Küresel hesaplar ve pozisyon alışlar değişiyor, dünkü kurulan medyatik dil bu gün tam tersine dönebiliyor ve denklemin belirleyenleri farklılaşabiliyor ama değişmeyen tek şey, Suriye’de çatışmaların yaşandığı her karış toprakta halkların çektiği acı ve savaşın yarattığı yıkımdır. Ve galiba tek gerçek, tek nesnel olan budur ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun hava desteği ile Til Abyad IŞİD’in elinden […]
Küresel hesaplar ve pozisyon alışlar değişiyor, dünkü kurulan medyatik dil bu gün tam tersine dönebiliyor ve denklemin belirleyenleri farklılaşabiliyor ama değişmeyen tek şey, Suriye’de çatışmaların yaşandığı her karış toprakta halkların çektiği acı ve savaşın yarattığı yıkımdır. Ve galiba tek gerçek, tek nesnel olan budur
ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun hava desteği ile Til Abyad IŞİD’in elinden kurtarıldı, fakat ondan sonra AKP’nin gizleyemediği rahatsızlığı da patladı. Ancak IŞİD’i yenilgiye uğratanlar hem ABD hem de YPG’nin ittifakı olan Burkan el Fırat koalisyonu olduğu halde şimşekler sadece YPG’ye çevrilmiş durumda. Üstelik göstermelik de olsa AKP’nin bu koalisyona dahil ettiği ÖSO bileşenlerine dönük hiçbir laf yok. Aslında AKP’yi rahatsız eden şey Türkiye sınırında 400 km’ye yakın bir alanın Kürtlerin eline geçmesi değil, Kürt oluşumlar içerisinden PYD’nin eline geçmiş olmasıdır. Ve birden akıllarına Suriye’nin bölünmek istendiği geldi. Sanki 2011’den bu yana Suriye üzerinden haritayı parçalayan bir senaryoyu hayata geçirmeye uğraştıkları yok sayılabilirmiş gibi…
AKP’nin öfkelenmesinin en önemli nedeni, elinin altındaki diğer taşıma örgütler gibi PYD’nin Suriye hükümetine karşı koşulsuz işbirliğine yanaşmaması ve bu yapının sahada neredeyse hepsinin toplamından daha fazla başarı elde etmiş olmasıdır. Bu yüzden PYD’yi hedef alan sahadaki her cihatçı örgütün bugünlerde ağzından düşürmediği şey, “PYD’nin Esad’ın işbirlikçisi” olduğu söylemidir. “İşbirlikçi mi değil mi” meselesinden öte, PYD’nin Şam’a karşı işbirlikçiliğe zorlandığı ve buna yanaşmayıp her tarafa yönelik ölçülü mesafeyi koruduğu biliniyor. Belki de AKP’nin öfkesi bundandır ve öyle bir kontrolsüz öfke ki, IŞİD’le ortaklığını daha bir belirgin hale getirdi. Diğer yandan AKP’nin güdümündeki diğer cihatçı örgütlerin de aslında IŞİD’den farklı olmadıkları ortaya çıktı bu süreçte. Çünkü Ahrar-üş Şam’dan ÖSO’ya, Ceyşul İslama’a kadar birçok cihatçı örgüt şu anda “AKP’nin IŞİD yasını” tutuyor, PYD’ye saldırıyor…
Medya döndü: “PYD DAEŞ’ten daha tehlikeli!..”
IŞİD’e bir ültimatomla aynı anda “DAEŞ” demeye başlayan iktidar medyasının Til Abyad’tan sonra attığı manşet bu. Fakat bunun öncesinde PYD ile ilgili soykırım iddiaları Haseke’de başlamıştı aslında. Sanki Til Abyad’a olacaklar (Arap ve Türkmen nüfusun sınıra dayanacağı) önceden biliniyormuş gibi.. Zira Haseke’de Suriye ordusu ile YPG’nin IŞİD’e karşı savaşı devam ederken, YPG’nin Arapları yerlerinden ederek toplu göçe maruz bıraktığı söylenmeye başlamıştı. Bu yüzden Til Abyad’tan önce Haseke olaylarını anımsamakta yarar vardır.
