal edilme gereksinimi yoktur, çünkü daha Türkiye’de “ihraç fazlası” bol bol IŞİD’ci vardır. Hatta Türkiye IŞİD’i vardır. İstanbul’da aleni gövde gösterisi yapana kadar farkında olunmayan, gövde gösterisine rağmen lafı edilmeyen bir Türkiye IŞİD’ine göz yumulmuştur.
IŞİD, Suriye’deki canavarlardan sadece bir tanesidir
Diğer önemli konu da, Suriye’de vahşet yaratan sadece IŞİD’miş gibi hareket edilmektedir çoğunlukla. 4,5 yıldır dünyanın küresel bloğuna karşı direnen Suriye halkları sadece IŞİD’le değil, yanı sıra IŞİD öncesi ve sonrasında bilumum IŞİD türevleriyle savaş halindedir. Savaşın bu boyutu bütünlüklü olarak görmezden gelinmeye ve insan ciğeri yiyenlerin dahi “masum” (ılımlı ve hatta devrimci) muhalif gibi gösterilmeye devam ettiği sürece yeni yeni IŞİD’ler katliam yapmaya devam eder ve katliamları görünmez kalır.
Suriye’de beslenen Nusra’dan IŞİD’e kadar yüze yakın canavar örgüt var. Dahası Türkiye’nin IŞİD’i, Nusra’sı, ÖSO’su olduğunu da unutmayalım. Bununla beraber en kabul edilemez olanı da, Suriye’de küresel saldırı karşısında 4.5 yıldır devam eden onurlu direnişlerin hiçleştirilmek istenmesidir.
Ve son olarak gerek Suriye’deki tehlikeyi salt IŞİD’ten ibaret olarak görmenin, gerekse de AKP’nin IŞİD karşıtı olduğunu ilan etme çırpınışlarının işaret ettiği risk şudur: Suriye’ye askeri müdahale için çırpınan AKP, tam da şu anda bütün dünyanın sözde IŞİD’e karşı birleştiği bir anı fırsata çevirmek isteyecektir. Olabiliyorsa ortak deklarasyonla safına kattığı muhalefetten alacağı destekle Suriye’ye girme hamlesini deneyecektir*. Gerekçesi de hazırdır: Dünya IŞİD’e karşı, üstelik IŞİD hem ülkemizi kana bulamaya başladı, hem de hükümetimizi tehdit ediyor. IŞİD’e karşı birlikte imza da attık. Daha ne duruyoruz? Gerek Suriye’ye karadan fiil müdahale, gerekse de İncirlik üssünü kullandırarak hava müdahalesi için IŞİD tehdidini fırsata çevireceği andır.
İşte bu yüzden savaşa karşı duruşu bu bütünlüklü bakışa göre örmek, bir daha hiçbir canın yanmaması için katilleri ve bu kirli savaşın yürütücülerini doğru tarif etmek bir zorunluluktur.
Dipnotlar:
*Sendika.Org’un notu: Bu yazı gün içinde TSK ile IŞİD çeteleri arasında yaşanan çatışmalardan önce kaleme alınmıştır.
[1] http://www.sendika.org/2015/04/akpnin-egitip-donattigi-soykirim-ordulari-hamide-yigit/
[2] http://www.sendika.org/2015/06/akp-neden-isidin-yasini-tutuyor-ypg-soykirim-iddialari-ve-objektif-tutum-uzerine-hamide-yigit/
[3] http://asianewslb.com/vdcjthevxuqetyz.3ffu.html
[4] Abdullah Azzam, Bin Ladin’den çok önce El Kaideyi kuran ve finanse eden kişidir. Kendisi Filistin kökenli olup Suudi istihbaratıyla iş gören bir El Kaidecidir. Ayrıntı için bkz. Hamide YİĞİT, AKP’nin Suriye Savaşı Savaşı, “El Kaide Suriye’ye nasıl girdi” s:79
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.