Suriye’de AKP destekli cihatçılar eliyle büyük çapta bir Alevi soykırımının gerçekleşme olasılığı söz konusudur. Kin ve nefretle büyütülen mezhepçiliğin Türkiye coğrafyasında çok tehlikeli boyutlara vardığını artık görmek gerekir. İştebrak Alevi katliamına karşı yeterince örgütlü ses çıkarılamamışken, Türkiye’de kimi camilerde gözlenen kutlama ve lokum dağıtma pratikleri fazlasıyla tehlikeli ve bir sürecin habercisidir Suriye’ye dönük küresel saldırı […]
Suriye’de AKP destekli cihatçılar eliyle büyük çapta bir Alevi soykırımının gerçekleşme olasılığı söz konusudur. Kin ve nefretle büyütülen mezhepçiliğin Türkiye coğrafyasında çok tehlikeli boyutlara vardığını artık görmek gerekir. İştebrak Alevi katliamına karşı yeterince örgütlü ses çıkarılamamışken, Türkiye’de kimi camilerde gözlenen kutlama ve lokum dağıtma pratikleri fazlasıyla tehlikeli ve bir sürecin habercisidir
Suriye’ye dönük küresel saldırı beşinci yılına girerken, Suriye’nin kolay düşmeyeceğinin net bir şekilde anlaşılması üzerine saldırı projelerinde sürekli bir yenilenme söz konusudur. Gelinen noktada son hamle “Eğit-Donat” projesidir.
Krizin başladığı 2011 yılında siyasi analist Gada El Yafi Suriye’ye dönük emperyalist saldırının arkasındaki küresel sebepleri ortaya koyduktan sonra, bu büyük emperyalist yağma için şu tespitte bulunmuştu: “Ya Suriye’nin düşüşü, ya Amerika’nın çöküşü…”[1]
Bu tespit temelsiz değildir. ABD’nin “Amerikan Yüzyılı” projesine yaptığı yatırımın Suriye’de bir karşılığı olmadığı ortaya çıktı. Ama ABD ve küresel müttefikleri için durmak söz konusu değildir. Çünkü BOP’u askıya almak bu kutup için çöküş demektir.
Suriye’ye bütün dış müdahale girişimleri başarısız oldu. Tıpkı Libya sürecinde olduğu gibi NATO müdahale için her ne kadar gerekçeler oluşturmak adına toplu sivil katliamlar, kimyasal saldırılar tezgâhlandıysa da, başarılı olunamadı. Her Birleşmiş Milletler (BM) toplantısı sürecinde “kırmızı hat” gündemleri yaratmak için sivil katliamlara imza atan vekâlet savaşçıları-cihatçılar, başarılı olamadılar. Elbette bu süreçte Rusya ve Çin’in tutumu, bölgesel güç olarak İran’ın pozisyonu ve İsrail’in güvenliği gibi faktörlerin etkisi ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Ama neden NATO müdahalesi tek çare idi?
Libya pratiğini kalıp olarak uygulama stratejileri geliştirildi. Libya’da olmayan isyanın ve müdahaleyi gerekçelendirme senaryolarının hiçbir karşılığı yoktu. Ama BM kararıyla müdahale edildi ve “başarıya” ulaşıldı. (Başarının, sadece Kaddafi’yi linç ederek öldürme videolarından ibaret olduğunun altını çizmek gerekir.)
Libya’daki tecrübeden anlaşıldığı üzere vekâleten bu savaşı yürüten cihatçı örgütlerin yetersizliği açıktır. Libya’da dışarıdan taşıma cihatçı örgütlerle -adına milis dense de- bir adım ilerlemenin imkânsızlığı belliydi. NATO müdahalesiyle ancak bu iş olurdu ve BM kararının, bölgesel müttefiklerin (Arap Ligi) desteğiyle Libya yerle bir edildi. Ancak aynı hesap Suriye’de tutmadı ve tutamazdı da… Suriye, Libya gibi kabileler devleti değil, köklü bir devlet ve yanı başındaki İsrail tehdidine karşı her daim teyakkuzda olan bir ordunun sahibi. Her türlü etnik ve inançları bir arada barındıran ve 24 milyon nüfusun kendini Suriyeli olarak tarif ettiği bir ülke. Bu topraklarda topyekûn direnişle karşılaşılacağı tahmin edilemedi.
Öte yandan Suriye, küresel aktörlerin saflarını yeniden belirledikleri bir sürecin başlangıcı oldu. Rusya ve Çin’in BM vetoları, bu saflaşmanın bir deklarasyonuydu ve NATO müdahalesinin önü kapandı. (Suriye sürecinin Libya’dan önemli farkı şu ki, Rusya ve Çin, küresel çıkarlarını birlikte kollama ve Ortadoğu’ya ilişkin küresel rekabetlerini Suriye üzerinden sürdürme taktikleri önemli bir belirleyen haline gelmiştir.)
Dolayısıyla dört yıl boyunca Libya örneğindeki sürekli askeri müdahale, uçuşa yasaklı bölge vb. girişimleri sonuçsuz kaldı ve anlaşıldı ki, BM üzerinden bu iş olmayacaktı. Siyasi çözüm adı altında müzakereye mecbur kalındı, Suriye yönetimi karşısında ellerini güçlendirecek kartlarla masaya oturma arayışı hep sürdü.
