Taksim’de ısrar ediyoruz, çünkü biliyoruz, 1 Mayıs’ı özgürleştirme mücadelesi bu ülkeyi özgürleştirme mücadelesidir. 1 Mayıs’ı özgürleştirme mücadelesini, faşizme karşı direnişten, emeğin özgürleşme mücadelesinden ayıramazsınız… Ve 2015’te 1 Mayıs’ta Taksim’de ısrar, diktatörün inayetiyle değil halkın dirayetiyle muhalefet etmekte ısrardır. O gün Taksim için yola çıkacak olanların mesajı nettir: “7 Haziran’da sonuç ne olursa olsun biz var […]
Taksim’de ısrar ediyoruz, çünkü biliyoruz, 1 Mayıs’ı özgürleştirme mücadelesi bu ülkeyi özgürleştirme mücadelesidir. 1 Mayıs’ı özgürleştirme mücadelesini, faşizme karşı direnişten, emeğin özgürleşme mücadelesinden ayıramazsınız… Ve 2015’te 1 Mayıs’ta Taksim’de ısrar, diktatörün inayetiyle değil halkın dirayetiyle muhalefet etmekte ısrardır. O gün Taksim için yola çıkacak olanların mesajı nettir: “7 Haziran’da sonuç ne olursa olsun biz var oldukça, sokakta oldukça bu ülkede diktatörlük inşa edilemez!”
Özgür 1 Mayıs, özgür bir ülke için Taksim!
1 Mayıs için Taksim’de “ısrar” ediyoruz. Taksim’den vazgeçmiyoruz.
Tam da 2015 genel seçimleri öncesi.
Yani;
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı koltuğundan bangır bangır bu seçimin “kader” seçimi olduğunu haykırıp başkanlık sistemi için oy isterken;
301 işçiye mezar olan Soma’da madencilerin davası sürer ve siyasi sorumlulardan birinin bile adı duruşmalarda geçmezken;
AKP iktidarı boyunca iş cinayetlerinde 15 bine yakın işçi kardeşimiz katledilmişken;
Ve çocuklar vurulur, sendikalı olan işten atılır, ormanlar dozerlerle yok edilir, üniversitelerde afiş asmak yasaklanır, kadınlar kadın oldukları için öldürülürken;
Sansür festival festival gezinir, Erdoğan’a laf eden tutuklanır, iktidarı korumak için Ağrı’da olduğu gibi insan hayatı hiçe sayılırken;
Taksim’de ısrar ediyoruz.
Israr ediyoruz, çünkü biliyoruz. 1 Mayıs’ı özgürleştirme mücadelesi bu ülkeyi özgürleştirme mücadelesidir. Tarihimiz söylüyor: 1 Mayıs’ı özgürleştirme mücadelesini, faşizme karşı direnişten, emeğin özgürleşme mücadelesinden ayıramazsınız.
Ve 2015’te 1 Mayıs’ta Taksim’de “ısrar”, diktatörlük girişimine karşı mücadelede ısrardır.[1] Özgür, demokratik bir ülke için, insanca bir yaşam için ısrardır. Taksim’de ısrar diktatörün inayetiyle değil halkın dirayetiyle muhalefet etmekte ısrardır. O gün Taksim için yola çıkanların mesajı nettir: “7 Haziran’da sonuç ne olursa olsun biz var oldukça, sokakta oldukça bu ülkede diktatörlük inşa edilemez!”
Taksim’de ısrar ediyoruz.
Ve bu ısrarı anlatıp duruyoruz. Bıkmadan usanmadan. Üstelik ısrarımızın haklılığı 2010’da Taksim Meydanı’nda yüz binlerin coşkusunda, 2013 isyanında “Her yer Taksim” diyen Türkiye sokaklarında kanıtlanmışken, anlatmaya devam ediyoruz.
