Tuvalet kâğıdı, kişisel bakım malzemeleri ve ilaç karaborsada. Bir kutu kondom 755 dolar. Sevişmenin başka yollarını bulmak belki mümkün, ama bir tavuk, biraz mısır unu almak için 1500 kişilik bir sıraya girmek, askerlerin kimlik kontrolünden geçmek onur kırıcı. Hem de yoksulluğu %55’ten %26.5’e, aşırı yoksulluğu %25’ten %7’ye, yetersiz beslenmeyi %13’ten %5’e düşürmüş bir ülkede. Öğrenciler, […]
Tuvalet kâğıdı, kişisel bakım malzemeleri ve ilaç karaborsada. Bir kutu kondom 755 dolar. Sevişmenin başka yollarını bulmak belki mümkün, ama bir tavuk, biraz mısır unu almak için 1500 kişilik bir sıraya girmek, askerlerin kimlik kontrolünden geçmek onur kırıcı. Hem de yoksulluğu %55’ten %26.5’e, aşırı yoksulluğu %25’ten %7’ye, yetersiz beslenmeyi %13’ten %5’e düşürmüş bir ülkede.
Öğrenciler, özellikle de yüzü daha beyaz olanlar sokakta. Yüzün rengi önemlidir Venezüella’da. Bir Avrupa Sosyal Forumu’nda, melez yüzlü bir Ekvadorlu, Chavez’den şikâyet eden iki Venezüellalı kız öğrenciyi gösterip, “Yüzlerine bak, bembeyaz!” demişti.
Barrio’lar –yoksul mahalleler– protestolara katılmıyor. Bu, katılmayacakları anlamına gelmez. Çünkü hâlâ yoksul mahalleler var; yoksulluğun ne “normal”i ne “aşırı”sı, ne de yetersiz beslenme ortadan kalkmış durumda. Uruguay gibi orada da devlet yoksulluğa karşı politikalara yoğunlaşıyor, ama yoksulluğu yok edecek kadar değil. Denildiği gibi, “Venezüella küresel sistemde ilerleyemeyecek kadar sosyalist, kopamayacak kadar kapitalist.”
1973’te Şili’de, 2002’de yine Venezüella’da olanlar oluyor. Halkçı önlemlerden rahatsız olan büyük burjuvazi, ABD’nin koruması ve yönlendirmesi altında yapay bir kıtlık yaratıyor, karaborsayı fişekliyor, protestoları organize ediyor ya da manipüle ediyor, mümkün olduğunda da darbe yapıyor.
Allende, eline geç aldığı kalaşnikofuyla bu darbeye karşı savaşırken öldü. Chavez 2002’yi halkın ve Bolivarcı Komitelerin desteğiyle atlatabildi. Gezi günlerinde meşhur olan “Devrim televizyondan yayımlanmayacak” sözü bu karşı-devrimci darbe girişimini anlatan belgeselin adıdır. Belgesel, burjuvazinin yalan, katliam ve provokasyon mekanizmasını nasıl maharetle çalıştırdığını, önce suç işleyip sonra suçu karşı tarafa yıkarak nasıl kışkırttığını iyi anlatır.
Benzerliklerin şartlı refleksine karşı devrimci aklın bilinçli refleksi
Bu belgeseli hepimizin işlemesi şart. Mesela Bianet, bir reklam ajansının başlattığı, emperyalist medyanın yoğun destek verdiği bir sosyal medyada çıplak poz verme kampanyasını “Venezüella ‘Çıplak Olmak Daha İyidir’ Dedi” gibi bir başlıkla destekleyip “Venezüella = Muhalifler” mesajı verebiliyor. Şu simülasyonlar dünyasında benzerlik her zamankinden daha etkili hale geldi. Her iki taraf da hükümet yanlısı olduğu için, Venezüella’da haklarını ayrıcalıklara karşı koruyan ve devrimi daha önce yine sokaklara çıkarak kurtaran yoksul halkın sokaklara çıkmasını Gezi’nin “palalılar”ına benzetmek kolay ama yüzeysel. Her ikisi de “darbe tehdidi”nden bahsettiği için, halktan yana hükümetlere karşı gerçekleşmiş darbeler yüzünden yüz binlerce insanını yitirmiş Latin Amerika ile darbelerden beslenen darbeci bir iktidarın demagojisini birbirine karıştırmak anlaşılır ama affedilemez. Çünkü benzerliklerin şartlı refleksinin bu denli esiri olmak solun işi olamaz.
