Bursa’da metal işçilerinin direnişi artık kritik bir niceliği aştı, bir “kitle grevi” niteliği kazandı. Kamuoyunun, siyasetin gündemine girebildi ve bu yanıyla her kitle grevi gibi -talepler esas olarak ekonomik olsa da- siyasi bir hüviyet de taşımaya başladı. Eylem kimi mesajlar da verdi, vermekte. Sermayeye, devlete ama asıl sendikalara! Öncelikle metal işçileri çözümün sistemin çizdiği sınırlar […]
Bursa’da metal işçilerinin direnişi artık kritik bir niceliği aştı, bir “kitle grevi” niteliği kazandı. Kamuoyunun, siyasetin gündemine girebildi ve bu yanıyla her kitle grevi gibi -talepler esas olarak ekonomik olsa da- siyasi bir hüviyet de taşımaya başladı. Eylem kimi mesajlar da verdi, vermekte. Sermayeye, devlete ama asıl sendikalara!
Öncelikle metal işçileri çözümün sistemin çizdiği sınırlar dışında olduğunu fark etmişlerdir –ya da sezmişlerdir- ve bu, eylemin en önemli yanıdır.
Eylem “kendiliğinden” bir eylem olarak bir anda patlak vermiştir ve sistem içindeki sendikalar arasında bir seçime/tercihe yönelmemiştir. İşçilerin üye oldukları Türk Metal’e karşı da bir başkaldırı olmasına rağmen eylem, bir sendika rekabetine dönüşmemiştir. Bu, sendika hareketi içinde rastlanan bir durum değildir ve eylemin bir diğer önemli yanı da budur.
Eski bir işçi şarkısının söylediği gibi, “örgütsüz kömür işçisi temmuzda greve gider.” Evet, Bursa’da metal işçilerinin eylemi bir sendika çatısı altında yürütülmüyor ama “örgütsüz” de değil. Fabrikalarda doğrudan işçilerin seçtikleri komiteler ya da temsil grupları, doğrudan işçiler tarafından belirlenip sıralanan taleplerin kazanılabilmesi için işverenlerle müzakereler yürütüyorlar ve –müfettişler kanalıyla- devletle muhatap oluyorlar. Fabrikalar arasında örgütlenen bir “üst komite” karar mekanizmalarında bir çatı oluşturuyor, birliktelik –birlik- sağlayabiliyor. Pratik, işçinin doğrudan temsiline dayanan çok dinamik ve gelişmeler karşısında hızla kendisini yenileyebilen, değişkenlik taşıyabilen yeni örgüt biçimleri yaratıyor. İşçilerin birliği, eylem içinde, tabanda ve doğrudan işçiler tarafından hayata geçiriliyor.
İşçilerin birliğinin, bütün işçileri aynı sendika içine tıkıştırmak olmadığı artık anlaşılmalıdır. Birliğin, mutlaka kurulu olan bir “kutsal”, “milli tip” işkolu sendikası içinde gerçekleştirilmiş olması da gerekmemektedir. Ya da sistemin izin verdiği sınırlar içinde kurulacak yeni bir “milli tip” işkolu sendikasının devlete/sisteme tescil ettirilmesi… Birlik tabanda ve hiç bir örgüt modeli/biçimi mutlaklaştırılmadan gerçekleştirilmelidir, sürdürülmelidir. Bursa’da böyle bir arayışın varlığı da gözlenmektedir ve sendikanın, sendikacının dışında sürdürülen bu çaba sendika özgürlüğü açısından son derece kıymetlidir. İşçi sınıfının bütün katmanlarının, kendi profillerine, çalışma koşullarına en uygun sendika/örgüt modeli içinde örgütlenebilme hakkı, sendika özgürlüğünün de “asgari” gereğidir.
Yazık ki, sendika özgürlüğüne Türkiye’de sendikacının muhayyilesi yetmiyor.
Türkiye’de sendika özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün önündeki en temel engellerin başında, işkollarının yasayla belirlenmesi “yasağı” geliyor. Bu, devletin/sermayenin işçi sınıfının örgütlenmesi, bu yönde çizebileceği bir sınıf/sendika stratejisi ve politikası üzerinde daha en baştan ve en temelde çok esaslı bir müdahalesi anlamını taşıyor. İşçilerin hangi işkolunda örgütlenebileceklerine devlet karar veriyor. Hangi işyeri hangi işkoluna girecektir, hangi işyerinde hangi sendika örgütlenebilecektir? Bunların hepsine devlet karar veriyor. Bu, hakaret kabul edilmelidir. İşçinin hangi işkolunda örgütleneceği, kendi bileceği iştir. Oysa bu “yasağın” altında sendikaların hepsinin imzası var!
İşçi sınıfının çok büyük bir çoğunluğu taşeron sistemi içinde, en ilkel çalışma ve hayat koşullarının pençesindedir. Örgütsüzdür. İşkolu sendikaları, hantal yapılarıyla taşerona karşı başarılı olamadıkları gibi, örgütlü oldukları fabrikalarda işlerin taşerona kaçması karşısında da çaresiz kalmışlardır. Başarı bir yana, bir kaç yüz ağartıcı örnek dışında –ki bunlar işyerlerine, işçilere yakın sendikalardır- işçiler için bir mücadele alanı bile açamamışlardır. Beyaz yakalı işçiler işkolu sendikalarının dışında tutulmaktadırlar. Bu çerçevede sanayide sendikalı işçilerin çok önemli bir kesimi toplu sözleşmelerle kapsam dışı tutulmakta, sermayenin saflarına itilmektedir. İşkolu sendikaları beyaz yakalı işçiler için bir çekim merkezi olamamıştır ve bu işçilerin kendi niteliklerine göre şekillendirebilecekleri örgütlülükler de sistem tarafından yasaklanmıştır. Sendikalar, bu yasak ve sınırlamalara karşı etkili bir biçimde karşı durabilmiş değillerdir.
Sonuç ortadadır: Sendikalar işçilerin ancak yüzde 8’ini bünyelerinde tutabilmişler ve artık toplu sözleşme imzalamak dışında hiç bir sınıfsal, sosyal fonksiyon göremez olmuşlardır. Ülke siyasetinin, siyasi gündemin dışında kalmışlardır. Siyaseten işçi sınıfının taleplerini kamuoyu önünde savunma, hedef/yol gösterme, bir baskı/mücadele örgütü olma fonksiyonları bitmiştir. Sendikaların değil sınıfı, üyelerini bile temsil yeteneği kalmamıştır.
Artık, “tek tip” sendika zorlamasının hayatın içinde karşılığı yoktur.
Hayatın gösterdiği, hatta zorladığı, dayattığı; plüralist, işkolu sendikaları da dahil olmak üzere, federasyon, genel sendika, işyeri sendikası, meslek sendikası, komiteler ve akla gelen gelmeyen, dikey, yatay ya da her ne karın ağrısıysa her tipte/türde örgütü içinde barındıran, hayata uygun, demokratik, dinamik bir sendika hareketinin gerekliliğidir.
İşçiler ayakları yere basan, hayata en uygun örgütlenme biçimlerini, mücadele içinde yaratıp ortaya koyacaklardır. Bursa metal işçilerinin grevi, bu yöndeki umutları çoğaltan bir işaret fişeğidir. Eylemin ironik biçimde işkolu sendikası modeline en uygun olabilecek fabrikalarda patlak verip yürütülüyor olması da üzerinde durulması gereken bir başka noktadır.
Son bir kaç yıldır hepsi de tabanda başlayan direnişler işçi sınıfına, sendika hareketine umut taşımaktadır. Su yolunu bulacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.