eğitimde çok ileri gitmiş ülkelerden biri finlandiya, “eğitimi yeniden düşünmek: finlandiya örneği” toplantısı birkaç hafta önce, finlandiya eğitim ve bilimden sorumlu devlet sekreteri pivi torsti, chp genel başkanı kemal kılıçdarolu, eğitimciler ve akademisyenlerin katılımıyla moda’da yapıldı. bugün dünyanın ve özellikle türkiye’nin gittiği yolun tam tersini tarif etti pivi trosti: hocaya ve öğrenciye güven, özgünlüklere ve […]
eğitimde çok ileri gitmiş ülkelerden biri finlandiya, “eğitimi yeniden düşünmek: finlandiya örneği” toplantısı birkaç hafta önce, finlandiya eğitim ve bilimden sorumlu devlet sekreteri pivi torsti, chp genel başkanı kemal kılıçdarolu, eğitimciler ve akademisyenlerin katılımıyla moda’da yapıldı. bugün dünyanın ve özellikle türkiye’nin gittiği yolun tam tersini tarif etti pivi trosti: hocaya ve öğrenciye güven, özgünlüklere ve farklılıklara izin vermekten çok katkıda bulunmak ve teşvik etmek. en temel iki belirleyen buydu.
“pittsburg’lu genç bir adam olan joe, benden bir şey istedi: “lütfen bana her şeyin iyi olacağını söyleyin.” “dünyaya hoş geldin genç adam” dedim. “yazları sıcak, kışları soğuktur. dünya yuvarlak, ıslak ve kalabalıktır. ve joe taş çatlasa burada yüz yıl kadar bir zaman kaldı. bildiğim tek bir kural var: kahretsin joe nazik olmak zorundayız.”
ülkesi olmayan adam
kurt vonnegut jr
nezaket kavramını ben de büyük yazar kurt vonnegut kadar önemsiyorum. nezaket yok oluyor. tıpkı aşk gibi. vonnegut bu öldü. onun kadar büyük bir yazar olan j.d.salinger de öldü. açık söylemek gerekirse yeteneğinin büyüklüğünü neredeyse ürkütücü bulduğum ve bir tür esriklik içinde okuduğum yazarlardı her ikisi de.
her türlü deneyim maalesef sık sık hiçbir şey öğrenmediğimi gösterse de hayatla ve yazma faaliyeti ilgili çok önemli, eşsiz şeyleri onlardan öğrendim. öğrenme üzerine çok anlamlı bir tartışma olabilir bu konu: fiction/kurmaca üzerinden öğrenme. bir anlamda görsel işlerde de böyle bu durum, birçok kurmaca filmden, belgesellerden öğrendiğimizden daha fazlasını öğreniriz. abd tarihini de aslında jack london, john steinbeck, john dos passos ve büyük yazar kurt vonnegut jr’den öğrendim. öğrenme ve öğretme faaliyetinin belirleyenleri şaşırtıcı olabiliyor bazen.
şimdi birlikte bu konunun derinine girmek isterim. bu yazıyı defalarca düzelttim. bu düzeltmelerden birini yaptığım bir pazar günü de howard zinn’in ölüm haberini duydum ki bir haftada üst üste bu kadar kötü haber çok saçma olabiliyor. özellikle de hayatımızda yeterince saçmalık varken. ilhan berk’i de yakın bir zamanda kaybetmiştik. dünya korkunç bir hızla çölleşiyor. howard zinn’in yazdığı amerika tarihine benzer kalitede, benzer üstün ahlak niteliklerine sahip ve kendi ulusuyla ilgili insanların duymak istemedikleri tarihi gerçekleri büyük bir cesaretle tek tek yazabilen kaç tane tarih kitabına var acaba.
