“Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor” başlığıyla yayımlanan Fransız Eleştirmen-Düşünür Alain Bosquet ile görüşmelerinde “Ben değişim çağları yazarıyım” der Yaşar Kemal gibi büyük bir bilge üzerine elbette yazılacak çok yazı vardır ve yazılmıştır. “İnce Memed”, “Dağın Öte Yüzü”, “Bir Ada Hikâyesi” gibi isyan, direniş ve ezilenler perspektifinden yazılmış roman serileri epeyce inceleme konusu olmuştur. Bu yazıda ise […]
“Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor” başlığıyla yayımlanan Fransız Eleştirmen-Düşünür Alain Bosquet ile görüşmelerinde “Ben değişim çağları yazarıyım” der
Yaşar Kemal gibi büyük bir bilge üzerine elbette yazılacak çok yazı vardır ve yazılmıştır. “İnce Memed”, “Dağın Öte Yüzü”, “Bir Ada Hikâyesi” gibi isyan, direniş ve ezilenler perspektifinden yazılmış roman serileri epeyce inceleme konusu olmuştur. Bu yazıda ise yazarın bir başka büyük eseri “Akçasazın Ağaları” ışığında Yaşar Kemal’in ülkesi Çukurova’yı ve ülkemizde yaşanan ciddi bir toplumsal dönüşümü görmeye çalışacağız.
İki bölümlük bir roman serisi “Akçasazın Ağaları” kitabı, dönem olarak İkinci Dünya Savaşı ertesinde başlar. Dünyada dengeler değişmiş, yeni düzen kurulmaya başlamıştır. Elbette bu durum Türkiye’de de büyük dönüşümlere sebep olmuştur. Truman ve Marshall planlarının etkisini göstermeye başladığı bu dönemler Anadolu’da sermayenin el değiştirmesi ve yeni tarımsal üretim süreçlerinin başlaması açısından son derece önemlidir. Geçmişi çağlar öncesine dayanan eski feodal beyler bir bir yeni türemiş kent soylu ağalara yenilmeye başlamıştır. Bu süreci genellikle bu ağalardan biri olan Derviş Sarıoğlu gözünden inceleriz. Serinin birinci kitabı olan “Demirciler Çarşısı Cinayeti” ekseriyetle bu ağaların ve yeni ağaların soylarını-tarihlerini anlatır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Çukurova’dan sürülen Ermeni vatandaşlardan kalan arazilerin üstüne çökülmesiyle zenginliği başlayan yeni ağalar, Menderes Döneminin ıslah ve iskan politikaları ile şaha kalkarlar. Çukurova bataklıklarının ıslah edilip tarım arazisine dönüştürülmesi, yüz binlerce dönüm yeni rantabl arazinin oluşmasına sebep olur. Bu dönem yoğun ekimi yapılan çeltik Cumhuriyet tarihinde belki de ulaşılabilecek en büyük zenginliklerin kaynağı olmuştur. Bu noktada şuraya dikkat çekmekte yarar vardır; bu ıslah çalışmaları ve çeltik ekimi bölgenin fakir halkında ciddi bir kırılma yaratır. Çeltik ekiminde oluşan yoğun sivrisinek ağır sıtma vakaları yaratır. Ve çok sık ölüm vakaları görülür. Yazar bunu “Teneke” adlı tiyatro oyununda enine boyuna yazmıştır. Bir diğer yön ise; küçük toprak sahipleri bu süreçte gelişen Modern tarıma ayak uyduramayarak zaman içinde topraklarını kaybedip, işçileşmeye başlar. “Akçasazın Ağaları” bu bağlamda hem egemen sınıfların birbiriyle olan, hem de birleşip halka karşı kurdukları düzenin çelişkilerini inceleme açısından son derece önemli bir romandır.