Bakmayın siz Tayyip’in halk ne zaman haklı olarak ayağa kalksa “Darbe girişimi!” çığlıklarına benzemesine. Bu dünyada darbe diye bir şey var. Fakat hiçbir zaman ABD’nin uşaklarını hedeflemiyor. Her zaman, emperyalist sistemin ekonomik ve siyasi hegemonyası dışına kalmayı seçmiş ülkeler okka altına gidiyor. Sosyalistler siyasi devrime cesaret edemediklerinde, burjuvalar siyasi karşı-devrim çarklarını çalıştırmakta bir an tereddüt etmiyorlar.
Çünkü her şeyin sırrı eninde sonunda o emektar siyasi devrim / sosyal devrim ayrımında ve “devlet aygıtının parçalanması” düsturunda.
Malum, çağımız “radikal demokrasi” çağı. 2000 başlarına hâkim olan örgütsüzlükçü paradigma, yasal örgütçü paradigmaya iltica etti. Gramsci’nin “Kapitalist ve sosyalist devlet içinde hegemonya mücadelesi verilmelidir” fikri “Yapılacak tek şey kapitalist devlet içinde hegemonya mücadelesi vermektir ve sosyalist devlet zaten imkânsızdır” noktasına dek vülgarize edildi.
Sayıları giderek azalan devrimciler dışında herkes, “sosyalizm”den bahsettiğinde en iyi ihtimalle 1972 Şili’sinden, daha çok da bugünün Syriza’sından bahsediyor. Yanlış anlaşılmasın, seçimlerden önceki Syriza’dan da değil, seçimden bir iki hafta sonra Troyka’nın dayatmalarına boyun eğmek zorunda kalmış olan Syriza’dan.
Devrim çok güzel bir sözcük ama…
Yalnızca ‘sosyalizm’ değil ‘devrim’ sözcüğü de bir ideolojik istismarın kurbanı. Devrim çok güzel bir sözcük. Onu tam istemeyenler, ona cesaret edemeyenler ve hatta düşmanları bile ona başvuruyor.
AKP, Sessiz Devrim isimli bir yayın çıkarıyor. Çıkarsın, egemenin işi ezilenin yalnızca özgürlüğüne ve emeğine değil söylemine de el koymaktır. Ama “bizimkiler” de bu kavramı epey özensiz kullanıyor. İktidar boşluğunda ortaya çıkmış değerli bir özyönetim girişimi olan Rojava’ya “Rojava Devrimi” demeyene küsüyorlar mesela. Allende’nin Şili’de yapmadığını tekrarlayarak Venezüella’nın oligarşik devlet aygıtını ordusu, polisi, bürokrasisiyle son vidasına kadar parçalamak yerine “içeriden” dönüştürmek gibi umutsuz bir çabaya kapılan (‘hegemonya’ kadar istismar edilen başka kavram var mıdır acaba?!) Chavistler, sürece “Bolivarcı Devrim” demekte ısrar ediyorlar.
Neden devrim demeyi çok seviyoruz da devrimi o kadar sevmiyoruz?
Dün Şili, bugün Venezüella ve Yunanistan bize yalnızca sosyal ya da yalnızca siyasal bir devrimin aslında devrim olmadığını, devraldığın enkazı tam olarak yıkmayanların onun üzerine gerçek bir alternatif kuramayacağını göstermedi ve göstermiyor mu? Kapitalist mülkiyeti tasfiye etmeden “sosyalizm” lafının fazla teşhir olmuş “sosyal demokrasi” lafı yerine kullanılan içeriksiz ve demagojik bir gösterenden ibaret kalmaya mahkûm olduğunu görmek bu kadar mı zor?
Sosyalizme inançsızlığın sol biçimleri
İnançsızlığın ve moralsizliğin bu denli karman çorman bir kuramsal çöplük oluşturacağını insan kabul etmek istemiyor. Ama halin başka bir izahı da yok. Kapitalizmi yıkmayı hedeflemeden anti-kapitalist olunabileceğine inananlar; sosyalist olmayan partilerle faşist devletin seçimlerine girerek sosyalist bir demokrasiye doğru emin adımlarla yürüneceğine emin olanlar aslında basitçe sosyalist bir ülkenin ve dünyanın kurulabileceğine inanmıyorlar.