(a people’s history of usa)
hem öğrenmenin ve hem de hayatın niteliğini ve niceliğini belirlemekte çok önemli olabilecek ve çok da iddialı iki kavram ele alalım: oyun ve oyunla hiç uyumsuz gibi görünen bir başka çok önemli kavram reklam, satın alma dürtüsünü tetikliyor ve mal ve hizmetin özelliklerini, satın almayı öğretiyor. bu iki kavramın kitleselleştiğini düşünelim, oyun ve reklamın. ki öyle. her iki kavram dünyanın yakın ve uzak geleceklerini belirlemek anlamında önemlidir. ekolojik, politik, stratejik geleceğini. yine her ikisi için de şunu söylemek olasıdır: kavramın içine aldığı, ilişkide olduğu insan sayısını ne kadar arttırırsanız kalitede o kadar sorun çıkar ve kalite o kadar düşer. bir hizmetten yararlananların sayısı kaliteyi belirleyen önemli unsurlardan biridir. oyunun kalitesini.
ilgili insanlar çoğaldıkça kalitenin arttığı tek kavram dayanışmadır herhalde. kapitalist sistemde kaliteyi yükseltmenin temel tetikleyicilerinden biri “para”dır. çok uzun bir süre ümitle beklediğimiz sosyalist dünyada biz bu belirleyenin “dayanışma” olduğunu düşünürdük. orada da kaliteyi “korku” ile yükseltiyorlarmış genelde ve bu kapitalizmi bile tercih ettirecek kadar korkutucu bir durum.
kavramla ilişkili olan, kavramdan yaralanan, kullanan, beslenen kitlenin sayısını zorlayarak arttırdığınız zaman kalitenin yanı sıra aktivitenin biçimi de değişir. örneğin futbolu düşününüz, aktif kitlenin sayısı belli bir noktada durmak zorundadır, yirmiiki kişidir bu sınır. o zaman statları çoğaltır büyütür ve çok geniş bir kitleyi izleyici oyununa, miş gibi mış gibi yapma oyuna razı edersiniz. onları gittikçe daha büyüklerini inşa ettiğiniz tribünlere doldurursunuz ve kalanları de ekranlarının başına toplarsınız. hiç şüphesiz onların oynadığı oyunla sahadaki 22 kişinin oynadığı oyun hiçbir anlamda aynı değildir. bu nedenle de seyirciler, yani daha gevşek dokulu, daha kalabalık ve daha kalitesiz oyunu oynayanlar pantolonlarının üzerlerine forma giyebilirler, sigara içebilirler ve maça gelmekten bile vazgeçebilirler. sahada işler farklıdır. her şey oyunun kurallarına daha uygundur ve dolayısıyla alınan zevk de daha yüksektir. ama bir futbol maçını ellişer kişi oynayamazsınız. oynamaya kalkarsanız o oyun oyunluktan çıkar ve bir çok kişi oynamaktan vazgeçer.
yaşamın oyundan uzaklaşması insanın karşı karşıya kalabileceği en ciddi sorunlardan biri diye düşünüyorum. oyun çok ciddi bir faaliyet olduğu için de bu çok kolay gerçekleşebilecek bir tehlike. eğer yaşamı oyun olarak ve oyunun içinde tutabilirsek hayat sürer.
“oyun, özgürce razı olunan, ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekan sınırları içinde gerçekleştirilen, bir amaca sahip olan, bir gerilim ve sevinç duygusu içinde ‘alışılmış hayat’tan ‘başka türlü olmak’ bilincinin eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyettir.”
homo ludens
ayrıntı yayınları
jan huitzinga
türkiye, isveç ya da norveç’te gerçekleşen intiharların çokluğunu tek bir şeyin azlığına bağlayabiliriz: oyun. ya da mutluluk. dilbilimsel olarak hangi kültürden ya da dilden gelirse gelsin oyun tınısında barındırdığı gevşekliğin tam aksine çok ciddi bir meseledir. mutluluk bugüne kadar bu denli hafif olduğunu düşündüğümüz bu çok ciddi ve önemli kavramla ayrılmaz bir bağlantı içindedir. üstelik oyun: bu kolay, hoş, hafif ve önemsiz gibi belleklerimizde yer eden kelime çok kolay bozulabilen çok hassas bir yapıya sahiptir.