Serinin ikinci kitabı “Yusufçuk Yusuf”ta modern tarım hakimiyeti başlamış ve bununla birlikte ağaların kapışması hızlanmış, ciddi boyutlara erişmiştir. Fakir bir aileden gelen “Kabakçızade Mahir” Bey, iyi bir üniversite eğitimi almış, düzen siyasetinin tüm gerekliliklerini yerine getirmiştir. Kendi dediğine göre isterse bakan, başbakan bile olabilirdi. Fakat “bu halk” ve “toprak sevgisi” onu Çukurova’da toprak sahibi olmaya itiyordu. Bu durum yeni kent soylu ağaların en cevvali ile feodal soyun en cevval ağasını karşı karşıya getirir ve sonunda halkın kaybedeceği büyük savaş başlar. Bu büyük çekişme ortamından ticareti küçülerek yara alan tüm ağalar elbette acısını fakir halktan çıkaracaktır. Devlet yöneticileri durur mu, bu kavgada onlarda halka yüklenir. Bu noktada kendi küçük çıkarlarını koruyabilmek pahasına ölenler mi ararsınız, delirenler mi arasınız…
“Akçasazın Ağaları”nın ekonomi-politik incelemesini yazmak belki onlarca kitap sürer. Biraz da yazarın edebi kimliği ve eser üzerine yazmakta yarar var.
Çukurova’da doğan Yaşar Kemal bölge söylenceleri ve folklorü üzerine çalışmaları olan bir yazardır. Neredeyse hangi taşın altında nasıl bir yılan yatar, hangi çeşmesinin suyu hangi kaynaktan gelir, bunlara hakim yazardır. Hatta tüm memlekette bunu biliyor desek abartılı olmaz. “Bu Diyar Baştan Başa” adlı dört ciltlik eseri bunu bize kanıtlar. Ama kendisi için asıl onun ülkesi “Çukurova”dır. Hatta Alan Bosquet ile söyleşilerinde şöyle der; “Ben Cicero’nun doğduğu topraklarda doğdum, onun torunuyum, nasıl ki William Faulkner Missisippi’de kendine bir ülke kurmuş bende Çukurova’da kurdum.” Tabii ki bir söz ustası ve Türkçeye büyük katkıları olan bir yazar olarak “ülkesinin” tüm renklerini, kokularını bize hissettirir. Anavarza üzerinden bir “püren”in çiçek açmasıyla anlatmaya başlar usta, yılanlar sevişir, toprak kabarır, kenger başları boy verir, “Sarı Sıcak” bir yağmur gelir geçer ve doğayı tüm renkleriyle hissedersiniz.
Edebi tür bağlamında ele alırsak, Yaşar Kemal aslında büyük bir destan geleneği yazarıdır. Roman yazarı demeye alışageldik fakat büyük bir “ozan”dır. Bu durum dünya edebiyatı sürecinde roman öncesi döneme tekabül eder. Tüm dünyada büyük eleştirmenlerce Homeros, Shakespeare ve Yaşar Kemal birlikte anılır. Bir Fransız eleştirmen “Torosların zirvelerinde Shakespeare trajedisi okumak” demiştir Akçasazın Ağaları için. Roman öncesi dönem dedik, gerçekten de Yaşar Kemal sonrasında Türkçe edebiyat modern anlamıyla romanlarını vermeye başlamıştır. Oğuz Atay, Bilge Karasu, Orhan Pamuk bunlardan sadece birkaçıdır. Destan geleneği yazarı dedik, evet Yaşar Kemal “ozan”dır. Bu toprakların şiirini ince ince işlemiştir. Hapse düşen bir kadının sevgilisine duyduğu özlemin, işlediği nakşa yansıması ancak onun şiirsel dili ile anlatılabilir. Karl Marx, Sanat ve Edebiyat üzerine denemelerinde şöyle der; “Önce iki büyük ozan çıktı: Goethe ve Schiller. Onlar yazdıkça dilin sınırları genişledi. Dolayısıyla Alman dilinde ifade yeteneği genişledi. Sonrasında düşünce, felsefe, bilim genişledi…” İşte Yaşar Kemal de bu toprakların Homeros’udur, Shakespeare’idir, Goethe’sidir, Schiller’idir. Bugün konuştuğumuz her kelimede Büyük Ustaya bir miktar borcumuz olduğunu unutmamalıyız.
Büyük ozan Yaşar Kemal’in anısına saygıyla…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.