Cihatçı örgütleri güçlendirmek ve “koridor” açma formülü, tek çaredir
Bu arayışlardan biri şudur: “Uçuşa yasaklı bölge” formülü olamıyorsa, “Angajman Kuralları” bir koza dönüştürülebilir ve sınır hattında muhalifler güçlendirilerek kara saldırılarıyla birkaç koridor açılabilir. Zaten dört yıl boyunca Suriye’nin sadece sınır hatları cihatçıların saldırı tehdidi altında oldu. Ürdün sınır hattında Dera kentine dönük saldırılar, Irak sınır hattı boyunca el Kaideci örgütlerin saldırı ve işgalleri (önce Nusra Cephesi, sonra IŞİD) ve Türkiye’nin 800 km’lik sınırının önemli bir bölümü cihatçıların kontrolündedir ve Suriye kentlerine dönük saldırıların asıl merkezi burasıdır.
Son gelinen noktada Suriye topraklarında “koridor açma ve güçlü bir orduyla ilerleme” projesi devreye sokuldu. Esasında 2011 yılından bu yana Türkiye’nin sürekli talep ettiği ve her fırsatta dile getirdiği şey, Türkiye’den Suriye’ye “insani koridor” açılmasıdır. Savaşın koridorunda bu denli ısrar eden Türkiye, Kobane kuşatmasında talep edilen koridora “Kürt koridoru” adını vermeyi tercih etti ve kesin bir dille reddetti. Başbakan Ahmet Davutoğlu sıcak çatışmaların ortasındaki Kobane için “koridor” taleplerine karşı; “Bizim Suriye’ye girme niyetimiz de yok koridor açma niyetimiz de. Ancak topraklarımıza ya da toprağımız saydığımız Süleyman Şah’a bir saldırı olursa, bu kimden gelirse gelsin gerekli karşılığı veririz” demişti.[2] Fakat aynı zamanda savaşın medyası El Cezire’ye konuşan Ahmet Davutoğlu’nun dillendirdiği son “stratejik planda” Türkiye’den Suriye’ye bir değil, tam olarak beş koridor (kendisi güvenli bölge dese de) açmak vardı. Bunlardan bir tanesi İdlip’tir, diğeri de şu anda cihatçıların hedefinde olan Lazkiye’dir. Geriye kalan üç koridoru Halep, Kobane ve Haseke olarak tariflemişti.[3] Bu açıklama, sözde IŞİD’e karşı eğit-donat projesinin sağladığı güvene dayanıyordu.
Eğit-Donat planı ve Süleyman Şah Türbesinin taşınmasının anlamı
Sözde IŞİD’e karşı güçlü bir ordu oluşturma fikri ve hemen devreye sokulan Eğit-Donat projesinin sadece bir anlamı vardı: Moral olarak çöken, dağılma sürecine giren vekâlet savaşçısı cihatçı grupları toparlama ve daha sonuç alıcı, daha organize (yani daha kanlı) saldırılarla Şam yönetimini zayıflatma/düşürme planı. Amerika’yla “Eğit-Donat” protokolünün imzalanmasından bir gün sonra Süleyman Şah Türbesinin taşınması bunun doğrudan kanıtı oldu. Zira Eğit-Donat’ın hedefindeki coğrafyanın adresi Suriye’dir. Türbenin bulunduğu alan, plandaki “koridor” dahilindedir ve IŞİD tehdidinden çok (ki türbeye yönelik IŞİD’in herhangi bir tehdit oluşturduğuna dair somut bir veri yoktur) türbenin, eğitilip donatılan ordu ile Suriye yönetimi arasındaki sıcak çatışma alanının ortasında kalması durumunda TSK’nın devreye girip girmeyeceğinin gündeme gelmemesi ile alakalıdır. Yani daha fazla sayıda ve daha çok donatılan bir orduyla bu bölgede çatışmaya girileceğinin sinyali verilmiş oldu.
Türbenin taşınmasının Eğit-Donat’la bağlantısını kuran Arabistanlı siyasi analist Abdullah Şamri’ye göre aniden gerçekleşen bu taşınmanın arkasındaki neden Suriye yönetiminin Halep ve Humus’ta ilerlemesidir. Özetle Şamri şunu söylüyor: “Ankara Esad’ın zaferini ilan etmesine asla izin vermek istemedi ve belki de Esad’ın Türkiye sınırlarına dayanacak ve muhalifleri sınırda boğacak bir saldırı başlatacağını tahmin etti. Bu durumda Türkiye’nin buna karşılık verecek gücü yoktur. Ama uluslararası toplumu harekete geçirecek kışkırtmalara ihtiyacı vardır. Mezarı dilediğince Suriye’nin bir başka toprağına taşıyarak ‘işgal’ havası yaratıp Esad’ı provoke etmek için hamle yaptı. Büyük ihtimalle Türkiye, yeni bir uluslararası müdahale fırsatı yaratmak için bu bölgeyi özel olarak seçti…” [4]
Abdullah Şamri’ye göre bu, [Davutoğlu’nun] “Türkiye’yi Suriye bataklığına sürükleyecek bir komplosuydu ama başarısız oldu. Ama kesin olan bir şey var ki, Mezar’ın taşınmasından sonra Suriye’de durum farklı olacaktır…”
Ve gerçekte durum farklılaştı. Bu günlerde Eğit-Donat projesinin hayata geçirildiği kanlı saldırılara tanıklık ediyoruz.