Elimizde bildirilerle sokaklarda, 1 Mayıs toplantılarında hem halka hem de 2015 yılında 1 Mayıs’a 4 gün kala “Taksim çağrısının altı boştur” diyerek 1 Mayıs’ı güçlendirmeyi değil Taksim’i zayıflatmayı dert edinen sendikacılara. “Yasak nedeniyle işçi sınıfı ve emekçilerin 1 Mayısı talepleri ile kutlayamaması” gibi bir gerekçe ile “yasağın” sınıfı ve talepleri görünmez kıldığına dair bir garip önermeyi tekrar edip duran “kimi solculara”. Üstelik 1 Mayıs Taksim direnişlerinin sınıfın taleplerini ve sermaye iktidarı karşısında mücadelesini daha önceki yıllarda büyük meydanlarda kutlanan güvenli tertipli 1 Mayıslardan çok daha fazla “görünür” kıldığı açıkken. Anlatmaya devam ediyoruz. [2]
Keşke biraz yakın tarihe bakıp ders çıkarsalar. Biz sadece, 2010’da yüz binlerin Taksim’de 1 Mayısı kutlamasından yalnız 2 ay önce Evrensel’de yayımlanan bir yazıyı hatırlatalım yeter: “İstanbul’da, yıllardır sınıf bölmenin bir aracı olarak öne çıkarılan “Taksim mi değil mi?” tartışması, bu yıl yapılmamalıdır” [3]
2010’dan 2015’e. Yaşadığımız/yazdığımız tarih gösterdi ki ‘yasakla’ mücadele etmezsen işçilerin “görünür kıldığın talepleri” için eylem yapamaz hale gelirsin, grevlerin yasaklanır. Sendikana insan örgütleyemezsin, sokakta bildiri dağıtamazsın. “Yasaklı Taksim’e işçiler gelmiyor, Kadıköy’de yapalım” dersin, Kadıköy yasaklandığında aynı mantığı sürdürürsen Kartal’a çekilirsin ve devamı gelir…Güç gösterelim dediğin “yerellerde” de sokağa çıkamayacağın günlerin zeminini kendi ellerinle döşersin. Üstelik 1 Mayıs’a günler kala tedavüle soktuğun “Sol gruplarla polislerin çatışması gündem oluyor. İşçiler gelemiyor. Hani işçilerin talepleri” söylemlerini iktidar sözcülerinin ağzından duyar, utanırsın. Siz utanmazsanız biz sizin yerinize de utanırız, sorun değil. Daha önce de sizin adınıza utandık.
Ve işte yıllardır “Taksim nostaljidir, Taksim mekan fetişizmidir, Taksim “inadı” işçi sınıfına zarar verir, Taksim 1 Mayıs’ın içeriğini gölgeliyor” diyenlere karşı 1 Mayıs için Taksim’de ısrar etmeye, direnmeye devam ediyoruz. Biliyoruz ki kimileri tarafından küçümsense de her “küçük” direniş, kurulan her “küçük” barikat daha ileri mevzileri yaratmanın yolunu açıyor. Sosyalistlerin aldığı her inisiyatif egemen siyasete bel bağlamaya zorlanan emekçilerin bağımsız bir siyasal güç haline gelmesinin yolunu yapıyor. Bugün kim inkar edebilir 2007-2013 arası militan 1 Mayıs direnişlerinin Haziran İsyanı’na etkisini?[4]
İşte tam da bu nedenle; Taksim “bugündür”, Taksim “isyandır”, Taksim “meydan okumadır”. Taksim “özgür bir ülkedir” diyerek, herkesi hafızasını tazelemeye (ve basitçe bir internet taraması yapmaya) çağırıyoruz.
Taksim’de ısrar ediyoruz çünkü;
Çünkü biliyoruz. Bu ülkede 1 Mayıs’ın tarihi mücadelenin tarihidir. Evet kimse inkar etmiyor. 1 Mayıslar kana bulanır, yasaklanır, kimi zaman iktidar yandaşı sendikalar eliyle devlet törenine çevrilmeye çalışılır, kimi zaman şenliğe dönüştürülüp içi boşaltılmaya çalışılır. Ama bu topraklarda 1 Mayıs bir türlü ehlileştirilemez, bir türlü karnavala dönüşmez, bir türlü mücadele günü olmaktan çıkarılamaz. Egemenlerin başına bela, ezilenlerin mücadelesine ışık olur. Bu güç tek başına 1 Mayıs’ın “kitleselliği” ile ölçülmez. Bu güç 1 Mayıs’ta hangi politik iddia ile sokağa çıktığın ile ölçülür. Tarihsellik kadar geleceği kurma iddiasıyla ölçülür. Bugün kadar yarına ne bıraktığınla ölçülür.