Haseke’de ne oldu? Til Abyad’tan önce IŞİD kuşatması altındaki Haseke kırsalında hem YPG hem de Suriye ordusu ve yerel Savunma Birliklerinin (Ulusal Savunma Güçleri – NDF) IŞİD’e karşı 3-4 gün devam eden yoğun bir savaşı yaşandı. Haseke’nin kuzeydoğu kırsalında Mes’udiya ve Til Brak çevresinde YPG IŞİD’e karşı savaşırken, eş zamanlı olarak güney kırsalında birçok noktada Suriye Ordusu ve NDF güçleri IŞİD’le çatıştı (Şu anda da her iki kutupta yine YPG ve Suriye Ordusu’nun hala IŞİD’le savaşı devam ediyor). Soykırım iddiaları da önce Haseke’de bu süreçte dillendirildi.
YPG “Sünni” Arapları evlerinden etmiş, ekinlerini yakmış!…
İddiaya göre YPG Haseke kırsalında IŞİD’ten ele geçirdiği köylerde Arap nüfusu göçe zorlamak için tarlalarını ateşe verdi, tarım arazilerindeki bütün ekinleri imha etti… Bu iddiayı dile getirenlerin referans aldıkları kaynakların tamamının “muhalif siteler” olması dikkat çekicidir. Arap medyasında ve Suriye basınında “muhalif siteler” haricinde bu iddiayı doğrulayan hiçbir kaynağa rastlamadım. Kaldı ki IŞİD Haseke’nin güneyinde Suriye ordusu tarafından yenilgiye uğratıldıktan ve kentin güvenliği sağlandıktan sonra –tam da bu soykırım ve göç iddialarının dile getirildiği süreçte- Suriye Başbakanı Nadir Halaki kalabalık bir heyetle Haseke’ye gitti ama bu iddialara dair hiçbir açıklama gelmedi. Suriye basınında sadece Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın özel görevlendirmesi ile Haseke’ye gittikleri yazıldı. IŞİD’den kurtarılan bölgelerde inceleme yaptılar, yaralıları hastanede ziyaret ettiler ve yetkililerle görüşerek gezi programının hedefini şu şekilde açıkladılar: “Terör nedeniyle durma noktasına gelen sanayi ve tarım faaliyetlerini yeniden canlandırmak”. Suriye hükümetinin, Haseke ekonomisini canlandırmak için önemli bir bütçe ayırdığı da bildirildi. (Başbakan Halaki Haseke için 1,3 milyar Suriye Lirası ayırdıklarını açıkladı).
Haseke’de Arap nüfusun zorla göç ettirildiğine dair Suriye medyasında hiçbir haber yer almazken, ÖSO ve Fetih Ordusu bileşenlerinden kimi cihatçı grupların paylaşımlarında ısrarla “YPG’nin Haseke’de Sünni Arapları göçe zorladığı ve etnik temizlik yaptığı” haberleri bire bir aynı cümlelerle verildi. Bu haberlerdeki “Sünni Araplar” vurgusu dikkat çekiciydi. YPG ile IŞİD arasındaki çatışmanın yoğunlaştığı, özellikle Til Abyad’ta IŞİD’in geriletilmeye başlandığı sırada medyada (ve bilhassa muhaliflerin sitelerinde) bölgedeki Arap ve Türkmenlerin soykırıma uğradıkları ve zorla yerlerinden göç ettirildikleri haberleri yer daha da sıklaştı. Daha önceden “Haseke soykırımı” söylemleriyle başlayan bu çizgi ÖSO komutanı Riyad As’ad tarafından da resmen dile getirildi.
ÖSO Komutanı As’ad: “YPG Siyonist bir örgüttür”
14 Haziran 2015 tarihinde ÖSO komutanı Riyad As’ad; “YPG’nin Siyonistler tarafından eğitildiğini, bu örgütün Siyonist fikirlere sahip olduğunu ve bu yüzden tehcir ve soykırım uyguladığını yazdı”. ÖSO komutanı Riyad As’ad’tan bu sözler medyanın YPG hakkında soykırım uyguladığı iddialarını işlemeye başladığı günün hemen ertesinde geldi.