Eğit-Donat’ın adı Fetih Ordusu
Krizin başından bu yana Türkiye’den Suriye’ye dönük cihatçı saldırıların ardı arkası kesilmemekle birlikte, “Cephe/Ordu” örgütlenmesiyle geniş çaplı saldırıların ilki Ağustos 2013 yılında Lazkiye’ye gerçekleştirildi. El Kaideci Zühren Alluş (ya da Zehran Alluş) liderliğinde bir “İslam Cephesi” kurulmuştu. İslam Cephesi ile alan işgali sağlanamadı, yani bir “koridor” oluşturulamadı. 2013’te bu Cepheyle birlikte diğer cihatçı örgütleri bir çatı altında toplayan “Sahil Cephesi” ile Lazkiye kırsalına kanlı saldırılar gerçekleştirildi. 2014 yılının Mart ayında aynı cephe bileşenleriyle “El Enfal Harekâtı” adını verdikleri Keseb saldırısı oldu. Bir yıl sonra Aynı İslam Cephesi’nin adı bu kez “İslam Ordusu” olarak değişti. Bu günlerde İdlip saldırısıyla birlikte karşımıza bambaşka bir silahlı oluşum çıkmaktadır: Fetih Ordusu…
Fetih Ordusu bir cihatçı koalisyonudur. İçinde Nusra Cephesi ve yine bir koalisyondan ibaret olan İslam Ordusu* ile birlikte şu örgütlerin yer aldığı biliniyor: Ahrarul Şam, Şam El-İslam, Ensarul Şam, Cephetül Sahir ve Fırka 13. Ama Fetih Ordusu’nun komutası Nusra Cephesi’ndedir. Bir de adı şimdiye kadar çok duyulmayan bir oluşum daha var ki, psikolojik savaşın kilit adıdır. Bu oluşumun adı Angimasiyun’dur. IŞİD’e bağlı bir oluşum olarak bu ismi tanıtan El Cezire medyası, IŞİD’in yüreklere panik ve korku salan kolu olarak reklam etti. IŞİD’in ele geçirdiği esirlerin boğazlarını kesenler bunlardır ve “kesiciler” olarak adlandırılır. El Cezire’nin 15 Şubat 2015 tarihinde sözde IŞİD’in ne kadar korkunç bir örgüt olduğunu anlatmak için bütün dehşet yönleriyle yazdığı (aslında propaganda ettiği)[5] bu oluşumun adı Cisr-il Şuğur katliamında Fetih Ordusu’yla birlikte geçmektedir.
Ilımlı Muhalifler kimdir ya da Fetih Ordusu ne kadar ılımlı?
İdlip’e saldıran Fetih Ordusu bileşenlerinin tamamı cihatçı gruplardan oluşmaktadır ve El Kaideci Nusra Cephesi’nin komutası altındadır. Fakat Nusra Cephesi’nin ABD tarafından terör listesine alınması ve bu örgütle araya mesafe konulması taleplerine rağmen hem İdlip, hem de Cisr-il Şuğur’da saldırıların yönünü belirleyen Nusra Cephesi’dir. Özellikle Türkiye’nin açık desteğiyle gerçekleşen bu saldırıda “el Kaideci unsurlara destek verdiği için” eleştiriler geldi. Bunun üzerine ya ÖSO ya da CNN’in kendisinden, bu eleştirilere maruz kalan Türkiye’yi kurtarma açıklamaları geldi. Cisr-il Şuğur’un ele geçirildiğinin duyurulmasından hemen sonra (25 Nisan 2015) ÖSO Hukuk müşaviri Usame Ebu Zeyd’in CNN Arapça’ya verdiği özel demece dayanarak, Fetih Ordusu’nda Nusra Cephesi’nin varlığının yüzde 30’u geçmediği ilan edildi.[6]
Oysa iki gün sonra Lübnan’da yayınlanan An-Nahar gazetesinde “Medya aktivisti” diye tanıtılan ve muhalif kanallara Skype ile bağlanarak bölgeden “zaferi aktaran” İbrahim İdilbi’nin geniş bir röportaj yayınladı. İbrahim İdilbi, İdlip ve Cisr-il Şuğur’da asıl başarının Nusra Cephesi’ne ait olduğunu söylüyor ve özellikle Cisr-il Şuğur’un ele geçirilmesinin önünü açan tek örgütün Nusra olduğunun altını çiziyor. Röportajdan anlaşıldığına göre Cisr-il Şuğur’a girişin önündeki kale Karmid askeri kampıdır ve burada büyük direnişle karşılaşan cihatçılar, bu kaleyi bir türlü aşamamışlar. Binlerce kayıp verdiren Karmid kampını kıran, Nusra Cephesi’nin çok sayıdaki intihar saldırılarıdır. Nusra’nın “önemine” ilişkin bu çarpıcı açıklamada şunları söylüyor: “Fetih Ordusu’ndaki Nusra Cephesi’nin rolünü hiç kimse inkâr edemez. Özellikle Karmid kampının ele geçirilmesinde Nusra Cephesi’nin rolü büyüktür ve ÖSO’nun yanında en etkili savaşan örgüttür. Hatta diğer bütün bileşenlerin toplamı kadar…”[7]
Nusra Cephesi’nin rolüne ilişkin bu açıklamada ayrıca El Cezire’nin “IŞİD’in en tehlikeli kolu” diye tariflediği “boğaz kesenler” örgütü Angimasilerin de varlığı ortaya çıkıyor.
