Bu yazıda işimin zor olduğunu biliyorum ama ben yine de deneyeceğim. Neden zor, çünkü Ataol Behramoğlu’nun önceki gün yazdığı “HDP’ye Oy Vermek” başlıklı yazısının iler tutar tarafı yok da ondan… Çünkü Behramoğlu yazısına HDP’yi desteklemeyi moda olarak görmüş. Haklı olarak “Bir partiye oy vermeyi moda olarak gören birine ne anlatacaksın Ahmet…” diyebilirsiniz ama ben esasında […]
Bu yazıda işimin zor olduğunu biliyorum ama ben yine de deneyeceğim. Neden zor, çünkü Ataol Behramoğlu’nun önceki gün yazdığı “HDP’ye Oy Vermek” başlıklı yazısının iler tutar tarafı yok da ondan… Çünkü Behramoğlu yazısına HDP’yi desteklemeyi moda olarak görmüş. Haklı olarak “Bir partiye oy vermeyi moda olarak gören birine ne anlatacaksın Ahmet…” diyebilirsiniz ama ben esasında bu yazımda söylemek istediklerimi Behramoğlu’na anlatmıyorum. Ulusalcılık ve rant moda olduğundan onun üzerinden başkalarına anlatıyorum…
Bu yazıya başlamadan önce babamdan bahsetmem gerekiyor. Aziz Nesin kendi özyaşamöyküsünü 1960’larda “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” adlı kitabıyla yayınlamaya başladı. En büyük amacı o kitabı 8-9 cilt olarak devam ettirmekti. Ölene kadar 2 kitap yayınlandı, ölmeden 1 hafta önce hastahaneye onu götürdüğümde elinde bir dosya vardı ve bana başucundaki dosyayı göstererek “Oğlum, bu Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in 3. Cildi, sabah ölürsem bunu öğlen baskıya verin…” dedi.
Büyük bir hevesle 8-9 cilt yapmak istediği kitap neden 3. ciltte kalmıştı, herkes bunu merak ediyordu. Büyük bir olasılıkla Ataol Behramoğlu da merak ediyordu ve sormuştu. Bana “Oğlum çocukluğumu ve gençliğimi yazdım, bunlarda insan kendine dürüst olabiliyor ama ondan sonrasını nasıl yazayım, bunca rezili nasıl anlatayım…” demişti.
Odadan çıktım ve düşünmeye başladım, o mücadele arkadaşlarının nelerden korkup Aziz Nesin’i yarı yolda bıraktıklarını anımsadım. Türkiye Yazarlar Sendikası olarak Kürt sorununu sempozyum yapmak istediğinde bunu engelleyen Kürt yazar geldi usuma, kendilerine “Vatan haini” diyen faşist Kenan Evren’e dava açamayan aydın ve yazarlar. Yaşananları saysam bu sayfalar yetmez. Ama en önemlisi cenazesiydi, tören istemiyordu, Nesin Vakfı’na gömülmek istiyordu. Bunun nedenini şöyle açıklıyordu: “Dini inancım olmadığı için islami şekilde gömülmek istemiyorum, insan ateistse gereklerini yerine getirmeli. Ama bu yasayla bağlantılı bişey. Cenaze istemiyorum, çünkü benim sevmediklerim ve beni sevmeyenler cenazeme gelip konuşmak için kuyruk oluşturacaklar. Bu ikiyüzlülüğü belki ölünce görmeyeceğim ama yine de istemiyorum…”
Çok iyi anımsıyorum, Aziz Nesin’in naaşını İstanbul Çapa Hastahanesi’ne getirdiğimizde Ataol Behramoğlu’da gelmişti ve TYS olarak merasim istiyordu, ben karşı çıkıyordum. Behramoğlu Aziz Nesin’in istemediğini ama artık ölü olduğunu söyleyince ben de “Evet ama ben onun vasiyetini yerine getirmekle mükellef oğluyum…” diyerek tartışmayı kesmiştim…
Neyse, gelelim konuya, Behramoğlu yazısının devamında “İnce hesaplara, yüksek entelektüel usavurmalara benim aklım pek ermiyor. Bu konuda da bunlardan önce bazı basit sorulara yanıt bulmaya çalışıyorum. Öncelikle, HDP kime ve neye güvenerek seçimlere parti olarak girme kararı aldı? Bir başka deyişle, barajı aşacağı güvencesini nereden alıyor? Barajı aşamayıp parlamento dışı kalırsa ülkede neler olabileceğinin hesabını yaptı mı? Bu ve benzer sorulara yanıt aramaksızın, aman oyumuzu HDP’ye verelim, yoksa AKP başkanlık sistemi getirecek telaşı ve çağrısı bana anlamsız görünüyor.” diyor.
Hadi şimdi koyu bir ulusalcı ve Kemalist oldun da kimi şeyleri anlamıyorsun, eski sözümona marksistliğinden bir damla kalmadı mı beyninin bir köşesinde Ataol Behramoğlu, bir parti seçime katılmamak üzere mi kurulur? Kime güvenirmiş, kime güvenecek, doğal olarak tabanına ve seçmene güvenir. 70’lerde Beria Önger aday olduğunda neye güvenmişti, sen belki o dönemi anımsamak istemezsin ama ben söyleyeyim, sana güvenmişti, TKP’ye güvenmişti, partinin tabanına güvenmişti, bizim gibi TKP dışındaki sosyalist ve devrimcilere güvenmişti, bundan daha doğal ne olabilir ki!..
Barajı aşmak için nereden güvence aldığımızı merak ediyorsun ya, böyle merak da ilk kez duyuyorum. Faşist bir yasa var, biz bu yasanın üstüne gidiyoruz, o yüzden onlarca örgüt ve sivil toplum örgütü bir araya gelmişiz, faşizmi yıkmaya çalışıyoruz, sen güvence soruyorsun. Biz siyasi bir partiyiz Behramoğlu, şirket değiliz, çek-senet güvencesi altında çalışmıyoruz, siyasetin güvencesi olmaz, bunu sana veremem, faşizme karşı mücadele ederken ölmeyeceğimin, hapsedilmeyeceğimin, işkence görmeyeceğimin güvencesi olmaz, bu bir inanış savaşımıdır, inanıyor ve maçan yiyorsa içinde olursun, yemiyorsa susar oturursun. O zaman bu % 10’luk baraj seni mutlu ediyordur… Faşizme ortaksındır…
Anlaşılan bu yazı yarın da devam edecek. Okurları 1 günde bıktırmamak gerek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.