Klişeler haybeden klişeleşmemiştir. Doğruluk, haklılık içerirler. O yüzden de tekrarlanırlar, benimsenirler. Konumuzla ilgili örnek, “sosyal demokratların solundaki siyasetlerin varlığı iyi bir şeydir, sosyal demokratlara kendilerine çeki düzen verme imkânını sağlar” klişesidir. Sosyal demokratlar sollarındaki siyasetleri ciddiye alırlar almazlar, o ayrı bir konu. Mesela, bizim memleketimizde övüne övüne almadıklarını söyler dururlar. Ama, örnek olarak verdiğim klişenin […]
Klişeler haybeden klişeleşmemiştir. Doğruluk, haklılık içerirler. O yüzden de tekrarlanırlar, benimsenirler.
Konumuzla ilgili örnek, “sosyal demokratların solundaki siyasetlerin varlığı iyi bir şeydir, sosyal demokratlara kendilerine çeki düzen verme imkânını sağlar” klişesidir. Sosyal demokratlar sollarındaki siyasetleri ciddiye alırlar almazlar, o ayrı bir konu. Mesela, bizim memleketimizde övüne övüne almadıklarını söyler dururlar. Ama, örnek olarak verdiğim klişenin haklılık içerdiği sanırım kabul edilecektir.
Biraz daha ileri gidelim. Benzer bir klişeyi acaba kendini sosyalist solda gören, keskinlik dozu farklı siyasetler için düşünebilir miyiz? Birbirlerinin dediklerine kulak asma, ciddiye alma, kendilerine çeki düzen verme anlamında. Hem düşünebiliriz hem de düşünemeyiz. Burada, sanırım tayin edici faktörlerden biri iktidarla olan ilişkidir.
Bizden değil komşudan, Syriza’nın solundakilerle ilişkisinden örnek verelim. Syriza sadece sosyalist solda bir siyaset değil, aynı zamanda iktidarda olan bir örgüttür. Bu iktidarda olma durumunun altını ne kadar çizsek yeridir.*
Syriza, Troyka ile müzakerelerinde taktik bir yenilgiye maruz kaldı. Taktik kelimesi ile planlanmış bir yenilgiyi değil, tam tersini kastediyorum. Hazırlıksız olduğu, B planı olmadığı için, olmayan planı da karşı tarafa sezdirtemeyeceği için (bu aşamada) taktik bir yenilgi aldı. Ama, stratejik olarak aynı şeyi söylemek için erken. Onu, zaman, yani “kazanılmış” 4 aylık sürenin nasıl kullanılacağı belirleyecek.
Açalım; Syriza’nın müzakerelere giderken deklare ettiği pozisyon, avrodan çıkmadan kemer sıkma politikalarını uygulamama, borçları erteletme (mümkün olursa kısmen sildirme) pozisyonu idi. Syriza, bu pozisyonun Troyka tarafından kabul edilebileceğini düşünüyordu. Bu beklenti de AB’nin üye ülkelerin demokratik tercihlerine, dolayısıyla Yunanistan seçmeninin Syriza tercihine saygı göstereceği varsayımına dayanıyordu. Kaldı ki, uzlaşmaz tavrı İspanya, İrlanda, hatta İtalya ve Fransa seçmenlerini provoke edip, yabancılaştıracağı için AB’nin müzakerelerde ılımlı davranması akla yatkın idi. Evdeki pazar çarşıya uymadı. Bu varsayımların fazlasıyla naif, yanlış olduğu ortaya çıktı. Ve de Grexit alternatifi, hemen şimdi olmasa da, 4 ay sonraki müzakereler için gündeme oturuverdi.
Peki, Syriza’nın dışında (hatta içinde) avrodan çıkılması gerektiğini epeydir dillendiren yok muydu? Tabii ki vardı. Syriza’nın solundaki siyasetlerden Komünist Parti de, Antarsya da başından beri bunu öneriyordu. Sadece avrodan değil, AB’den de, NATO’dan da çıkılması gerektiğini söylüyorlardı. Syriza’nın bu yaklaşımı benimsememesinin başta gelen nedenlerinin iktidara yakın olması ve kendisini destekleyen seçmenlerin avroda kalınmasını istemesi olduğunu biliyoruz.
Tersinin de doğru olduğu söylenebilir: soldaki siyasetlerin, en sert, en “sol” politik tercihleri toptan bir paket halinde benimsemediği, uygulamadığı için Syriza’yı adeta düşman bellemesinin nedeni bizatihi bu siyasetlerin iktidara uzak olmalarıdır. Küçük grup ruh hali ve iktidar sorumluluğu ile yüzleşme ihtimalinin olmaması, en genel, en ileri hedefleri konjonktürü dikkate almaksızın benimseme lüksü verir. Yunanistan özelinde de verdiğini düşünüyorum.
İlginç olan, Syriza’nın da tepkisel bir biçimde, sırf kendi solundan dillendirildiği için “avrodan çıkılmalıdır” tezine uzak durmasıdır.
Yunanistan’da yakın dönemde yaşananlar vesilesi ile aktarmak istediğim sol gruplar arası ilişkinin bu özgül veçhesi tabii ki bizim sol cenah için de geçerli. HDP’yi tenzih ederek şu genel tespit yapılabilir: iktidara uzak sol gruplar, partileşmiş olsalar da, çokluk genel ve uzak hedeflerin tekrarı ve kapitalizm eleştirisi ile yetiniyorlar. Reel siyasetin ıvır zıvırı ile –ki, en başta ekonomi politikaları gelir– sosyalist değerleri bağdaştırmaya vakit bulamıyorlar. Bu tarz içselleşiyor, alternatifler sözkonusu örgütsel yapılar içinde yeşerecek zemin bulamıyor. Bu da, hem sevimsiz hem de etkisiz bir siyaset tarzının yaygınlaşmasına yol açıyor. Yeniden üretilen, solun popülerleşmesi değil, cılız kalmaya mahkumiyeti oluyor.
* Syriza ile dışındaki sol gruplar arasındaki ilişkinin kısmen iktidara yakınlık-uzaklık faktörü tarafından belirlendiği iddiası Costas Lapavitsas’ın da son röportajında dile getirdiği bir görüştür. Syriza’nın bundan sonra izlemesi gereken ekonomi politikalarına ilişkin çok somut önerileri içeren bu söyleşiyi tavsiye ederim: https://www.jacobinmag.com/2015/03/lapavitsas-varoufakis-grexit-syriza/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.