IŞİD’in cellatları Cisr-il Şuğur’da
El Cezire, Al Angimasiyun Tugayları’nın, Suriye savaşı 4. yılını tamamlarken birkaç ay önce ortaya çıkan bir oluşum olduğunu yazdı. Özellikle IŞİD’e karşı koalisyon kurulduktan sonra ortaya çıkmış ve çok kanlı bir örgüt olduğunun altı çizilerek “IŞİD’in ne kadar büyük bir tehdit unsuru olduğu anlatılma çabasına girilmiş gibi. Bu, IŞİD’in etrafa korku salan, hasımlarına karşı korkunç öldürme yöntemleri kullanan en acımasız koludur. “Zalim, acımasız” ismiyle bilinir, bazen de “Özel Birlik” ya da “İktiham Tugayı” (güçlük tanımayan, saldıran ve istila eden) olarak adlandırıldığı da oluyor. Yani IŞİD’in en acımasız koludur (Al Anğimas, bandırma anlamına gelir). El Cezire bu örgütün Cisr-il Şuğur’da etkin rol oynadığını da yazdı. “Irak ordusu, Kürt Peşmergeler ve şimdi de Suriye Ordusu üzerinde bir kâbus gibi çöken bu tugay, Suriye ordusunun sarsamadığı bir örgüttür ve Cisr-il Şuğur savaşında 13 askeri noktayı almayı başardı.”[8]
El Vatan’dan Muhammed Hamid, “Anğimas örgütünü 10 maddede tanıyalım” başlıklı bir yazısında “bu isim El Kaide ile birlikte Suriye’de zühur etti” diye belirtiyor ve ortaya çıkışından itibaren IŞİD’e biat edene kadar bu oluşumun geçirdiği evreleri net bir şekilde ortaya koyuyor.[9] Bu örgüt aslında bildiğimiz El Kaideci intihar komandolarından başkası değildir. Ama bu gizemli ismi (Anğimasiyun) IŞİD verdi. Dört yıldır Suriye’de Nusra’nın intihar eylemlerini gerçekleştiren bu örgüttü. Keza Irak’ta da öyle. Bu örgütün bir özelliği de şu; hasmının kılığına girerek mevziye sızar ve bombaları patlatır. Örneğin Keseb’de Anğimasiler, üzerine Suriye bayrağı çektikleri tankların üzerinde sakalları tıraş edilmiş halde Suriye ordusunun üniformalarıyla Tepe 45’e girdiler. 45. Nokta’nın bu şekilde düştüğü biliniyor. Fakat ilginç olanı, IŞİD’in isim babası olduğu bu örgütün sadece IŞİD vahşetiyle birlikte anılmasıdır. Suriye’de Nusra Cephesi’nin bombalı intihar saldırılarını gerçekleştiren bu örgüt, Anğimasiyun ismiyle anılmak bir yana, bütün bu intihar saldırıları ya görmezden gelindi ya da kestirme bir yöntemle “Rejim Güçleri” üzerine atıldı. Çoğu zaman da sadece “muhalifler” olarak anıldılar.
Ne var ki İdlip ve Cisr-il Şuğur katliamlarında bu örgütün adının en önde olduğu, ortaya çıktı. “Medya aktivisti” İbrahim İdilbi, Cisr-il Şuğur’da sokak çatışmasına ilk tugayın “Anğimasiyun” olduğunu söyledi. IŞİD’ci Anğimasi katliamın merkezinde yine, ama bu kez eğitilmiş-donatılmış bir Fetih Ordusu bünyesindedir…
Binlerce cihatçı Türkiye’den İdlip’e saldırdı
İdlip saldırısı üzerine Arap basınında çok yazılar yazıldı. Açıkça belirtmek gerekir ki, Suriye’de dört yılı aşkın süredir devam eden katliamları “devrim” diye addeden savaş medyasına her gün bir yenisi ekleniyor. “Suriye Muhalifleri” diye cihatçı çeteleri destekleyen siteler devasa boyutlara erişti. Buna rağmen İdlip saldırısının tamamen Türkiye’de organize edildiği ve binlerce cihatçı teröristin Türkiye’den saldırıya geçtiği sürekli yazıldı.
Türkiye’den gelen onlarca konvoy Suriye Hava Kuvvetleri tarafından imha edildiği halde binlerce cihatçının giriş yaptığı basında yer aldı.[10] “Türkiye topraklarından giriş yapan binlerce cihatçının” merkezi haline gelen İdlip’ten sonra Cisr-il Şuğur’a da çoğunluğu Kafkas ve Çeçen olmak üzere 5 bin silahlı Türkiye’den giriş yaptı.[11]
Türkiye o denli bu savaşın içinde ki, operasyon odası Antakya’da kuruldu ve bu savaş buradan yönetilmekte. Sınırdan akın akın giden cihatçıların yaralı olanları da Türk ambulanslarıyla geriye taşınıp, Hatay hastanelerinde tedavi edildiler. Yeri geldiğinde Suriye’de Alevi katliamı yapan bu yaralı cihatçıların endişesini taşıyan yerli IŞİD zihniyetlilerin nasıl mezhep kışkırtıcılığı yaptıklarına ve Hatay halkını nasıl hedef gösterdiklerine değinmek gerekecektir.
Keza sınırdan geçiş yapan cihatçı konvoyları Suriye bombalarından korumak için TSK’nın F-16 uçakları sınırda devriye gezdi. TSK, Suriye savaş uçaklarının “sınır ihlali şüphesiyle” Angajman kuralları gereğince F-16’ların sınıra gönderildiğini açıklamıştı. Açıklamada kritik bir şey daha var ki, “aynı gün sınırda, Suriye’den Türkiye’ye yasa dışı yollardan geçmeye çalışan 123 kişinin yakalandığını” duyurdu. Akla gelen önemli soru: Binlerce cihatçı Türkiye’den Suriye’ye geçiş yaptı ve TSK bunları gör(e)medi. Ama Suriye’den Türkiye’ye geçiş yapan 123 “kaçakçıyı” gördü ve kaçak mallarıyla birlikte ele geçirdi!..[12]
Cisr-il Şuğur’da ne oldu?
