Normalde, burjuva demokrasilerde seçimler, kimin hükümet kurup devlet işlerini sakıncasız yürüterek sermayenin karlarını garantiye alabileceğinin saptanmasından öte bir fonksiyon görmez. Ancak, bazen de, bir seçim farklı önem kazanabilir ve bir ülkenin yapısal dengelerini etkileyecek dönüşümlere izin verir. Ocak ayındaki Yunanistan seçimleri böyle bir seçimdi, 7 Mayıs’taki Büyük İngiltere Birleşik Kraliyeti’ndeki Avam Kamarası, yani alt meclis […]
Normalde, burjuva demokrasilerde seçimler, kimin hükümet kurup devlet işlerini sakıncasız yürüterek sermayenin karlarını garantiye alabileceğinin saptanmasından öte bir fonksiyon görmez. Ancak, bazen de, bir seçim farklı önem kazanabilir ve bir ülkenin yapısal dengelerini etkileyecek dönüşümlere izin verir. Ocak ayındaki Yunanistan seçimleri böyle bir seçimdi, 7 Mayıs’taki Büyük İngiltere Birleşik Kraliyeti’ndeki Avam Kamarası, yani alt meclis seçimi de böyle bir seçim olmuş olabilir.
Önemli olay elbette, yumuşak bile olsa bir sosyal demokrat veya benzer bir partinin iktidara gelme ihtimali değildi. Önemli olan olay başka bir şey ve görülebilmesi için, biraz zamanın geçmesine ve biraz da derin bir bakışa ihtiyaç var.
Ama önce seçimlere bir bakalım.
Seçimin arka planı
Avam Kamarasına 650 milletvekili seçilir ve bir partinin mutlak çoğunluğu elde edebilmesi için demek ki 326 milletvekili gerekiyor. Gerçeklikte ama biraz daha az gerekiyor. Çünkü, Kuzey İrlandalı Sinn Fein partisi, kazandığı birkaç milletvekili üzerinden bir hamle yapar ve Birleşik Krallığı reddettiği için parlamentoyu geleneksel olarak boykot eder.
Seçim sistemi ise, ABD’deki sisteme benzer. Farklı seçim bölgelerinde seçim yapılır ve bir seçim bölgesinde en fazla oyu alan parti, o seçim bölgesinin milletvekilini kazanır. Öbür partilerin oyları çöpe gider.
Seçimler öncesindeki hükümet bir koalisyondu, David Cameron’un liderliğindeki Muhafazakarlar (Tories olarak da tanımlanılıyorlar) ve Liberal Demokratlar’dan oluşuyordu. Seçim anketleri Muhafazakarlar ve Ed Miliband’ın liderliğindeki İşçi Partisi arasında çok çekişmeli bir yarışın olduğunu gösteriyordu.
Önemli bir etkin faktör olarak, 2014 sonundaki “Bağımsız İskoçya” referandumu vardı. Bu referandumda, çok küçük bir farkla bağımsızlık reddedilmişti. İskoçya, İşçi Partisi’nin ana kalelerinden biriydi ve İskoçlara Birleşik Kraliyet’in içinde kalmalarını önermişti.
Konservatiflerin zaferi
Seçim sonuçları hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Muhafazakarlar, 330 milletvekilliği, yani mutlak çoğunluğu kazandı. Kendi başlarına bir hükümet kurabilir haline geldiler.
Seçimlerden önce, İşçi Partisi’nin İskoçya’da İskoç Ulusal Partisi’ne (SNP) fazla oy kaybedeceği belliydi. Öyle de oldu, ama nasıl! İşçi Partisi yerlere yıkıldı! SNP, İskoçya’nın 59 milletvekilinden 56’sını kazandı.
Seçim sonuçlarının hemen ardından, 3 parti lideri istifa etti: İşçi Partisi’nden Ed Miliband, Liberal Demokratlar’dan Nick Clegg ve ırkçı-sağcı UKİP’den Nigel Farage.
Muhafazakarlar – ve SNP – ise, topyekun zafer kazandılar, diyebiliriz.
Muhafazakarlar hemen işbaşına geçtiler.
