Bu kez Tayyip Erdoğan’ın işi çok zor, çok çalışması lazım. Kendi hedeflerini (cumhurbaşkanlığı koltuğu, ağzına kadar dolu kasalar) gerçekleştirdi, şimdi tek hedefi “ülkeyi yeniden kurma iddiasıyla” elde ettiklerini kalıcılaştırmaya çalışmak. Arkasındakilerin ise ortaklaşmış bir hedefi, ortak idealleri kalmadı. Artık herkes kendisine kişisel hedefler aramakla meşgul. Dava’nın sacayaklarından biri olan Arınç üç dönem kuralı nedeniyle artık […]
Bu kez Tayyip Erdoğan’ın işi çok zor, çok çalışması lazım. Kendi hedeflerini (cumhurbaşkanlığı koltuğu, ağzına kadar dolu kasalar) gerçekleştirdi, şimdi tek hedefi “ülkeyi yeniden kurma iddiasıyla” elde ettiklerini kalıcılaştırmaya çalışmak. Arkasındakilerin ise ortaklaşmış bir hedefi, ortak idealleri kalmadı. Artık herkes kendisine kişisel hedefler aramakla meşgul. Dava’nın sacayaklarından biri olan Arınç üç dönem kuralı nedeniyle artık aktif pozisyondan çekilmek zorunda, Abdullah Gül kendisine uygun bir pozisyon arayışında. Dava’nın diğer elemanları (Davutoğlu, Binali, Beşir, v.s) Erdoğan’la karşı karşıya gelmeden kendi konumlarını güçlendirmenin peşinde, kendilerine yakın ekipler oluşturma amacında. En “güvenilir” olanlardan bir kısmının (Bağış, Güler, Bayraktar. v.s) ipi çoktan çekildi bile. AKP ortak hedefleri (idealleri) olan bir dava partisi olmaktan çoktan çıktı. Şu an neredeyse tek ortak hedefleri (mal mülk edinme dışında) Tayyip Erdoğan’ın önlerine koyduğu, başkanlık sistemine uyumlu olmaya çalışmak. Bunun yeterli olmayacağı, AKP’lilerin tamamının bu hedefi benimsemediği malum.
Tayyip Erdoğan’ın her gün bir yerlerde görünmesi, her gün kendisini medyada haber yaptırması bile genel inisiyatifi kaptırma korkusunun tezahürü. İpleri bir an bile elinden bırakması peş peşe gelecek krizleri tetikleyebilir. “Başbakanın takdiridir” deyip veto etmediği Hakan Fidan’ın milletvekili adaylığını daha sonra (başka sorunlara yol açabileceğini ‘yeniden’ hesaplayıp) engellemesi, hesapların her an değiştirilip yeniden yapılmasına zorunlu kalındığını gösteriyor.
Diğer yandan, Gezi’nin sorumlusu ilan ettiği “faiz lobisi”nin ayağına Davutoğlu’nun gitmesi ise ne kadar çaresiz kalındığının işareti sayılmalı. Davutoğlu, ABD yönetimine haber bile vermeden en büyük faiz patronlarından olanak ve para dilenmek için ABD’de şehir şehir gezmekle meşgul oldu. Seçim öncesi ekonomik bir krizin çıkma olasılığı -ki şu an bile doların artışını engelleyemeyen- hükümet için en büyük korku kaynağı.
Kısacası Tayyip Erdoğan “alışkın” olmadığı bir çalışma biçimiyle baş etmek zorunda. Rüşvet trafiğini bile doğrudan kendisine bağladığı bir yöntemi değiştirmek mümkün değil. Tam da bu nedenle başkanlık sistemini dayatıyor, başkanlık modelinin ülkeye uyup uymaması değil önemli olan, kendisine uyması yeterli.
Tüm bunlar AKP’nin “alışkın” olmadığı bir seçim dönemi sürdürmesine neden olmuş durumda. Herkesin, iktidarda geçirilebilecek son dönem olduğunun farkında olması işleri daha da zora sokuyor. Olası bir seçim kazası, AKP’deki tüm planları altüst edebilir. Sokağı ancak baskı ve şiddetle kontrol altına alabilmeyi (şimdilik) başarabilmiş bir AKP iktidarının Meclis’te de yaşayabileceği aksaklıklar, AKP’yi beklenenden de önce alaşağı edebilme potansiyeline sahip. Önümüzdeki süreçte, AKP’nin iç gerilimleri çeşitli krizlere dönüşecektir.
8 Haziran’da Meclis aritmetiğini değiştirebilecek tek gelişme ise (herkesin farkında olduğu gibi) HDP’nin yüzde 10 barajını geçerek, AKP’nin milletvekili sayısını azaltmasıdır. Kuşkusuz böylesi bir durum bile (AKP çoğunluğu elde tuttuğu sürece) tek başına ne AKP’de topyekun bir çöküş yaratır ne de yeni bir iktidar alternatifi ortaya çıkarır.
HDP’nin parti olarak seçime girme kararı sol toplumsal muhalefet kesimleri içerisinde (CHP’yi desteklemenin imkansız, kendi partileri ile seçime girmenin ise anlamsız olduğu bu koşullarda) tek seçenek, bazıları için ise ikilem oluşturdu; HDP’nin desteklenmesi ya da desteklenmemesi.