Emekçiler bugün “güvenlikli” bir 1 Mayıs arayışında değildir. Madenlerde, inşaatlarda, yollarda, hastanelerde ne yaşam güvenliği ne de iş güvencesi olan işçilerin 1 Mayıs’ının güvenlikli olmasını beklemenin diyalektiğini anlamak pek kolay olmuyor. Emekçiler, sözlerinin AKP iktidarı ve sermaye karşısına etkili biçimde çıkarılmasını istiyor. Elbette faşist yasalar, polis terörü kitle pasifikasyonu için önemli etkenler. Ama bunun kırılması için sosyalistlere düşen görev de “zor”un karşısında güvence arayışına girmek değil. Bu kuşatmayı yaracak bir direniş iradesini örgütlemektir.
Ve Taksim bu mücadelenin meydanıdır.
Neden mi Taksim’e çıkıyoruz?
*Taksim, 1 Mayıs alanı, tarihle geleceğin buluşma noktası olduğu için. Katliamlarla, darbeyle gaspedilen bu alanı dövüşerek yeniden kazandığımız için.
*Taksim Meydanı’nın emekçilerle/sosyalistlerle AKP arasındaki çatışmanın/mücadelenin simgesel meydanı olduğu, 2004-2014 1 Mayıslarında ve 2013 Haziran İsyanı’nda tartışılamaz biçimde kanıtlandığı için. İktidar tarafından yasaklanan Taksim’in kendisi başlı başına bir “içerik” olduğu için ve yasağa teslim olmak AKP karşısında sadece bir “meydan” kazanımından değil politik iddiandan da vazgeçmek anlamına geleceği için.
*Sınıfın birliğinin uzlaşma ve teslimiyetle değil kavgada/mücadelede sağlanacağını bildiğimiz için.
*Egemenlerin kendilerinden hesap sorulmadıkça yeni katliamlar tezgahladıklarını bildiğimiz, bu memlekette “provokasyon”lar karşısında geri çekilmenin de provokasyon olduğunu “provokasyondan” kaçılamayacağını ancak boşa çıkarılacağını” yaşayarak öğrendiğimiz için. 77’den AKP eliyle yapılanlara kadar egemen sınıfların tüm katliamlarının hesabını sormak için.
*Egemen sınıfların kent merkezlerini toplumsal mücadelelerden arındırma ve kentler üzerinde emekçilerin söz hakkını yok etme politikalarına karşı ezilenlerin taleplerini kentin en büyük meydanında gösterme ve yaşadıkları kentler üzerinde söz ve karar hakkını savunmak için. Sadece Taksim’i değil tüm kent meydanlarını emekçilere açmak için.
*Erdoğan’ın ağzından çıkan sözün “kanun” olmadığını, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, gençlerin kendi “hikayelerini” kendi elleriyle, direnişle yazacaklarını göstermek için.
*2015 seçimleri öncesinde Erdoğan diktatörlüğüne izin vermeyeceğimizi, yasakları tanımadığımızı bu ülkeyi meydan meydan, kent kent özgürleştireceğimizi ilan etmek için.
*Faşizme karşı mücadelede “ısrar ettiğimiz” için!
Taksim’de ısrar ediyoruz.
Bizim hikayemiz…
1 Mayıs’ta neden Taksim’deyiz özetledik, bir de bu “ısrarın” tarihini, kendi hikayemizi kısaca hatırlatalım. Çembere bir girip bir dışına çıkanların da hafızasını tazeliyelim…
1976’da DİSK öncülüğünde yapılan 1 Mayıs’la başlayan öykü Türkiye sınıf mücadelesinin seyrine göre yazılmıştır. Anlatılan bizim hikayemizdir. 77 1 Mayıs katliamına rağmen 78’de yüz binlerin çıkması engellenemeyen Taksim bu hikayenin meydanıdır. Ardından gelen 79 ve 80 1 Mayıs yasakları ise darbenin ayak sesleri.