ÖSO komutanı Riyad As’ad resmi Twitter hesabında şunları yazdı: “Suriye devrimim başladıktan sonra Kürdistan İşçi Partisi kendine bir avantaj sağlamak için rejimle anlaştı ve PYD kendini Halk Koruma Birlikleri adıyla şekillendirdi. Ama gerçekte halkı katletmek için bir oluşuma dönüştü. Ve bu süreç şehit Meşal Temo ile başladı. Ve Aynül Arap’ta (Kobane) Hükümetini ilan etti.”
Açıkça PYD’nin karşısında ve IŞİD’in yanında sistematik bir tutum alış söz konusudur ve bununla da bitmedi. ÖSO komutanının bu çıkışıyla birlikte “muhaliflerin” resmi sosyal paylaşım sitelerinde “terörist örgütler” diye PKK ve PYD’nin birlikte zikredilmeye başladığını gördük. ÖSO’nun sosyal paylaşım sitelerinin profil resmi değişerek şu manşete dönüştü: “Terörizmin yeni yüzü PYD…” Tarih olarak Til Abyad’ın IŞİD’in elinden kurtarıldığı gün olan 19-6-2015 tarihi afişe konuldu. Yani bu tarihten itibaren PYD artık bir terörist örgüttür!..
ÖSO ile eş zamanlı olarak AKP medyası (ve ırkçı destekçileri) de aynı dili kullanıyor, “Arap ve Türkmenlere IŞİD’in yapmadığını PYD yaptı” biçiminde aktarımlara devam ediyordu. Bu arada Suriye basınında bu iddialara dönük herhangi bir açıklamaya henüz rastlamış değilim hala.. Özellikle Suriyeli bir gazeteci arkadaşıma bu konuyu sordum. Haseke’de “Sünni Arapların sürgün edildiği ve IŞİD’in Araplara yapmadığını PYD yaptı” iddialarının doğruluk derecesini sordum, yanıtı şu oldu: “Ben böyle bir şeyi duymadım, Haseke’de oturan akrabalarımız var, bir de orada yaşayan iki meslektaşıma sordum. Onlar da böyle bir şeyin yaşanmadığını söylediler.”(1)
Kısacası Haseke’de başlatılan ve Til Abyad’ta devam ettirilen PYD aleyhindeki soykırım-tehcir gibi iddialarla ilgili teyit edilmiş bir şey yoktur. Ancak Haseke’de YPG’nin Suriye askerlerini ve polisleri tutukladığı, her iki taraftan yetkililerin araya girmesiyle serbest bırakıldıkları, bu günlerde de aynı biçimde yerel birimler arasında çatışmaların zaman zaman yaşandığı biliniyor. Buna karşın Haseke’de zorla göç ettirme iddialarının asılsız olduğu yönünde emareler yüksek.
Buna rağmen cihatçı örgütler PYD’ye karşı bir seferberlik çağrısı yapmaya devam ettiler. Bu çağrılardan biri, Suriye’de savaşan 14 cihatçı grubun ortak imzasıyla somutluk kazanan bildiri, diğeri de “Suriye İslam Konseyi” denilen oluşumun fetvasıdır.
Özellikle ÖSO komutanı Riyad As’ad’ın PYD’yi işaret etmesinden sonra, 14 örgüt “Sünni Araplara soykırım uyguladığı” gerekçesiyle YPG’yi kınayan bir bildiri yayımladılar. Bildiri, Haseke ve Tel Abyad’ta “Sunni Araplara ve Türkmenlere yönelik etnik temizlik” uyguladığı iddiasıyla PYD’yi kınama, ama daha çok tehdit ve korkutma içeriklidir.
