Yeni sömürgelerde kriz bir “tehlike” olarak ezilen halkın tepesinde sürekli sallanmakta ama ancak çok nadiren bir devrimci durum “fırsatı” olarak iş görmektedir Türkçe’ye “bunalım” ve “buhran” olarak çevirilen “kriz” sözcüğü eski Yunanca’dan geliyor. Hipokrat ve Galen’in, bir hastalığın iyileşmeye veya ölüme götüren dönüm noktasını tanımlamak için kullandıkları “kriz” sözcüğünün tam karşılığı “yargı ve seçim”. Kriz […]
Yeni sömürgelerde kriz bir “tehlike” olarak ezilen halkın tepesinde sürekli sallanmakta ama ancak çok nadiren bir devrimci durum “fırsatı” olarak iş görmektedir
Türkçe’ye “bunalım” ve “buhran” olarak çevirilen “kriz” sözcüğü eski Yunanca’dan geliyor. Hipokrat ve Galen’in, bir hastalığın iyileşmeye veya ölüme götüren dönüm noktasını tanımlamak için kullandıkları “kriz” sözcüğünün tam karşılığı “yargı ve seçim”. Kriz sözcüğünün kökeninde ise “ayırma, karar verme, eleme, suç” sözcükleri bulunuyor. Kriz sözcüğünün Çince karşılığı “tehlike” ve “fırsat” sözcükleriyle oluşturuluyor.
Günümüzde kriz sözcüğü, bir sistemin temel işleyiş mekanizmasının, o sistemin varlığını ve sürdürülebilirliğini tehdit altına sokan bozukluğunu adlandırmakta kullanılıyor. Krize giren bir sistemde ya temel işleyiş mekanizmasında sistemin sürdürülebilirliğini güvence altına alacak temelli değişiklikler yapılır, ya da sistem yıkıma gider. Örneğin kapitalist bir sistemdeki ekonomik kriz, kapitalist bir ekonominin temel unsurunu oluşturan sermayenin, üretim-yeniden üretim döngüsünü durmaya götüren bir bozulma ve dengesizlik durumunu ifade eder. Ekonomik bir kriz, sermayenin yeniden yapılanmasıyla sonuçlanabileceği gibi, sermayenin ve sermayeye dayalı üretim sisteminin ortadan kalkmasıyla da sonuçlanabilir.
Yönetenlerin yönetemediği…
“Kriz” devrimcilerin sözlüğünde önemli bir kavramdır. Çünkü devrimin ön gününde kriz vardır. Devrim, yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği “devrimci durum”larda gerçek bir alternatif haline gelir. Devrimci durum ise, toplumun ekonomik alt yapısından ideolojik ve politik üst yapısına kadar uzanan ulusal çapta bir kriz (“milli kriz”) yaşanmaksızın ortaya çıkmaz.
Milli Kriz, ekonomik, sosyal ve siyasi krizin aynı zamanda ve bir arada gerçekleştiği ulusal çaptaki krizdir. Kapitalist toplumdaki ekonomik krizin genel bir tanımını yukarıda vermiştik. Sosyal kriz, sınıflar arasındaki kutuplaşmanın şiddetlenmesi ve toplumun büyük çoğunluğunun belirgin bir biçimde sefalete ve çürümeye sürüklenmesiyle kendisini gösterir. Siyasi kriz ise devletin örgütlenme ve işleyiş tarzının egemen sınıfların genel çıkarını gerçekleştirme yeteneğini yitirmesiyle tanımlanabilir. “Devrimci durum”, bu üç krizin bir araya geldiği konjonktürde ortaya çıkar. Lenin “devrimci durum”un başlıca belirtilerini şöyle sıralar:
Lenin “yalnızca şu ya da bu partinin değil, şu ya da bu sınıfın isteğinden bağımsız olan bu nesnel değişiklikler olmaksızın bir devrimin, genel bir kural olarak olanaksız” olduğunu da belirtir.
Devrimci durum ve devrim
Ama yine Lenin’in belirttiği gibi “her devrimci durum devrime yol açmaz”.