Fetih Ordusu şemsiyesiyle binlerce cihatçının İdlip’ten sonraki savaşı Cisr-il Şuğur oldu. Türkiye sınırına 15 kilometre uzaklıktaki Cisr-il Şuğur, nasıl cihatçıların kontrolüne geçti? Adeta savaş muhabirliği yapan “medya aktivisti” İbrahim İdilbi An-Nahar’a süreci detaylıca anlatıyor. Bu anlatımdan kuşatmanın ne kadar planlı ve çok yönlü olduğu ortaya çıkıyor. “Aktivist” İbrahim İdilbi’nin anlatımıyla Cisr-il Şuğur’da olanlar: “Mücadele bir günde çok yönlü başladı. Öncesinde Rejim askerlerinin dikkatini dağıtmak için yerel isyancılar kullanıldı. Cisr-il Şuğur’un ele geçirilmesini sağlayan zafer savaşı için önden nokta kuşatmalar gerçekleştirildi. İdlip kırsalındaki El-Mastuma ve Karmid askeri kampları kuşatıldı. Eş zamanlı olarak Hama’nın batısında yer alan Sehil Ğab ovasına saldırı gerçekleştirildi. Burada taktiksel olarak rejimin dikkatini dağıtma ve sadece savunma ile meşgul etme hedeflendi. Bütün noktalarda aynı anda çatışmalar başlatıldı ki, rejimin buralardan destek göndermesi engellendi. İlk etapta rejimle bölgenin bağı kesilerek destek göndermesi engellendi. İkinci gün ÖSO Tel Hamka kuşatmasında işi tamamlamak için savaşa dahil oldu. Burası Cisr-il Şuğur ve Eriha arasında bir bölge. Rejimin bölgeye ulaşmasının yolu burada kesildi. Fetih Ordusu buradan Ğani ve Sirmaniya kasabası yönünde bir yol açtı. Rejimin askerleri geri çekilirken pusu kurmak amacıyla… Sonra bombalı araçlarla saldırılar başladı. Yoğun saldırıda en büyük pay Nusra Cephesi’nindir. Bombaların hedefinde Duvar Samuat ve Haciz Zlaytuva köyü vardı. Kuzey ekseninde kontrol bariyerleri kurdular. Bu sırada Al Angimasiyun Tugayları Cisr-il Şuğur’a girip sokak savaşını başlattı. Savaşa katılanlar: Ahrarul Şam, İslam Ordusu, Şam El-İslam, Ensarul Şam, Cephetul Nusra [Nusra Cephesi], Sahir Cephesi ve Fırka 13. Bunlardan Fırka 13 grubunun özelliği Amerikan yapımı anti-tank silahı olan Tao Roket kullanmasıdır. Nusra Cephesi’nin ve Fetih Ordusu çatısı altında savaşa katılan diğer bütün grupların önemi bombalı araçlarla savaşa katılmalarıdır.”
İdilbi, özellikle binlerce kişinin ölümüne sebep olan ve bir türlü ele geçirilemeyen Karmid askeri kampı savunmasının ne kadar güçlü olduğunu anlatıyor. Peki kamp nasıl düştü? İdilbi’nin anlatımı: “Sabaha karşı saat 4:10’da Nusra Cephesi savaşçıları bombalı araçlarla intihar saldırısında bulundular. Ardında binlerce [savaşa katılan ve yaşamını yitirenlerin sayılarından söz edilirken abartılı sayıların kullanıldığı dikkat çekmektedir; bunun bir psikolojik harp yöntemi olduğu düşünülmektedir; b.n.] Nusra savaşçısı kampa saldırdı. Dört bariyeri ele geçirdikten sonra savunması en güçlü olan ve kale gibi zorlu olan kamp ele geçirildi.”. İdilbi, Fetih ordusundaki Nusra Cephesi’nin rolüne ilişkin şunları söylüyor: “Nusra’nın önemini hiç kimse inkâr edemez. Özellikle Karmid kampının ele geçirilmesinde Nusra Cephesi’nin rolü büyüktür. Ve ÖSO’nun yanında en etkili savaşan örgüttür. Diğer Hatta Nusra Cephesi lideri şunu söylüyor; ‘Biz Özgür orduyla kardeşiz. Tek ve ortak düşmanımız Beşşar Esad ve onu destekleyenlerdir.”[13]
Hedef, Alevi köyleri
Cihatçı örgütler ve onları destekleyen medyanın büyük bir coşkuyla dile getirdikleri şey şudur: “İdlip’ten sonra Cisril Şuğur önemli bir stratejik başarıdır. Böylece sahile inmenin kapısı açılmıştır.”
Sahil denilen hat, Hama’nın batısındaki Curin’den başlayıp Türkmen dağını kapsayan ve Lazkiye’ye uzanan alandır. Hatırlanacağı üzere Lazkiye hep hedefti ve iki kez başarısızlıkla sonuçlanan işgal girişimleri oldu. Girişim başarısız olmakla birlikte bölgede ağırlıkla yaşayan Alevi halkı toplu katliamlara uğramıştı. İdlip ve Cisr-il Şuğur’dan sonra Alevilere dönük saldırı tehlikesi yüksek ihtimal haline gelmişti ki, kentin düşmesinin hemen ardından ilk Alevi köyüne saldırı gerçekleştirildi. İştebrak köyünde bir Alevi soykırımı gerçekleşti. Köyün tamamının katledildiği, ulaşım ve iletişim kanalları kesildiği için tahmini olarak 200 kişinin öldürüldüğü dillendirildi.