Bu örgütler; Ceyşül İslam, Cindül Şam İttihadül İslam, Faleykul Şam, Kitab-ül Süvvar-üş Şam, Ceyşül Sünnet, Ceyşül Mücahidin gibi genellikle Şam Cephesi çatısı altında örgütlenen İhvancı gruplardır. İhvancı denilince hemen ilk akla gelen AKP ile yakınlıklarıdır. Zira bu 14 örgütün bildiride AKP medyasının “PYD IŞİD’ten daha tehlikelidir” biçimindeki manşetlerine paralel bir dil kullanmaları dikkat çekicidir. Bildiride Suriye’nin toprak bütünlüğünden ve bu bütünlüğü bozan “başta terörist PKK olmak üzere yerel ve uluslararası bazı güçlerin uyguladığı bir bölme plan”ının devreye sokulduğundan söz ediliyor. Özellikle bildirideki şu cümleler dikkat çekiyor: “PYD’ye bağlı YPG birlikleri Haseke’nin batı kırsalında ve Tel Abyad’ta Sünni Arap ve Türkmenler hakkında yeni bir ırkçı ve mezhepçi soykırım uygulamaktadır. Sivilleri korkutmak ve göç ettirmek amacıyla bombalama yapan uluslararası koalisyon ise soykırıma örtü hazırlamıştır. Bu adım, terörist bir örgüt olarak tasnif edilen PKK başta olmak üzere yerel ve uluslararası bazı güçlerin uyguladığı bir bölme planı çerçevesinde atılmıştır.”(2)
Bu bildiriden hemen sonra 19 Haziran 2015 tarihinde Suriye İslam Konseyi denilen bir oluşumdan PYD hakkında bir “fetva” geldi. Fetvada PYD ve YPG IŞİD’le aynı kefede değerlendiriliyor ve YPD için “Kürt IŞİD” ifadesi kullanılıyor.
Suriye İslam Konseyi: “YPG çetelerini, Marksizm’ini ve cinayetlerini de kınıyoruz!”
Suriye İslam Konseyi’nin yayınladığı iki sayfalık fetvanın birinci sayfası kardeşlikten, İslam birliğinden bolca söz ediyor ve fetva edilen hususlara şu şekilde yer veriyor:
Devrimin düşmanları onu alt etmenin veya zayıflatmanın tek yolunun içten olduğunu biliyorlar. Bu yüzden Arap IŞİD’i kurup güçlendirdiler, kendisine bir yol çizdiler. Daha sonra PKK ve YPG’den oluşan Kürt IŞİD düşüncesi çıktı. Ki bu Kürt IŞİD, herkes tarafından bilinen Haseke ve Halep’in kuzey kırsalında açık hale gelen öldürme, göç ettirme, yakma, yıkma, hapsetme ve kahretme gibi Arap IŞİD’inin yöntemlerinin aynısını uygulamaktadır.
Başka ırklardan da bazı suikastçılar soykırım cinayetlerinde onlara yardım ediyorlar. Biz, din ve vatan ortağımız olan, daha önce zulüm yaşadıklarını çok iyi bildiğimiz Kürt kardeşlerimize zulmün ne kadar acı olduğunu hatırlatıyor, onların da katil çetenin uygulamalarıyla alakaları olmadıklarını biliyoruz. Dolayısıyla herkes halkı köylerinden göç ettirme uygulamalarını kınamalıdır.
O katiller IŞİD’i bahane etmektedirler. IŞİD’le savaştıklarını öne sürüp onlara karşı herkesi IŞİD’çi olmakla suçluyor ve her türlü aşağılayıcı uygulamayı yapıyorlar.
Meclis, IŞİD’i ve IŞİD’in cinayetleri ve tekfirci yöntemini kınamakla birlikte aynı zamanda YPG çetelerini, Marksizm’ini ve cinayetlerini de kınamaktadır.
Meclisimiz IŞİD’e katılmanın haram olduğuna fetva eder. Aynı zamanda bu iki zalim çeteye (IŞİD ve YPG kastediliyor) katılmanın, onların mezhepçi ve ırkçı bayrakları altında savaşmanın da haram olduğunu fetva eder.
Fetvadaki ‘Başka ırklardan kasıt ÖSO ve bileşenleri içindeki Araplar, Türkmen ve Çeçen cihatçılardır muhtemelen. Keza dikkat çeken bir başka husus da şudur: Kürtleri PYD/YPG’ye karşı kışkırtan bir dil var.