Ve bitmez. Yasaklı yıllarda 1 Mayısı özgürleştirme mücadelesi 1988-1989-1990 ve 91’de bedeller ödenerek sürer, yaşamını yitiren Mehmet Akif Dalcı ile felç kalan Gülay Beceren ile simgeleşir. 1992 darbe sonrası ilk yasal mitingtir. 1 Mayıs “yasallaşır” ama tehlike olmaktan çıkmaz. 1996’da Kadıköy’de üç işçi öldürülür ve bir kent meydanı daha mitinglere kapatılır. Ve ilerici emek örgütleri ile sosyalistlerin Taksim talebi 2004’te Saraçhane’de fiili bir 1 Mayıs’la sonuçlanır. Çağlayan çukurundan muhalefeti çıkaran Taksim “ısrarı”dır. Ve Kadıköy, yıllardan sonra yeniden miting alanı haline gelir.
2007’de, 77 Katliamı’nın 30. yılında temel iki taleple (1 Mayıs 77’nin faillerinin bulunması ve 1 Mayıs’ın resmi tatil olması) Taksim iradesi DİSK ve sosyalist solun etrafında oluşturulur. Yıllardan sonra ilk kez kitlesel çatışmalarda iktidarın yasağına meydan okunur. 2007’de sayıları çok yüksek olmasa da eylemcilerin Taksim’e çıkışı bir işarettir: 2000li yıllar bu topraklarda isyana şahit olacaktır.
2008’de ilerici emek örgütleri ve sosyalistler Taksim iradesine sahip çıkar. Sol AKP karşısında üstelik memeleket egemenler arası iktidar çatışmalarının gündemine boğulmuşken inisiyatif almaktadır. Taksim direnişi bu inisiyatifin simgesidir. [5]
Ve Taksim direnişinin yarattığı basınçla AKP 2009’da 1 Mayıs’ı tatil etmek zorunda kalır. “Taksim ısrarı”, ‘Taksim’ talebini, 1 Mayıs’ı tatil ederek boşa çıkarmayı ve krizin ülkeye yansımasının arttığı günlerde emek hareketi üzerinde bu yolla siyasal inisiyatif kurmayı hedefleyen[6] AKP karşısında bu manevrayı boşa çıkarır. 2009’da “makul sayıda” insanın meydana girişini AKP bahşetmemiş dört bir yanda süren çatışmalarla sağlanmıştır. Taksim’e çıkılmıştır artık geri dönüş yoktur. [7]
Ve 2010. Referandum yılı. Taksim’de toplanan yüz binlerle birlikte AKP’ye karşı biriken büyük öfke meydana çıkar. Şimdi korku yeniden peydah olmuştur AKP için. Önce “Taksim’i biz verdik[8] kimse almadı” diyerek işin içinden çıkmaya çalışır. Yandaş sendikalar devrededir, bakanlar 1 Mayıs’a katılmak istediklerini beyan etmektedir, 1 Mayıs’ı kutlayan AKP pankartları etrafta dolanmaktadır.[9] Muhalefet bir adım atmıştır, “yasaklı bütün meydanların açılması” bir diğer taleptir artık. Taksim kazanımı AKP iktidarı döneminde sosyalistlerin inisiyatifinde alınan en büyük kazanımdır.
2011’de bu kez Türkiye’nin her yeri 1 Mayıs alanıdır. 2011 genel seçimleri öncesi 1 Mayıs katılımlarında yaşanan artışta Taksim 1 Mayısının etkisi büyüktür.
