Sevgili Ağaç, Bir ağaç, ağaç olalı yolunu biz insanoğlu ile bu denli kararlıca kesiştirmemiş olsa gerekti. Artık tarihimizde bir ya da ‘üç-beş ağacın’ önemli yeri olduğu gibi, o birkaç ağacın da isyanlarda saf tuttuğu bir dönemi başlatmıştın bile. Bizim gibi dili olan olmayan, sözü olan olmayan tüm canlılar aslında tam da hayat dediğimiz, yaşama güdüsünün […]
Sevgili Ağaç,
Bir ağaç, ağaç olalı yolunu biz insanoğlu ile bu denli kararlıca kesiştirmemiş olsa gerekti. Artık tarihimizde bir ya da ‘üç-beş ağacın’ önemli yeri olduğu gibi, o birkaç ağacın da isyanlarda saf tuttuğu bir dönemi başlatmıştın bile. Bizim gibi dili olan olmayan, sözü olan olmayan tüm canlılar aslında tam da hayat dediğimiz, yaşama güdüsünün o nirengi noktasında derinden gelen “Bu daha başlangıç…” çığlığının sesiyle kucaklaşıvermişti.
O günü mutlaka hatırlarsın Sevgili Ağaç. Diyeceksin ki “hiç unutulur mu ve ya unutulacak gibi mi, uzun bir aradan sonra silkinip birbirimize tutunduğumuz o günleri dünya alem her fırsatta yaşayarak çoğaltıyoruz ya” dediğini duyar gibiyim. Evet, çok uzaklardan geliyorduk. Uzun olduğu kadar dolambaçlı yollardan geçmiş; kimi zamanlar bir labirentin içinde çıkış ararken kör-sağır duvarlara çarpıldığımız zamanlar olmuştu. Parçalanmış, örselenmiş, işkencelerde sürüklenip zindanlara atılmıştık. Konuşmak yerine susturmaya, dik yürümek yerine süründürmeye, hak-hukuk yerine şükür demeye alıştırıyorlardı ki saltanat koltukları tepetaklak olmasın!
Ülkemiz tiranlarının istediği buydu; Halk için sefalet, kendileri için saltanat… Tanklar, akrepler, tüfekler, coplar, gazlar, bombalar, robokoplar ve de TOMA’lar üstümüze sıra sıra sürüldüler. Nereden nefes alıyorsak orayı tıkamaya koyuldular. Peş peşe bir silindir gibi üzerimizden geçiverdiler. Sayımızı azalttılar ama içimize düşürdüğün “Gezi Ruhu”nu asla öldüremediler. Bir cana dokunursun tepki gösterir, dirençle yaşama savaşına girer ya bizimki de bir bakıma öyle oldu. Her seferinde tutunacak bir avuç toprak, can alacak bir damla su bulduğumuzda yeniden filizlenip yüzümüzü güneşe çevirebilme kararlılığını da gösteriyorduk. Sen de bilirsin, şahitsindir Sevgili Ağaç, bu ülkenin bereketli zengin toprağının ezenlere karşı direncinin o denli yüksek olduğunu. Ve yüzyıllık çınarların gölgesinde konaklayan yiğitlerin başlarını eğmeden göçüp gittiğini, ancak hemen ilk fırsatta yerinde başka serüvencilerin boy verdiğini.
Sevgili Ağaç,
Aslında sana tekrar tekrar anlatmaya gerek yok ama etrafımızda o “para da para” dercesine bakan soğuk katı gözler yok mu tarifsiz bir canavar olarak rayından çıkıverdi. Yemekte, yutmakta doyumsuz bir güç O. Vahşi olanı ya da olmayanı yok çünkü vahşilik onun tam da asıl özü. Ne desem, nereden başlasam ki… Bastığımız toprağa, içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya bile gözlerini çoktan çevirdi. Bir kuşatma altında olduğumuz zaten ezeliydi. Öncüllerimizin çevresinde bu görgüyle yetiştik. Biz büyürken çocuklarımız, sonra bizden sonrakilerinin çocukları; Öğrendiler, gördüler bir kafese tıkılır gibi yaşam alanlarının daraltıldığını, yaşamın canlıya dar edildiğini.
Üstümüze üstümüze gelen betonlar bizleri kentlerden sürgüne itiyordu. Evlerimiz, sokaklarımız, ahbap çavuş olduğumuz esnafımız, kentin nabzını tuttuğumuz caddelerimiz bize dardı. Dönüştürülürken öteleniyor, azalıp tükenişe sürükleniyorduk. Sermaye için tüketim; tüketmeye meyil etmek içinse betonlar, camlar, ışıklı albenili steril kentler gerekti. Böyle bir dünyada ne ağaçlara kuşlara, otlara-böceklere, ne de kapımızda eğleşen kedilere köpeklere yer yoktu. Yani paranın silahı betondu, betonlar bizi çepeçevre sarıyordu. Betonlar beton üstüne, betonlar yere göğe betonlar sosyal ve doğal yaşamın tamda hapishanesi demek isterim.
Sevgili Ağaç,
Böylesine zorlu bir süreçte yollarımız işte böyle kaçırmayacağımız denli kesişmişti. Ne gövdene omuz vermeden sen, ne de dallarını kollarımıza dolamadan bizler yolumuza devam edebilirdik. Anılarımızı, yoklukları yok saymadan kenetlendik birbirimize. Can havli denilen bir edayla atıldık kepçelerin, TOMA’ların önüne. Yediden yetmişe sokaklardan, caddelerden akarak doluştuk etrafına. Öfkemizin gücü zulmü geri püskürtmüş, biz hem o kavgamızın meydanına, hem geleceğimizi kurma düşüyle gölgene doluşmuştuk.