İkincisi, “herkesi IŞİD’çi olmakla suçluyorlar” ifadesi; IŞİD’i destekleyen Arap aşiretlerin olduğu ve bunların YPG tarafından sürüldükleri söylemlerine kaynaklık eden ifadeler olduğu görülüyor. Yani Til Abyad’ta çatışmalardan kaçanlar olduğu söylendi. Bunun yanı sıra fetvada, “IŞİD’le işbirliği yapanlar ve yapma ihtimali olanların da sınıra gitmeye zorlandıkları” söylemlerine bir gönderme yapılıyor.
Bu medya kampanyasına karşın YPG tarafından da bir bildiri yayımlandı. Etnik soykırım ve insan hakları ihlalleri ile ilgili iddiaların gerçeklerle uzaktan yakından hiçbir alakası olamadığının dile getirildiği bildiride; “IŞİD’e karşı sürdürülen 39 günlük savaşımız boyunca herhangi bir sivilin küçük parmağı dahi kanamış değildir” denildi. [3]
Hal böyleyken bütün bu karşılıklı beyanların kritiğini yapmak gerekir.
Birincisi; bildiri yayımlayan 14 örgütün birleştiği çatı, AKP’ye yakınlığı her daim bilinen Müslüman Kardeşler’e bağlı örgütlerdir. Özellikle bildiride imzası olan Ceyşul İslam’ın (İslam Ordusu) lideri Zehran Alluş, son zamanlarda Türkiye-Suudi Arabistan arasında mekik dokuyan, Fetih ordusunun İdlib saldırısından sonra Cisril Şuğur’a girdiği gün bu orduya dahil olan ve ardından MİT’le buluşmak üzere soluğu yine İstanbul’da alan kişidir. Diğer imzacı örgütler de AKP ile yakın temasları bilinen Şam Cephesi bileşenleridir.
İkincisi; fetva veren “Suriye İslam Konseyi” de AKP eliyle kuruluşunu İstanbul’da ilan eden bir ‘Şeriat Meclisi’dir ve doğrudan Müslüman Kardeşler’e bağlı olduğu biliniyor. 2-3 Ocak 2014 tarihlerinde İstanbul’da toplanan 40 kişilik “muhalif din alimi”, “mübarek Suriye devriminin din işlerini yürütmek üzere” Suriye İslam Konseyi’nin kuruluşunu ilan ettiler. Konseyin ilk fetvası, 3 Haziran’da yapılması öngörülen Suriye Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelikti. 22 Nisan’da başlayacak olan adaylık başvurularını engellemek için “aday olarak katılmak ya da oy kullanmanın haram olduğu” fetvasını verdi. Tam o vakitlerde Davutoğlu da “Suriye’deki seçimleri şimdiden meşru bulmadıklarını” ilan etmişti. Demek ki söyleyene değil, söylettirene bakmak gerekir. Daha da önemlisi Zehran Alluş’u İstanbul’da MİT’le buluşturan arabulucuların bunlar olduğu biliniyor. Zira o dönem Suriye basınında da yer almıştı ki, Akkuş İstanbul’dayken bu konsey bir kongre düzenliyor ve Alluş konuşmacı olarak kongreye katılıyor.[4]. Buradan yapılabilecek çıkarım şu ki, AKP’nin doğrudan yönettiği/yönlendirdiği, söylettiği örgütler tek tek bir kez daha ortaya çıkıyor. Hepsi PYD ve Suriyeli Kürtler konusunda AKP ile ortak tavır alışlardan belli oluyor. Ve bunların başında da Cisril Şuğur katliamı için Türkiye ile Suud arasında arabuluculuk yapan Alluş’un İslam Cephesi geliyor.
Bu durumda en öncelikli şu kritik sorular akla geliyor:
Bu pozisyon alışların birçok yönden kritiği yapılabilir ama buradaki ilk akla gelen soru da şudur: Salih Müslim’in “birlikte hareket ediyoruz” dediği Burkan el-Fırat koalisyonu içinde yer alan Liva el Tevhid, Suvvar-el Rakka denen grupların kimliği ve Türkiye ile bağlantıları ne olacak? Liva’ul Tevhid, Müslüman Kardeşler ile bağlantılı ve El Kaide ile ideolojik bağları olduğu bilinen şeriatçı bir örgüttür.(6)
Acaba AKP’nin, “ABD’yi karşısına alacak kadar” PYD’ye yüklenmesinin arkasında bu ziyaretlerden edinilen bir şeyin verdiği özgüven mi var?