Yükseköğrenim (üniversite) de bir oyundur. kuralları vardır, zorunlu değildir özgürce razı olunan, ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekan sınırları içinde gerçekleştirilen, bir amaca sahip olan, bir gerilim ve sevinç duygusu içinde “alışılmış hayat”tan “başka türlü olmak” bilincinin eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyettir eğitim. kurallarını değiştirirken çok dikkat etmek gereken bir oyun, nitelikli her oyun gibi. eğitim zaten mıncıklana mıncıklana aslından hayli bozulmuş bir haldedir ve onu daha da değiştirmek hayli sorunlu sonuçlara neden olabilir.
herhangi bir gerçek oyun oynarken sık yaşanan bir sorun nitelikli oyuncu azlığı bundan daha sık yaşanan bir sorun da niteliksiz oyuncu fazlasıdır. Kitleselleşen, dolayısıyla nicelik ve nitelik olarak farklılaşan, kalitesizleşen oyunlar için hep ikinci tehlike daha önemlidir: turizmde böyledir, eğitimde böyledir, oyunun kendisinde böyledir. yeterli özellikleri taşımayan ama haddinden fazla sayıdaki oyuncuyu oyunda tutmak için kaliteyi sürekli olarak aşağı çekmek çözüm değildir. bir evvelki cümledeki oyuncu kelimesi yerine öğrenci ya da ziyaretçi (turist) kelimelerini kolayca koyabilirsiniz. oyun kalitesizleştikçe insanlar oyunu terk edecek ya da zevk almayacaklardır. almıyorlar da. oyunu kuran ya da hakem olan biri olarak bir turizmci, bir eğitici olarak bu benim için çok önemli bir sorun değil (that’s not my problem) onları yeterince gürültüye tabii tutuyorum ve onları yeterince sıkışık halde tutuyorum, onların üzerinden yeterince para kazanıyorum ve onları yeterince mutsuz kılıyorum (nefislerini köreltiyorum) diyemezsiniz. mutsuzluk bulaşıcıdır ve oyun sanıldığının aksine çok ciddi bir iştir, oyun bozulunca her şey bozulur.
spordaki ilgili kalabalığı tribüne ve ekran karşısına çıkararak, turizmdeki kalabalığı “hepsi içinde” yöntemiyle ellerine sıcak birer bira verip ucuz otellere doldurarak çözmeye çalışmak bir çözüm değil. eğitimdeki sorunların çözümü altyapıyı geliştirmeden daha fazla öğrenci almak, kapitalizmin yarattığı sorunların çözümü de reklam değildir. bu sorunu reklam çözemez aksine reklamdaki kandırmaca oyunun yapısındaki rakibi şaşırtmaya yönelik kandırmacadan farklı ve daha sert bir şeydir. reklam oyunu, kültürü ve yaşamı zenginleştirmez çölleştirir. reklam sürekli maruz kaldığımız ve duyularımızı felç eden gürültünün ta kendisidir.
oyun birçok anlamda çok kolay hasar görebilen bir şeydir. en önemli oyun alanlarından biri sanattır. besteciler de çok güzel bir oyunun oyuncularıdır. aslında insanın son derece nitelikli seslere aynı anda maruz kalması hali de bir tür gürültüdür. aynı anda verildiğinde bir schopen eseri, dire straits’in bir şarkısı ve ali ekber çiçek’in haydar haydar’ı da gürültüye dönüşür. dahası bunların insan kulağının duyabilme alt ve üst sınırlarından birini zorlar yapıda sunumu da gürültüdür. buradaki sunumlar ve ürünler adı geçenler gibi çok nitelikli olsa bile sunumdaki sorun onları gürültüye dönüştürür. (geceleri türkiye’nin deniz gören her yerinde olan bundan daha kötü bir şeydir: niteliksiz birçok ses birbirine karışmaktadır. ses ile ilgili bu tespitlerin tümü görüntü için de geçerlidir. sokaklara bakınız, kent girişlerine bakınız, televizyon, gazete ve dergilere bakınız. gürültüyle mutluluk arasında ters bir orantı vardır. gürültüyle uygarlık arasında ters bir orantı vardır.) gürültü arttıkça uygarlık azalır. gürültü bir işkence yöntemi olabilir olmuştur da ve bireyde yol açtığı hasarın aynısını toplumda da yaratır. uygar olmamak veya olmakla gürültü arasında ve dolayısıyla oyun arasında önemli bir ilişki vardır. gürültü olan yerde oyun oynayamazsınız. (gürültüyü tüm anlamlarıyla, çok geniş manada düşününüz lütfen).
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.