İlk olarak, ki kısa zamanda siyasi bir önemi olmasa da, yeni Adalet Bakanı Michael Grove’un, 1998’de, idam cezasının ve özellikle ipe çekerek idamın kaldırılmasının yanlış bulduğunu belirtmiş olduğunu vurgulamak gerekir.[1] Böyle bir adamı Adalet Bakanlığı’na getiren parti nedir ne değildir, gayet iyi anlaşılır. Daha önemlisi, son hükümetin bir dizi tasarruf ve kemer sıkma politikalarını uygulaması ve, bunların sadece başlangıç olduğunu, şimdi ise daha da fazlası gelmesi gerektiğini belirtiyor olması. Bunun anlamı, sağlık sisteminde ve sosyal devlette daha fazla kesinti demek.
Peki durumlar böyleyken, muhafazakarların bu kadar net bir şekilde kazanmasını nasıl açıklayabiliriz? İlk olarak, kemer sıkma politikalarına karşı reel bir alternatifin olmamasını vurgulamak lazım.
Bir tek İskoç SNP kendisini böyle tanımladı ve büyük bir galibiyet elde edebildi. Elbette İskoçya’nın dışında bir önemi olamayan bir parti bu.
Bir istatistik bunu göz önüne seriyor: genel seçmen katılımı, 2010’daki gibi %65-66 arasıydı. Ama İskoçya’daki seçmen katılımı, bu ortalamanın çok daha üstündeydi. Demek ki, Birleşik Kraliyetin öbür bölümlerinde seçmen katılımı çok daha düşüktü ve Birleşik Kraliyetin’in birçok bölgesinde insanlar seçime bir anlam veremiyor ve bir alternatif de göremiyorlar.
İkinci olarak, İngiliz ekonomisi, kaç sene süründükten sonra nihayet son yılda biraz toparlayabildi. Beklentiler de olumlu.[2] Ama gerçekte, her halükarda, ekonomi kırılganlığını sürdürüyor ve sıcak paraya bağımlı.[3] Küresel bir ekonomik bunalım, İngiliz ekonomisini hemen yeniden derin bir krize sürükleyebilir.
Şimdi ne olacak?
Sonuçlar, sermayenin ve egemen sınıfın mutlak zaferiymiş gibi. Ama belki de, Tarık Ali’nin de dediği gibi, bu seçimler Birleşik Kraliyet’in yavaş ölümünün ilerlemesini de ifade ediyor.[4]
Şu an için ve 2014 sonun referandumundan sonra, İskoçya’nın Birlik’ten ayrılması kitlelerin çoğunluğu tarafından benimsenmiyor. Ama gelecek yıllarda, SNP’nin mutlak kontrolünde olan İskoçya ve Muhafazakarların elinde olan Londra’nın arasındaki gerilimler ve ayrışmalar derinleşecektir, özellikle ekonomik koşullar kötüleşmeye başladığında.
İkincisi, Muhafazakarların sağ kanadı, AB’yi terk etme referandumunu zorlayacaktır. Bu ise, pek muhtemel değil, çünkü hem halkın çoğunluğu hem de ama Londra AB’den çıkmaya karşı. Ayrıca, İngiltere, ABD’nin AB içindeki Truva atı ve ABD onu kaybetmek istemez.
Kısacası, Mayıs başındaki seçimler herhangi bir önemli etkisi olmayan normal bir burjuva seçimi olmuş olabilir. Veya, birkaç sene sonra geriye baktığımızda, belki çok net bir şekilde görebileceğiz ki, bu seçimlerle bazı trendler güç kazandı:
Birleşik Kraliyet’in ve, bir yan etki olarak, Yeni İşçi Partisi’nin (yani Tony Blair ile yeniden yapılandırılan, ve ama aslında Margaret Thatcher’dan daha da Thatcherist bir “sosyal demokrasi”) yavaş ölümü ile sol alternatifin kuruluşunun başlangıç noktası olarak yorumlayacağız.
Artık tablo çok net ve devrimci solun görevi, şimdi var olan kemer sıkma politikalarına karşı oluşan öfkeyi örgütleyip geleceği belli olan sıcak mücadele günlerine hazırlanmak.
Dipnotlar:
[1] http://www.independent.co.uk/news/uk/politics/generalelection/our-new-justice-secretary-michael-gove-wanted-to-bring-back-hanging-10239681.html
[2] https://thenextrecession.wordpress.com/2015/04/30/economic-well-being-and-the-uk-election/
[3] https://thenextrecession.wordpress.com/2015/05/08/uk-election-a-poisoned-chalice/
[4] http://www.counterpunch.org/2015/05/08/farewell-to-the-united-kingdom/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.