2012’de Taksim’de buluşan yüz binler dünyanın en büyük 1 Mayıs kutlamalarından birine imza atarken binlerce Kürt siyasetçiyi, üniversitelileri, gazetecileri hapse atan AKP faşizmine karşı mücadele ve hak mücadeleleri 1 Mayıs’a damgasını vurmuştur. Taksim alanı AKP’ye karşı direnişin meydanı haline gelirken saflar da gizlenemez hale gelmiştir. Hak-İş ve Memur-Sen Çalışma Bakanı’nın katılımıyla Ankara’da, Türk-İş ve Türk Kamu-Sen Bursa’da 1 Mayıs’ı “kutlar”. Türk-İş’in başını çektiği bloğun ayrı miting yapma kararının gerekçesi ise gayet manidardır: Ortak metinde AKP’nin eleştirilmesinden yana olmamak.[10]
Ve 2013, isyanımızın yılı. Tayyip Erdoğan sınıf kinini ve gerici ideolojisini kusar ve Taksim’i daha sonra Gezi Parkı’nda başlayacak direnişin de kıvılcımını yakacak olan Taksim Yayalaştırma Projesi’ni gerekçe göstererek yasaklar. Konfederasyon başkanlarıyla yaptığı görüşmede “Ben istersem izin veririm, istemezsem vermem” der. İstanbul terörize edilmiş, 1 Mayıs’ın kitleselleşmemesi için her tür önlem alınmıştır. Muhalefetin karşısına çıkarılan yeni bir “çukur”dur. Ancak sosyalistler ve DİSK başta olmak üzere ilerici emek örgütleri Taksim ısrarını sürdürür. Tayyip “İlla Taksim demeniz, bana, AKP iktidarına karşı yapıyoruz dedirtir, bundan bunu anlıyorum” diyordur ve haklıdır. 1 Mayıs 2013 Taksim direnişi[11], işçi sınıfının, ezilen halkların, ilerici emek-meslek örgütlerinin, ilerici toplumsal güçlerin ve sol-sosyalist örgütlerin AKP iktidarına karşı direnme eğilimlerini birleştirir. Bir sıçrama tahtası olur. 1 Mayıs’ta sokağa çıkma iradesini gösteren binler Haziran’da “özgürlük” isteyen milyonlara dönüşür. Haziran 2013’te Tayyip Erdoğan açtığı çukura kendisi düşmüştür.
2014’e gelindiğinde inşaat ortadan kalkmış ama Taksim yasağı sürmektedir. Bu defa yasağın gerekçesi “isyanın” kendisidir. AKP terörü devreye sokulmuş, üçlü seçim süreci, sandığı siyasetin merkezi gündemi haline getirmiş, sokağı bastırma zorululuğu ile AKP sadece Taksim’i değil diğer kent meydanlarını da yasaklamıştır. AKP icadı “Maltepe” ile “Yenikapı” miting alanları muhalefetin yeni çukurları olarak gündeme sokulmuştur. Erdoğan “biat” istiyordur. Ama istediğini alamaz. İstanbul 2014 1 Mayıs’ı belki ülke tarihinin gördüğü en büyük isyandan sonra niceliği ile beklentileri karşılamaz. Ancak isyanın eylemcilere kattığı özgüven, savunma araçlarının kullanımı ve çatışmayı saatlerce sürdüren irade ve Ankara’da Bursa’ya yasaklı meydanları özgürleştirme girişimi ile AKP’ye “sokağı bitiremeyeceğini” gösterir.
Ve 2015 1 Mayıs’ı.
Dedik ya hikayemizi kendimiz yazacağız. Özgür bir ülke için özgür bir 1 Mayıs! Diktatörü Taksim’e doğru yola çıkanlar devirecek.
[1] Elbette diktatörlüğe karşı mücadelede tek seçenek ‘Taksim’ değil. Ancak 2015 genel seçimleri öncesi onun yerine daha güçlü bir seçenek ortaya konulmadığı/oluşturulmadığı koşulda Taksim bu bayrağı taşıyacak. Kadıköy ya da İstanbul’da bir başka yer tercihi, sayı azlığı ya da polis terörü gerekçesi ile 1 Mayıs’ın tarihsel ve güncel politik değerini bir yana bırakmak, inisiyatifi AKP’ye devretmektir.
[2] Sadece 2013 1 Mayıs’ının Taksim direnişi kadar “Taşeron Cumhuriyeti” sözünü nasıl gündemleştirdiği hatırlayalım yeter.