Aslında bu katliamın sinyallerini ÖSO’cu “medyatik aktivist” İdilbi vermişti. Gazete röportajlarında ve Skype ile bağlandığı kanallara da aktardıklarından bu katliamların geleceği belliydi:
“Cisr-il Şuğur’dan sonra ilk hedef, Esad’ın sağlam destekçileri olan Alevi köyleri olacaktır. Özgür Suriye Ordusu, kavgayı kendi evinden Esad’ın evine taşıyor. O’nun kalelerine (Alevi köyleri) saldırı, siyasi bir taktiktir. Amaç O’nun topluluğunu sindirmek, Esad’ın üzerinde politik baskıyı arttırmaktır. Alevileri korkutup sindirmek ve Alevileri ateşkes yapmaya mecbur etmektir. Özellikle kanlı çatışmayla yüzleştikten sonra buna mecbur kalacaklardır.”
İşte en büyük yanılgı budur. Zira en korkunç yöntemlerle katliamlar yapan ve bunu medyada genişçe yayınlayan cihatçıların bugüne kadar birincil hedefi Suriye halkı üzerine panik ve korku salmak, çözülme ve teslim olmaya zorlamaktı. Ama başarılamadı. Muhtemel ki bu aklı veren yine Türkiye’dir. Çünkü Türkiye bir yandan Suriye halkına katliam ihraç ederken, diğer yandan Suriyelilere kapı açan “iyi yürekli-anaç” rolünü reklam etmektedir. El Cezire yazarları da durmadan Türkiye’nin “Suriye devrimindeki hakkı ödenemez fedakârlığını” öne çıkarmaktadır. Dehşet ve korku duygusu yayarak da olsa, “teslim olup Esad’ı terk eden Suriyelilere, her zaman kapısı açık” imajlı bir ülkedir Türkiye!..
Fetih Ordusu’na Türk subaylar komuta ediyor
Siyasi analist Doktor Emin Hotayt’a göre Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde İdlip ve Cisr-il Şuğur’da yeni cihatçı saldırıları yönetti. Bu saldırılar Türk subayların komutasındaki Fetih Ordu’suyla gerçekleşti. “Suriye’ye saldıran için yeni bir dönem başlattılar ve bu yeni dönemin aktörleri Türkiye, Ürdün ve İsrail’dir. Çünkü Amerika’nın piyasaya sürdüğü IŞİD planı hedefine ulaşamamıştır. Bu plan Suriye’de ciddi bir direnişle karşılaşmış, güçlü bir savunma duvarına çarpmıştır. Irak’ta da başarısız olmuştur. Şimdi vekâleti Türkiye, İsrail ve Ürdün’e verilen yeni plan devreye girdi. ABD, Suriye’de dondurduğu bir önceki planını yeniden canlandırmak istedi. Ki bu plan Türk Subayların komutasındaki Fetih Ordusu’yla Türkiye’nin kuzeyde başlattığı harekâttır. İdlip ve Cisr-il Şuğur’da bu plan işlerken eş zamanlı olarak İsrail, Golan ve Kalamun’u bombalamaya başladı. İsrail’in fiili olarak katılmasının iki anlamı vardır: Birincisi Suriye’nin ikinci Kalamun saldırısının önünü kesmek, ikincisi Suriye Ordusu’nun muhalifleri bombalamasını önlemektir. Bunların hepsi ‘Amerikan Baharı’nın kapanan yollarını tekrar açmak içindir.” [14]
Bu iddialar, Suriye Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanlığı tarafından Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi Başkanına iletildi. İdlip ve Cisr-il Şuğur’a Türkiye’den binlerce cihatçının geçişi, Türkiye hükümetinin teröre destekte açık ve aleni rolüne yeni bir kanıt teşkil ettiği bildirildi ve Güvenlik Konseyi’nden sorumluların cezalandırılması talep edildi. Kaldı ki, Türkiye hakkınca dosyalar dolusu suç duyuruları ve şikâyetler olduğu zaten biliniyor. Bu kanlı saldırılar ve toplu katliamlar da suç dosyasına eklenmiş oldu. Bu arada Suriye Arap Ordusu Facebook sayfasındaki bir paylaşım oldukça dikkat çekicidir. 28 Nisan 2015 tarihinde Uzman istihbarat ekiplerinin takipleriyle bir özel birliğin düzenlediği baskınla Nusra Cephesi’nin liderler toplantısında 31 kişiyi “ortadan kaldırdıkları” paylaşıldı. Paylaşımın en dikkat çeken kısmı, “imha edilen” bu 31 kişi içinde iki Katarlı ve altı Türk subayın da bulunduğu iddiasıdır.
Fakat Türkiye’nin dosyasına bu süreçte bir kanıt daha eklendi ki, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı’nın El Kaidecilerle ilişkisi ve dolayısıyla Suriye saldırısıyla bağı Arap basınında yer aldı.