HDP’nin desteklenmemesinin siyasal gerekçesi Kürt hareketine ilişkin bir güvensizlik olarak açıklansa da (bu noktada emperyalizme işbirlikçilik, AKP ile gizli pazarlık, Kürt milliyetçiliği temel eleştiri başlıkları) böyle bir tercihin sonucunda oluşacak siyasal tabloya ilişkin herhangi bir sorumluluk ise mevzubahis edilmemektedir. Olası bir başarısızlık tamamen Kürt siyasi hareketinindir. Sol siyasi partilerin böylesi yani HDP’nin desteklenmemesi yönünde tavır göstermelerinin, ülkenin siyasal gündeminden bağımsız bir temel gerekçesi de kuşkusuz kendi üye ve tabanlarından gelen baskıdır. Şimdiye kadar kendi siyasal farklarını yaratma adına oluşturdukları “köşe taşları” aşılmaz barikatlar oluşturmakta.
Bu noktada, sol adına (üstelik bütün sol adına) inisiyatif alıp tavır koyma iddiasıyla bir araya gelen BHH’nin “oy ver ama oy da verme” tutumu (benzer bir davranış Avrupa Birliği’ne Havet demek gibi bir absürtlükte karşılık bulmuştu), ilginç bir “deneyim” olarak tarihteki yerini şimdiden aldı. Yanlış öngörülere saplanıp masa başında gelecek planı yapanlar, etkenler değiştiğinde (HDP parti olarak girme kararı aldığında) sürecin en edilgen parçası haline gelebiliyorlar (siyaset biraz da böyle bir şey herhalde). Ama her durumda kuyruğu dik tutmak, başarısızlığı bile başarı olarak sunmanın yollarını aramak, bulmak gerek. “Biz zaten seçimleri önemsemiyorduk, bizi buna yakıştıranlar yanıldı, işte gördünüz mü, bunu kanıtladık” türünden açıklamalar “politika yapma”nın artık iyice öğrenildiğini kanıtlamaktan başka bir işe yaramaz.
HDP’nin desteklenmesi gerektiğine ilişkin tutum ise toplumsal muhalefet kesimleri içerisinde çok farklı gerekçelere büründürülmekte. Bu tutumda “köprüden önce son çıkış” olduğu gerekçesini ileri sürenlerden, HDP’ye verilecek desteğin aynı zamanda “Türkiye’nin Syriza’sının” yaratılmasını sağlayacağına kadar geniş bir gerekçelendirme listesi mevcut.
İlk önce bilinmelidir ki Türkiye’de, devrimciler için “köprüden önce son çıkış” yoktur. AKP, Meclis’te durdurulsun “yoksa faşizm gelecek” türünden korkutmalar devrimciler için geçerli olamaz. Bu ülkenin devrimcileri 12 Mart sonrasında da 12 Eylül sonrasında da en karanlık günlerde de egemenlere karşı mücadele etmenin “bir yolunu” buldular, bundan sonra da her durumda mutlaka bulurlar, kimse merak etmesin!
Diğer yandan HDP’ye olduğundan fazla anlam yüklemek -ki bu iddia hem HDP’lilerden hem de HDP’li olmayanlar tarafından dile getiriliyor- özellikle seçim sonrasında yaşanacak hayal kırıklıklarını ve gerçekleştirilemeyecek yükümlülüklerin altına girmeyi kaçınılmaz kılar. HDP, şu anki siyasal hedefi ve dayandığı kitle temeliyle Türkiye’deki tüm ezilen halk kesimlerinin mücadelesinin sürükleyici öznesi olamayacağı gibi, Meclis’te kazanılacak fazladan 30-40 milletvekilinin bu sonuca yol açması zaten beklenemez. Aynı zamanda hatırda tutulmalıdır ki HDP’ye verilecek kendi kitlesi dışındaki oylar asıl olarak onun siyasal programına değil, yüzde 10 barajını geçmesi amacıyla verilecektir.
Bununla birlikte şu anki atmosfer Türkiye solunda, eskiden beri var olan bir eğilimi yeniden güçlendirmekte; bir gücün arkasına geçip bütün siyasal görevleri o güce havale ederek siyasal mücadele sürdürmek. Böylesi bir havaleci tercihin gerek seçim öncesinde gerekse de seçim sonrasında toplumsal muhalefete yarardan çok zarar getireceğini söylemeye bile gerek yok.
Kişisel ya da grupsal olarak yapılan siyasal tercihi güçlendirmek için ileri sürülen abartılı gerekçeler, bilinmelidir ki siyasal tercihi güçlendirmekten ziyade onu zayıflatmaktadır. Evet, HDP’ye bu seçimlerde oy verilmelidir, bunun için de elli tane gerekçeye ihtiyaç yoktur. En basit bir biçimde iki gerekçe bile yeterli olmalıdır; AKP’nin Meclis’te de geriletilmesi ve Kürt halkının Meclis’te temsil edilmesine destek olmak.
Asıl hedef haline getirilmesi gereken ise seçimlere kadar ve seçimlerden sonra halkın bağımsız bir özne olarak siyaset yaptığı “sokağın” yani toplumsal muhalefetin gerçek siyaset yapma kanallarının, direniş mevzilerinin güçlendirilmesi, sokağın iktidarın üzerine yürümesidir. 7 Haziran gününden önce önümüzde ülkenin dört bir yanından halkın, hakları için direnenlerin, diktatörün üzerine yürüyenlerin Ankara buluşması 12 Nisan, 1 Mayıs ve 1 Haziran var. Sadece belirli takvimler değil, halkın biriken hoşnutsuzlukları, talana, yağmaya, gericiliğe, faşizme, kadın düşmanlığına ne zaman patlayacağı belli olmayan ve örgütlenmeye açık öfkesi var. AKP’yi gerçek anlamda geriletecek olan da bu mücadeleler olacak zaten.
Devrimciler, mücadelenin sandıkta oy kullanmak kadar kolay olmadığını zaten biliyorlar. Onların yolu engebeli, dolambaçlı ve sarptır!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.