[3] Mart 2010 Evrensel İ.Sabri Durmaz : “İstanbul’da, yıllardır sınıf bölmenin bir aracı olarak öne çıkarılan “Taksim mi değil mi?” tartışması, bu yıl yapılmamalıdır. Tersine, 2010 1 Mayıs’ın; dört konfederasyonun ortak karar verdiği bir alanda, en geniş katılımla kutlanması ve emekçilerin taleplerini ifade ettikleri, 26 Mayıs’ın provası olarak gerçekleştirilen bir gün olması hayati önemdedir. Bu süreci şu ya da bu gerekçeyle provoke edenler, hem emekçi sınıflar hem de tarih önünde lanetlenmekten kurtulamazlar.” (http://www.emekdunyasi.net/ed/guncel/7361-26-mayis-i-unuttuk-mu—i-sabri-durmaz) Ve bir TKP açıklaması (Şubat 2010) “1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması için yıllardır sürdürülmekte olan ve partimizin de önemli bir parçası olduğu mücadele, giderek, sendikaların içi boş, kitlesellikten uzak “şov”larını gizlemelerinin aracı haline gelmiştir.” “Provokasyon ve şov”dan Taksim kazanımı açığa çıkmıştı.
[4] 2009 1 Mayısından sonra sol.org.tr’de Aydemir Güler imzasıyla yayımlanan bir yazıda Taksim’e çıkmak için direnen ve ellerinde “çiçek saksılarından” başka bir şey olmayan eylemciler için şöyle deniyordu: “Bir ara fırsatım olursa, çiçek saksılarından barikat kurulabileceğini sananlar için, 138 yıl önce Paris’te işçilerin hangi boyutlarda barikatları nelerden imal ettiklerini, zamanında Kamu Selamet Komitesi’nin yayınladığı bir bildiriden hareketle aktarmayı düşünüyorum. Barikatın ciddi bir iş olduğunu öğrenmekte yarar vardır”. O gün çiçek saksıları ile barikat kurmayı öğrenenler Haziran İsyanı barikatlarını yarattı. Ordan da öğrendiler…
[5] Türk-İş’in 2008 1 Mayıs’ında son anda geri çekilerek Taksim eylemini kırma manevrası yaptığını hatırlatalım.
[6] 2009 yılında Türk-İş, DİSK ve KESK’le görüşmeden kendi başına girişimlerde bulundu ve Taksim’e başvuru yapacağını ama ısrarcı olmayacağını söyleyerek oyunda rolünü aldı. Hak-İş ise başka bir rol alarak bir işçi grubu ile Taksim’de kutlama yaptı.
[7] EMEP’in 2009 yılında Taksim’de çatışmalar sürerken Türk-İş’le birlikte Kadıköy’de miting yaptığını hatırlatalım. Aynı çizgi bununla yetinmemiş 2009 1 Mayısında Taksim’e çıkılmasının ardından Evrensel gazetesinde “valilikle anlaşarak çıkıldı, icazet alındı” , “gazla copla dağıtılanlar memnun” ifadelerinin de kullanıldığı “değerlendirme” adı altında Taksim 1 Mayısı’na saldıran yazılar kaleme alındı. Dileyen haberlere, Sabri Durmaz ve Mustafa Yalçıner’in 1 Mayıs sonrası yazılarına arşivden bakabilir. TKP ise Taksim kararının arkasında durmakla birlikte eleştirilerini bir mektupla dile getirmiş ve DİSK ve KESK yönetimlerini başka hiçbir kentte 1 Mayıs kutlaması için başvuru yapılmayacağını ilana çağırmış ve bir “önlem” olarak Çağlayan’da miting başvurusu yaptıklarını duyurmuştu. TKP olarak 1 Mayıs-Taksim politikasını gerçekten güçlendirecek adımlar atılmadığı takdirde, 1 Mayıs günü DİSK ve KESK’le birlikte hareket etmeyeceklerini belirtti, 1 Mayıs’a 5 gün kala Taksim’e merkezi olarak katılacağını açıkladı. http://www.sendika.org/2009/05/tkpden-sendikalara-1-mayis-mektubu-tkp-siyasi-buro/ – http://www.sendika.org/2009/05/tkp-1-mayista-taksimde-tkp-siyasi-buro/ 2007’den 2012’e Konfederasyonların bir çok tutumu, söylem ya da yaklaşımının eleştirilmesi mümkün ki hemen herkes bu eleştirileri toplantılarda ve değerlendirmelerinde yaptı. Ama bir ayrışma zorlaması ile değil ortak bir sorunu çözmek adına.