El Kaideci Lider Zühren Alluş MİT’le görüştü
2013 yılında “derin stratejik hamle” olarak oluşturulan İslami Cephe koalisyonunun lideri Zühren Alluş, bu cephenin oluşumunda rol oynayan Türkiye ve Suudi Arabistan’a tabidir. Bugünlerde İslam Ordusuna dönüşen bu oluşumun lideri olan Zühren Alluş, Türkiye ile Arabistan arasında mekik dokudu. Bu ziyaretlerinden gayet memnun ayrılan Alluş, “Türkiye-Suudi işbirliği Şam’da rejimin tahtını sallayacak” dedi.[15] Zühren Alluş, İstanbul’da “Suriye Muhalif Koalisyonun toplantısına katıldıktan sonra Arabistan’a gitti. Bu ziyaretlerin gündeminde kuzey ve güney (Türkiye-Ürdün sınırları) operasyonlarının koordinasyonu olduğu açıktır. ÖSO sayfalarında bu ziyaretler için İdlip ve Cisr-il Şuğur’u kastederek “Zühren’in Arabistan ziyareti meyvelerini verdi” yorumları yapıldı. Esasında Zühren Alluş, Suud İstihbaratının emrindedir. Fakat cihatçıların kontrolü konusunda Suud-Türkiye çekişmesinde Alluş hep ikili oynamış ve “konumunu sağlama almış” bir lider olarak bilinir. Şimdi bu ziyaret trafiğinde “yine kendi liderliğine yatırım yapıyor” gibi yorumlar yapılmıyor değil, ama bu ziyaretlerinden sonra dönüp Türkiye İstihbarat Teşkilatı yetkilileriyle görüşmesi, bu yorumlardan da öte bir anlam taşıyor. 27 Nisan 2015 günü Arap basınında Zühren Alluş’un MİT’le Türkiye’de buluşması haberi yer aldı. Özellikle İstanbul-Riyad trafiği ve Cisr-il Şuğur’un kuşatılmasının ardından bu ziyaret çok konuşuldu. Arap basınında yer alan haberlere göre “Alluş Türkiye’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Suriye dosyasından sorumlu iki MİT yetkilisiyle görüştü”[16]
Her ne kadar Zühren Alluş hakkında “diğer silahlı gruplar tarafından Doğu Guta’da tutuklanacaktı, Türkiye’ye kaçtı” söylentileri dolaşıyor idiyse de, kendisine yeni harekâtta önemli bir rol verildiği belli oldu. Çünkü her şeyden önce Alluş’un liderliğini yaptığı İslam Ordusu, yeni oluşturulan Fetih Ordusu içinde yer almaktadır. Daha önce oluşturulan koalisyonların uzun ömürlü olmadığı dikkate alınınca, Fetih Ordusu’nun en azından bir süre varlık göstermesi için kapsayıcı olması gerekir. Diğer bir önemli sorun da, operasyonu yöneten Türkiye olsa da harekâtın finansmanı Suudi Arabistan’dır ve Zühren Alluş Suud istihbaratının adamı olarak bu işi çözer gözüyle bakıldığı kanaati oluşmaktadır.
Gelelim Fetih Ordusu’nun uzun ömürlü olup olamayacağı konusuna. “Medya aktivisti” İbrahim İdilbi, adeta ÖSO’nun resmi sözcüsü gibi bu konuya da şöyle açılık getiriyor: “Fetih Ordusu özgürleştirilen bu alanların askeri kanadı olarak kalacak ancak sivil idarenin çizdiği çerçevede…”(agk)
SONUÇ YERİNE
Güvenlik Konseyi’ne gitmeden Suriye’de “güvenli bölge” oluşturma hedefi baştan itibaren vardı. Ancak bu toplama cihatçıların hiçbirinin buralarda kalıcı olması mümkün değildir. Bugün bir Cephe ya da Ordu adıyla bir çatı altında olabilirler ama hiçbirinin diğeriyle herhangi bir ortak hedefi yoktur. Dünyanın dört bir yanından bu katilleri bir araya getiren belki tek faktör Esad’ı devirme hedefidir ama çoğunluğun ideali bu değildir. Daha çok paralı savaşçı olarak istihdam edilmiş ve ganimet vaatleriyle toplanmışlardır. Keza yüzde sekseni Suriyeli olmayan bu cihatçılar “Esad’ı devirseler” bile, yönetim oluşturacak bir alternatif sunmaktan çok uzaktalar.
Öyleyse bu ısrar nedendir ve bu kadar kanlı saldılar ne için tekrar devreye sokuldu? Burada karşımıza iki ihtimal çıkıyor. Birincisi, Ortadoğu kaosunu sürdürülebilir kılmak için IŞİD tehdidini diri tutma planı vardır. Yani IŞİD’e sözde rakip bir oluşuma ve IŞİD’in İslam Devleti karşısına (kışkırtıcı) bir başka İslam Devleti ilan etmektir. Muhtemel ki İdlip-Cisr-il Şuğur ve kısmen Hama kırsalını kapsayan bölgede “İslam Devleti” ilan edilebilir.
İkincisi kısa vadeli bir hedef olarak Cenevre-3 hesapları söz konusudur. Şam yönetimini “ateşkes” isteyecek duruma getirip, müzakere masasına İslamcıları kabul etmeye mecbur etme hesapları yatmaktadır.
Fakat kısa ve orta vadeli bu hesaplar uğruna pratiğe dökülen kanlı saldırıların önüne geçilemez ise, büyük çapta Alevi soykırımının gerçekleşme olasılığı söz konusudur. Keza kin ve nefretle büyütülen mezhepçiliğin Türkiye coğrafyasında çok tehlikeli boyutlara vardığını artık görmek gerekir. Somut olarak şu anda görülen budur. Bir yandan İştebrak Alevi katliamına karşı yeterince örgütlü ses çıkarılamamışken, İstanbul Fatih’te kutlama ve lokum dağıtma pratikleri fazlasıyla tehlikeli ve bir sürecin habercisidir. Öte yandan Hatay halkı, dört küsur yıldır cihatçı tehlikesiyle burun burunayken, salt Hatay’ın meselesiymiş gibi algılanıp yeterince tepki verilmediği bir gerçektir. Bu tepkisizliğin (ya da yetersiz ve örgütsüz tepkilerin) sonucunda gerici, mezhepçi, cihatçı sevicilerin pervasızlaştığı ve açıktan saldırgan bir söyleme başvurdukları görülmelidir.