Devrimci durumun devrime dönüşmesi için ezilen sınıfların genel kitlesinin “bağımsız tarihsel eylemini”, mevcut politik iktidarı ve onun arkasında duran toplumsal egemenlik ilişkilerini yıkan bir harekete dönüştürecek devrimci bir sınıfın öznel olgunlaşmasına ihtiyaç vardır. Bu olgunlaşma, devrimci sınıfın kendi kurtuluşunun özel koşullarını halkın kurtuluşunun genel koşulları olarak sunma yeteneğini kazanması olarak da tanımlanabilir.
Devrimci sınıfın bu yeteneği kazanması, “devrimin öznel (subjektif) koşulları” olarak tanımlanır ve “işçi sınıfının bilinç ve örgütlenme seviyesi” ile belirlenir. İşçi sınıfının kitlesel örgütlenmelerinin nicel ve nitel olarak gelişkinliği, sınıf mücadelesinin sınıf kitlesi içinde oluşturduğu devrimci geleneklerin gücü, işçi sınıfının öncü unsurlarının devrimci bir girişkenliğe önderlik etme yeteneğindeki bir siyasal örgütlenmeyi oluşturup oluşturmadıkları gibi subjektif nitelikler, işçi sınıfının bilinç ve örgütlenme seviyesinin başlıca belirteçleridir.
Deneyim, bir devrimci durumun devrimle sonuçlanabilmesinin olduğu gibi bir milli krizin devrimci durum biçimini kazanmasının da devrimci sınıfın bilinç ve örgütlenme seviyesi ile ilişkisi olduğunu göstermektedir. Lenin’in devrimci durumun başlıca üç belirtisinden biri olarak gösterdiği “ezilen sınıfların kriz koşulları ve üst sınıfların bizzat kendisi tarafından bağımsız tarihsel eyleme sürüklenmesi” her milli krizin otomatik bir sonucu olarak gündeme gelmemektedir. Genel olarak ezilen sınıfların, özel olarak da işçi sınıfının “bilinç durumundaki zayıflıklar” somut “milli kriz” konjonktürlerinde ezilen sınıfların “bağımsız eyleme” yönelmesini de kösteklemektedir. Öte yandan, egemen sınıfların ezilen sınıfları bağımlılaştırma yeteneği milli kriz ortamında da yeniden üretilebilmekte, krizlerin ezilen sınıflar içerisinde yarattığı yıkıcı etkilere uygun yedekleme, “ayartma” mekanizmaları oluşturulabilmektedir.
Gramsci’nin “hegemonya, hegemonya krizi, organik aydınlar ve tarihsel blok” kavramları, milli krizin devrimci duruma dönüşümünde nesnel bir nitelik kazanan subjektif faktörün incelenmesinde, “sivil toplumun güçlü olduğu” gelişmiş kapitalist toplumlar için etkili bir analiz çerçevesi sunmaktadır. Ancak bu, Gramsci’nin üzerinde çalıştığı sorunun, “sivil toplumun gelişmediği ya da peltemsi bir özellikte olduğu” “Doğu toplumları” için herhangi bir geçerliliğinin olmadığı anlamını taşımamaktadır. Uluslararası kapitalist zincirin 20.yy’ın ilk yarısında “Doğu” olarak tanımlanan “geri”, sömürge, yarı-sömürge halkaları şimdi “yeni sömürgeler dünyası”na dönüşmüş durumda. Yeni sömürgeler dünyasına biçim veren “sömürge tipi kapitalizm” bu ülkeleri sürekli bir milli kriz durumuyla yüzyüze getirmekte ve bu ülkelerin egemen sınıfları üç çeyrek yüzyıldır, bu süreğen milli krizleri yönetmeyi başarmaktalar. Yeni sömürgelerde kriz bir “tehlike” olarak ezilen halkın tepesinde sürekli sallanmakta ama ancak çok nadiren bir devrimci durum “fırsatı” olarak iş görmektedir. Dolayısıyla yeni sömürgelerin süreğen milli krizlerinin devrimci duruma dönüşümünü önleyen yapıların devrimci bir analizinin yapılmasına ihtiyaç olduğu bir gerçektir. Bu noktada Mahir Çayan’ın “sun’i denge” kavramının bu ihtiyacı karşılamaya yönelen bir ilk girişim olarak yeniden değerlendirilmesi doğru olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.