İnançsızlıklarını “ama şimdilik…”, “hegemonya mücadelesi”, “fakat reel sosyalizm de…” gibi ifadelerle ne kadar örterlerse örtsün, kapitalizmi ve kapitalizmin devletler tarihini birazcık bilmek, aslında çözüm diye önerilen “devrimsiz devrim”lerin reel sosyalizmden çok daha başarısız, çok daha çökmüş çözümsüzlükler olduğunu gösteriyor.
Gerçek çıplak ama onlar bir simülakrlar resmigeçidinin iki yanına alkışlarla dizilip birbirlerine devrimsizliğin ne kadar devrimci, sosyalizmsizliğin ne kadar sosyalist kıyafetler içinde olduğunu söylüyorlar. Neredeyse söylemeye bile gerek olmayacak kadar çıplak ama “güncel siyaset”in tozlu, kalın ve kara perdeleri arkasına gömülen gerçek şu:
Ya devrimci sosyalizm ya sosyal devletin de tasfiyesi
Birincisi siyasal devrim, ikincisi sosyal devrim. Venezüella ilkini tam olarak yapamadığı için her krizde 1999 öncesi faşist devlet aygıtının birçoğu hâlâ dönen çarkları arasında ezilme tehlikesi geçiriyor. İkincisini yapmaya cesaret edemediği için halkının koşulsuz desteğini alamıyor.
Yalnızca şimdilik kendisine ait olan devletin içindeki “hain”lerden çekmiyor; anti-kapitalist bazı olumlu adımlara rağmen kapitalizm bir türlü ortadan kalkmadığı için süregiden ve yenileri ortaya çıkan eşitsizliklerin, yoksulluğun ve kıtlığın halkı “¡Ya basta!” noktasına getirmesi tehlikesi ile de karşı karşıya.
Devrime cesaret edemeyen devrimcilerin, sosyalizmi kuramayan sosyalistlerin başının üstünde cesur ve pervasız kapitalistlerin vahşi karşı-devrimi hep güncel bir tehdit olarak sallanıyor. Çünkü sosyalist devrim olmaksızın bir ülkede asgari halkçı ve sosyalist nitelikler ancak geçici ve güvensiz olarak yaşayabiliyor. Devrimci olmayan sosyalizm arzusu kapitalizme, sosyalist olmayan devrim sevdası karşı-devrime her an gebe.
#DirenVenezüella
İsteriz ki kapitalizm bu kez de düşük yapsın. Allende sarayına giren ölüm, Chavez’i alamamıştı; isteriz ki Maduro da ülkeyi yoksulluk, açlık ve ölümün diktatörlüğü haline getirirken eski ayrıcalıklarını bütünüyle yaşamak isteyen burjuvaların heveslerini kursaklarında koysun. İstemek yetmez. Oligarşik artıkların ve emperyalist heveslerin karşısında Venezüella halkının yanında olmak, her yerde dezenformasyona karşı durmak gerekir.
Rojava Kürdistanı’nda ABD ile askeri, işbirlikçi Barzani ile siyasi ilişkiler geliştirirken emperyalizmin “rejim karşıtlığı” adı altında Suriye halkına karşı operasyonlarına dolaylı destek sunmayı en ağır şekilde eleştirirken Arîn Mirxan’ların, Suphi Nejat’ların yoldaşlarına #DirenKobanê diye omuz verilmesini anlamakta güçlük çekenler oldu. Oysa ne “Kobani’den bana ne?” diyebilirdik ne “Emperyalizmden bana ne?” Ne devrimci sosyalizmin teorik öncüllerini unutup şu sıra “radikal demokrat” sıfatını daha şık bulan sosyal-demokrasiye koşulsuz alkış tutabilir ne de darbe tehdidi altındaki halkçı Venezüella hükümetini yalnız bırakabiliriz.
Dayanışma ezilenlerin yalnızca inceliği değil ödevidir, eleştiri ise bu ödevin olmazsa olmaz başlıklarından biri.
Bu yazı Siyasol.Org ve Sendika.Org için birlikte hazırlandı. @prometeatro
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.