Cihatçı kentine dönüştürülen Hatay, hem katliamların operasyon merkezi olması, hem de mezhepçilik üzerinden hedef gösterilmesi nedeniyle ciddi bir tehditle karşı karşıyadır şu anda. Cisr-il Şuğur saldırısında yaralı olarak Hatay hastanelerine taşınan cihatçı katiller için sosyal medyada yapılan paylaşımların önemle üzerinde durulmalıdır.
Dipnotlar:
* Fetih Ordusu, 28 Mart’ta İdlip’i ele geçirdiğinde Alluş liderliğindeki İslam Ordusu bu cihatçı koalisyonuna dahil değildi. Ancak, Alluş’un 17 Nisan’daki Türkiye ziyaretinin ardından İslam Ordusu, 25 Nisan’da düşen Cisr-il Şuğur’a yönelik saldırılarda koalisyona dahil olmuştu.
[1] Bkz. AKP’nin Suriye Savaşı-Erdoğan’ın Yıkılan Hayalleri” Tekin Yayınları-S:31-54
[2]http://www.sabah.com.tr/dunya/2014/10/16/sinir-acildi-sadece-60-ypgli-kobaniye-gitti
[3]http://www.aljazeera.com.tr/haber/guvenli-bolgenin-sinirlarini-acikladi-0
[4] Abdullah Şamri, “Türk’ün mezarı taşındıktan sonra Suriye’nin durumu”; http://www.sauress.com/alyaum/4049437
[5] İslam Devleti’nin Saldığı Korku.. Al Angamasiyun ve boğaz kesme, El Cezire; http://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews/2015/2/15/%D8%A7%D9%84%D8%A7%D9%86%D8%BA%D9%85%D8%A7%D8%B3%D9%8A%D9%88%D9%86-%D9%88%D8%A7%D9%84%D8%B0%D8%A8%D9%91%D9%90%D9%8A%D8%AD%D8%A9-%D8%B1%D8%B9%D8%A8-%D8%A7%D9%84%D8%AF%D9%88%D9%84%D8%A9-%D8%A7%D9%84%D8%A5%D8%B3%D9%84%D8%A7%D9%85%D9%8A%D8%A9
[6] http://arabic.cnn.com/middleeast/2015/04/25/syria-free-army-legal-adviser-interview-osama-abu-zaid?hpt=continous
[7] http://www.annahar.com/article/232401-%D8%A8%D8%B9%D8%AF-%D8%AC%D8%B3%D8%B1-%D8%A7%D9%84%D8%B4%D8%BA%D9%88%D8%B1-%D9%87%D9%84-%D8%AA%D8%AF%D8%AE%D9%84-%D8%A7%D9%84%D9%85%D8%B9%D8%A7%D8%B1%D8%B6%D8%A9-%D8%A7%D9%84%D9%85%D8%B3%D9%84%D8%AD%D8%A9-%D8%A7%D9%84%D9%84%D8%A7%D8%B0%D9%82%D9%8A%D8%A9
[8]http://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews/2015/2/15/%D8%A7%D9%84%D8%A7%D9%86%D8%BA%D9%85%D8%A7%D8%B3%D9%8A%D9%88%D9%86-%D9%88%D8%A7%D9%84%D8%B0%D8%A8%D9%91%D9%90%D9%8A%D8%AD%D8%A9-%D8%B1%D8%B9%D8%A8-%D8%A7%D9%84%D8%AF%D9%88%D9%84%D8%A9-%D8%A7%D9%84%D8%A5%D8%B3%D9%84%D8%A7%D9%85%D9%8A%D8%A9
[9] El Vatan: 10 maddede Terörist Anğimas örgütünü maddede tanıyalım: http://www.elwatannews.com/news/details/652657
[10] http://www.almayadeen.net/news/syria-MYK5T6,V6EKzeKSIATO4Mg/%D8%A7%D9%84%D8%AC%D9%8A%D8%B4-%D8%A7%D9%84%D8%B3%D9%88%D8%B1%D9%8A-%D9%8A%D8%AB%D8%A8%D8%AA-%D9%85%D9%88%D8%A7%D9%82%D8%B9%D9%87-%D9%88%D9%8A%D8%AA%D8%A7%D8%A8%D8%B9-%D8%A7%D9%84%D8%AA%D9%82%D8%AF%D9%85-%D8%A8%D8%A7%D8%AA%D8%AC%D8%A7%D9%87-%D8%AC%D8%B3%D8%B1-%D8%A7%D9%84%D8%B4%D8%BA%D9%88%D8%B1
[11] http://www.alhadathnews.net/archives/155753
[12] http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/04/26/f16lar-suriye-sinirina-gonderildi
[13] An-Nahar. A.g.k.
[14]http://www.elkhabar.com/press/article/14423/%D8%A7%D9%84%D8%AF%D9%83%D8%AA%D9%88%D8%B1-%D8%A3%D9%85%D9%8A%D9%86-%D8%AD%D8%B7%D9%8A%D8%B7-%D8%B6%D8%A8%D8%A7%D8%B7-%D8%A3%D8%AA%D8%B1%D8%A7%D9%83-%D9%8A%D9%82%D9%88%D8%AF%D9%88%D9%86-%D8%AC%D9%8A%D8%B4-%D8%A7%D9%84%D9%81%D8%AA%D8%AD/
[15] Muhammed Namr: http://www.elshamal.com/permalink/2319337.html
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.