Sonuç olarak bütün bu gelişmeler gösteriyor ki, Suriye’ye yönelik küresel komploda kurgular sürekli değişiyor ve hemen hemen bütün taraflarda taktikler ve pozisyon alışlar da yer değiştiriyor.
Örneğin dün “IŞİD kötü” diyenler bugün IŞİD için ağlayabiliyor, ya da ABD öncülüğündeki sözde IŞİD karşıtı uluslararası koalisyon sadece istediği zaman ve mekanda “IŞİD karşıtı” olabiliyor.
Öte yandan sözde “IŞİD’e karşı Eğit-Donat” projesine imza atan taraflardan biri olarak AKP, IŞİD’in PYD karşısında yenilmesinden duyduğu üzüntüyü saklayamıyor, Kürt karşıtı medya kampanyası başlatıyor. Daha kritik olanı da, ırkçı yaklaşım içerisindeki kimi ulusalcıların Kürt düşmanlığını IŞİD’i destekleyecek raddeye vardırmaları ve AKP medyasıyla birebir aynı cümleleri kurarak bu kışkırtıcı kampanyaya son hızla devam etmeleridir.
Bu savaş sürecinde kimin ne kadar objektif tutum aldığı önemlidir
Açıkçası artık biliniyor ki, “Arap Baharı” komplosunun başladığı ilk günden bu yana hesaplar ve beklentiler her zaman “medya kampanyası” şeklinde örgütlenmiştir ve halen öyle devam ediyor. Bu süreçte AKP ve destekçisi ulusalcı/ırkçı kesimin “PYD IŞİD’ten daha kötü” kampanyası ne kadar tutar ve nereye evrilir? Bunu belki tahmin etmek kolay değildir ama altının çizilmesi gereken önemli nokta şu ki, “savaşın medya dili” her kesim tarafından sürekli kullanıldı, objektif olandan sapmalar farklı taraflarda hep yaşandı. Kimden ve nereden gelirse gelsin, halklar için yıkım ve ölüm anlamına gelen savaşı nesnellikten uzaklaşarak aktarmanın kabul edilemez olduğu gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır. AKP ve cihatçı örgütlerin “PYD etnik temizlik uyguluyor” söylemi ne kadar objektifse, kimi Kürt gazetelerin de dahil olduğu Suriye karşıtı küresel blokla aynı çizgide “savaşın medya diline” sarıldığı süreçte yazılanlar da o kadar objektiftir. Örneğin kimyasal saldırıları Nusra Cephesi üstlendiği halde ve hatta ABD basını Nusra-Türkiye’nin kimyasal ilişkilerini teşhir ettiği halde “Esad kimyasal katliam yaptı” söylemindeki ısrar ne kadar objektifse, bugün savaş medyasının “PYD terörü” kampanyasındaki argümanları da o kadar objektiftir!..
Sözün kısası: Küresel hesaplar ve pozisyon alışlar değişiyor, dünkü kurulan medyatik dil bu gün tam tersine dönebiliyor ve denklemin belirleyenleri farklılaşabiliyor ama değişmeyen tek şey, Suriye’de çatışmaların yaşandığı her karış toprakta halkların çektiği acı ve savaşın yarattığı yıkımdır. Ve galiba tek gerçek, tek nesnel olan budur…
Etnik çatışma kışkırtıcılığına dikkat!..