Bir dünya kurduk orada Sevgili Ağaç. Kendisi küçük bir alana kocaman bir dünyayı sığdırdık. Yüzler güldü, gönüller şenlendi. Ortak üretim, dayanışma ve paylaşmanın gücüyle öyle bir gönendik ki soframıza uzanıp doymayan, çadırlarımıza oturup sığmayan kalmadı Gezi’de. Hava, su, ekmek, alış ve de veriş bedava. “Çapulculuk” bunun ironik kısmıydı ama senin gölgene kondurduğumuz şey bedeller ödediğimiz düşlerimizdeki dünyanın kendisiydi.
Görmeliydin Sevgili Ağaç, sen Gezi’nin alt tarafında kepçe makinesinin kökünde açtığı yarayı sağaltmaya uğraşırken parkın orta yerinde, çevresinde neler oldu neler. Susturularak, sindirilerek büyütülen çocuklarımız, gençlerimiz isyana bütün samimiyetlerini ve zekalarının ince esprilerini öyle bir katık yaptılar ki “Korkma La Biziz, Halk” diyerek kavgaya yeni bir umut ve sıcaklık getirdiler. Liselerden, üniversitelerden hocalarıyla geldiler. Daha daha küçükler ana kucağında, diğerleri öğretmen peşinde gölgene koştular. Ders verdiler, ders gördüler, okudular, tartıştılar… Minikler Gezi’den bakıp hayallerindeki dünyayı resmettiler. Kısacası yediden yetmişe herkes özlediğimiz eşitlikçi, özgür demokratik dünyanın modeline Taksim’de bir dokundu, bir yaşadı bir nefes aldı.
Sevgili Ağaç,
Sadece Gezi ile sınırlı olsa… Çalınmak istenen kentlerimize, doğamıza ve geleceğimize karşı kurduğumuz özgür, bağımsız, demokratik küçük dünyamız şehirlere kasabalara bir nefeste yayıldı. Gezi’de “Her Yer Kızılay Her Yer Direniş” diye sesler yükselirken aynı anda Ankara’da polis barikatını zorlayan kardeşlerimiz de seslerini “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” diye ulaştırıyorlardı Gezi’ye. İzmir’de, Adana’da, Antakya’da, Samsun’da, Giresun’da, Bursa’da, İzmit’te, Mersin’de, Antalya’da… ülkemin her bir noktasında birbirine yoldaş mevziler açıldı. O mevziler ki kavganın tohumunun ekildiği, hasadının da yapıldığı verimli birer toprak parçasıydılar.
Direniş ruhumuzu parlattıkça parlatıyordu. Sevincimizi dosta düşmana göstermek istiyorduk. Öyle de oldu. Güvenler, umutlar tazelendi. Yediden yetmişe dilekler yağmur gibi dallara iliştirildi. Söze sığmayanlar yazıya düştü.
Tüm bunlar direnişin tatlı meyveleriydi. Aman ha sakın unutmayalım! Çünkü bu ülkede unutturmak muktedirlerin özel bir politikasıdır. Bunu dünden anlamıştık ki, Gezi’ye kurduğumuz dünyaya hemen unutmak istemediğimiz acıları, isimleri bir kez daha kazıdık. Her ağaç acı bir yanımızı temsil etti. ’77 Taksim, ’93 Sivas, ’95 Gazi, Kızıldere, Nurhak, 6 Mayıs, 12 Eylül zindanları… Hrant, Roboski… hep birinde kana boyanmış bir direniş saklı. Ve Gezi isyanımızın vurulup düşen dalları… Onlar da Gezi komününün ağaçlarında, sokaklarında aramızda oldular. Mehmet, Ethem, Abdocan ve Ali İsmail’in henüz sıcak nefesleri yanımızdaydı.
Uzaklardan geldik Sevgili Ağaç Nazım’ın dediği gibi “çok uzaklardan”. Aç, biilaç, yalınayak, yavan, yapıldak, yaralı, bereli… Satıla satıla azalan ağaçlardan birinin yani senin gölgene konduk; Selamlaştık, dertleştik. Aynı sorundan mustariptik. Saf tutup direndik. Direnince zorlukların aşıldığını, tanklı, tüfekli zalimin kolay yenildiğini yaşadık, başlangıcı gördük. Kaldığımız yerden devam etmeye bir kez daha birlikte inandık. Üstümüze
Sevgili Ağaç,
Üstümüze polis ordularıyla tanklar, TOMA’lar sürülse de Gezi’de yaktığımız ateşin dumanının dört bir yanda yükseldiğine sen de tanık oldun. Doğru söylenmiş, artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Gezi Parkı’nda alınan ateşin dumanı dün Yırca’da, Validebağ’da, Hevsel Bahçelieri’nde, Karadeniz ve Trakya’nın yaşam alanlarında, su taşıyan dere ve vadilerde, bugün Kamp Armen’in kapısında yayılmayı sürdürüyor. Kentlerin eylem alanlarında ise senden aldığımız gücün sesi hiç susmuyor. Her başlangıcın yeni bir başlangıç olduğunun dinamizmiyle gölgende gerçekleştirdiğin misafirperverliğini unutmuyoruz, unutmayız.
Gölgeni ve seni canımızdan bir parça sayarak başladık. Sattırmayız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.