[8] Tarihe not düşmek için: Dönemin Hak-İş Başkanı Salim Uslu: “Taksim’de 1 Mayıs hükümetin iradesidir. Bu karar için birilerinin söke söke aldık, diz çöktürdük diye caka satmasına gerek yok. Yani tek başına 1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesini değerlendirmek yetmez. Bu arada diğer demokratik açılımlarla birlikte değerlendirmek gerek bu kararı“(3 Mayıs 2010, Yeni Şafak)
[9] 2010 1 Mayıs’ında Hak-İş, Memur-Sen ve Türk Kamu-Sen Taksim’e çıkmış, “birlik” adına o güne kadar Taksim iradesini krımaya çalışan Türk-İş Başkanı Kazancı Yokuşu’ndaki anmada konuşma yapmıştı. 1 Mayıs alanında Türk-İş ve Hak-İş başkanlarının adının okunmasıyla ortaya çıkan tepki ve Kumlu’nun sahneden kaçması görüntüsü üzerine 10 Mayıs 2010’da DİSK ve KESK’in dahil olduğu 10 sendikanın yaşananları “Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun şahsında tüm konfederasyonlara yapılmış sayma” açıklamasını görkemli 2010 1 Mayıs’ının talihsizliği olarak kayda geçirelim.
[10] Yine tarihe not düşelim 2012’de 1 Mayıs’ta genel merkezin Bursa kararına karşı Sendikal Güç Birliği Platformu’nu (SGBP) oluşturan 10 Türk-İş sendikası Taksim’e geldi. Ayrışma SGBP ile sınırlı kalmadı ve Yol-İş, Selüloz-İş, Haber-İş de ayrı kortejlerle Taksim’deydi.
[11] Yine bir not: TKP 2013 yılında İstanbul’da 1 Mayıs’ın neden Taksim’de kutlanılmaması gerektiğini 3 temel gerekçeyle açıklamıştı: Birincisi, alan tartışmasının her sene içeriğin önüne geçmesi; ikincisi, 1 Mayıs’ın bugüne kadar mücadele gününden çok panayır gibi kutlanması ve üçüncüsü ise, TKP’nin “1 Mayıs kutlaması”nın işçi sınıfının bugün ihtiyaç duyduğu bir içerikte gerçekleşmesine ilişkin konfederasyonlara ve diğer kurumlara güvenmemesi. TKP’nin sonuç yorumu ise bu sebeplerle 1 Mayıs’ın Kadıköy’de kutlanması gerektiği idi. Yine Taksim’in yaylaştırma projesi nedeni ile teknik olarak sıkıntılı olduğu yapılan bir diğer vurgu idi. Oysa Taksim’de yaşanan “teknik” bir mesele değildi. İşçilerin güvencesizleştirilmesi, doğanın talanı, eğitimin, sağlığın piyasalaştırılması gibi neoliberal saldırılara karşı bu mücadele gününde sosyalist güçler ve emek hareketi aynı zamanda Taksim’de gerçekleşen bu dönüşüme karşı da mücadele edeceklerini ilan etmişlerdi. Gezi direnişi sırasında bu ilan Taksim Dayanışması’nda bu örgütlerin etkili konum alışlarını da beraberinde getirdi. (Ayrıntılı değerlendirme için: 1 Mayıs’ta işçi sınıfının ihtiyacı ayrılıkçılık değil birlik ve dayanışmadır –Ali Duman http://www.sendika.org/2013/04/1-mayista-isci-sinifinin-ihtiyaci-ayrilikcilik-degil-birlik-ve-dayanismadir-ali-duman/)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.