Bugünlerde AKP medyası ile bildiri-fetva yayımlayan cihatçı örgütler Suriye’de bir etnik çatışmayı hedeflemiş durumdalar. Buna paralel olarak ulusalcı çizgi de canla-başla buna hizmet etmektedir. Fakat yıllardır gözlemlediğim Suriye’de mezhep çatışması başarılamadığı gibi, etnik çatışma olasılığı da çok mümkün görünmüyor. Çünkü Suriyeli Kürt, Arap ve diğer kimliklerin/inançların böyle bir sorunu yoktur. Tersine kendi topraklarını savunma çizgisinde ortaklaşmış ve bu ortak ideal doğrultusunda kenetlenmiş durumda oldukları söylenebilir. Dikkat edilmesi hayati önem taşıyan husus, halkları birbirine kırdırma çabalarının Suriye sahasında bir karşılığı olmadığı, ama bizim bu topraklarda her zaman tehlikeli bir zemin yarattığı gerçeğidir.
Dipnotlar:
[1] Ayrıca o dönemde yazılan PYD’nin Suriye askerlerini tutukladığı yönündeki söylemleri de sordum. Bana verdiği cevap şudur: “Ulusu temsil eden her örgüt gibi PYD’nin içerisinde de işi ırkçılığa vardıran unsurlar var. Zaman zaman yerellerde saldırı, tutuklama gibi şeyler yaşanıyor.
[2] Bildiri şu şekilde devam ediyor:
Bu nedenle, Suriye halkını temsil eden silahlı birlikler şunu bildirmektedir:
- Suriye topraklarının birliği kırmızı bir çizgidir.
- Arap ve Kürtleri bir birlerine bağlayan tek bağ İslam bağıdır. Kürt kardeşlerimiz silahlı bir sürü birlikte yer almış devrimimizde Arap kardeşlerinin yanında olumlu etkileri olmuştur. Kürt kardeşlerimizi devrime ve devrimin ilkelerine yakınlaşmaya davet ediyoruz.
- Uluslararası toplumun Suriye halkına yönelik bu komplo karşısındaki suskunluğunu kınıyoruz. Hiç kimse işbirlikçi PYD’nin cinayetleri hakkında en küçük bir itiraz veya kınamada bulunmadı. Kaldı ki Suriye rejimiyle işbirlikçilik yapan PYD, uluslararası cinayet mahkemesinin sözleşmesi, sivilleri korumakla ilgili dördüncü Cenevre sözleşmesi ve toplu soykırımla ilgili uluslararası sözleşmeyi çiğneyerek, uluslararası kanunlar çerçevesinde terörist örgütler hanesine girmiştir. Ancak, uluslararası toplumun ilgisi bir tek Arap Sünni toplulukların tasnifine yoğunlaşmıştır.
- ülkemizin demografik yapısıyla oynanması ve Suriye’nin Sünni Arap halkına karşı yapılan ırkçı ve mezhepçi tasfiyeye karşı kayıtsız kalmayacağız. Ki IŞİD’in aptallıkları ve şüphe uyandıran uygulamalarının bunda büyük bir rolü vardır.
- Suriye devriminin sivil ve askeri güçleri bu cinayeti işleyen herkese karşı sert bir şekilde cevap verecektir.
[3] https://www.zamanalwsl.net/news/61637.html
[4] http://www.asianewslb.com/vglgwt9q3ak9wzv..raar4,1x.html
[5] http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fehim_tastekin/kobani_bir_ev_bir_can_bir_namus-1218613
(6) Liva’ul Tevhid örgütünün lideri Abdulkadir Salih, Kasım 2012’de Suriye Ulusal Konseyi’ne İslam hukukunu esas alması şartı ile destek vereceklerini açıklamıştı.
(7) Rakka IŞİD’in eline geçtikten sonra Kobane’ye geçip YPG’ye karşı savaştı. IŞİD’in Kobane saldırısında da “300 savaşçısıyla” YPG’nin yanında yer aldığını açıklamış. Aslında çok sayıda savaşçısı olmasına rağmen YPG’nin yanında sadece 300 militanının yer almasının nedenlerini “parasızlık” olarak açıklamıştı. Fehim Taştekin’e göre “daha önce Türkiye’den yardım alan bir örgüttü: “Biz Rakka’dayken Türkiye’den yardım görüyorduk. Kürtler de Suriyeli, kendi toprakları, kendi kadınları ve kendi çocukları için savaşıyorlar. Burada suç işliyor değiliz.” (bkz http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fehim_tastekin/kobani_bir_ev_bir_can_bir_namus-1218613)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.