Kapitalist sistemin nesnel, maddi işleyiş yasaları karşısında Cumhurbaşkanı’nın faiz sistemini eleştirisi havaya yumruk sallamaktan öteye gitmez. Bu yasalar hükmünü Cumhurbaşkanı’na rağmen icra eder Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın faiz sistemini eleştirisinin gerçek nedenlerini ortaya koymak için, AKP’nin temsil ettiği sermaye sınıflarının ihtiyaçlarını inceleyeceğiz. AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanının, mülkiyet ve kârın güvenceye alınması ve kâr elde etmenin […]
Kapitalist sistemin nesnel, maddi işleyiş yasaları karşısında Cumhurbaşkanı’nın faiz sistemini eleştirisi havaya yumruk sallamaktan öteye gitmez. Bu yasalar hükmünü Cumhurbaşkanı’na rağmen icra eder
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın faiz sistemini eleştirisinin gerçek nedenlerini ortaya koymak için, AKP’nin temsil ettiği sermaye sınıflarının ihtiyaçlarını inceleyeceğiz. AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanının, mülkiyet ve kârın güvenceye alınması ve kâr elde etmenin önündeki engellerin kaldırılması bakımından, herhangi bir burjuva iktidarından ve burjuva siyasi yöneticilerinden farkı yoktur.
Sermaye sınıfının genel çıkarlarını korumak ve geliştirmek bakımından işçi sınıfının kazanımlarının ortadan kaldırılmasında beis görmediklerini ortaya koymuşlardır.
Taşra sermayesinin kayrılması
Tarihsel bakımdan AKP, içinden geldiği Milli Görüş hareketi gibi çoğu Anadolu kentlerinde faaliyet gösteren, büyük ve hakim sermaye karşısında rekabet eden küçük ve orta ölçekli sermaye kesimini temsil etmeye (bu sermaye kesimine taşra sermayesi diyebiliriz) gayret ediyor. Bu sermaye gruplarının sahip ve yöneticilerinin küçümsemeyecek sayıdaki bir kısmının AKP milletvekili veya yöneticisi olduğu da bir vakıa.
AKP iktidarı, devletin mali imkanlarını, kamu idaresindeki hakimiyetini, taşra sermayesi lehine kullanmak için aşırı bir çaba harcamıştır. Özelleştirmelerde kamu yatırımlarında (bilhassa ulaştırma, maden, enerji) kamu bankaları (Ziraat Bankası Vakıflar Bankası ve Halk Bankası) kaynaklarının kullandırılmasında, kamu hizmetlerinin (özel güvenlik, temizlik, bilgi işlem, haberleşme vs) yaptırılmasında taşra sermayesi kayrılmıştır.
O kadar ki kamu kaynaklarının kullanılmasını düzenleyen Kamu İhale Kanunu 12 yılda 32 kez değiştirildi. Bir başka ifade ile “Yüce Meclis” AKP’nin temsil ettiği sermaye kesiminin çıkarları uğruna meşgul edildi. Kanun delik deşik edildikten sonra bazı kamu işlerinin ihalesiz, vasıf aranmaksızın gözetimsiz, özel sektöre yaptırılması imkânı yaratıldı. Bu konuda şu örnek, kayırmanın sermaye birikimi boyutlarını göstermesi bakımından ilginçtir: Kamunun özel güvenlik işlerini taşeron olarak üstlenen bir özel şirket 9 bin kişilik istihdama ve 300 milyon (eski para cinsinden trilyon) TL’lik hasılata ulaşmıştır. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları içinde 1000. sıradaki firmanın hasılatının yaklaşık 90 milyon TL olduğu dikkate alınırsa, bir taşeron firmanın, iktidar desteği ile ulaştığı sermaye birikiminin boyutları çok daha iyi anlaşılır.
Kayırmanın sınırları
Fakat AKP iktidarının siyasi gücüne ve aşırı çabasına rağmen taşra sermayesinin çıkarlarını kesin biçimde ve lâyıkıyla geliştirdiği söylenemez. Bunun iki temel maddi nedeni var: Birincisi kapitalist sermaye birikiminin nesnel yasalarının belirleyiciliği (zorlayıcılığı). İkincisi büyük sermaye gruplarının iktisadi süreçteki hakimiyeti.
AKP’nin kayırmaya özen gösterdiği taşra sermayesi de kendi içinde farklılık gösterir. Bunlardan sınırlı sayıdaki bazılarının sermaye birikimi hakim-büyük sermaye grupları düzeyine yaklaşmıştır. Bazıları rekabet kapasitelerini ciddi ölçüde güçlendirmişlerdir. Diğer bazıları uluslararası pazarlara açılmıştır.
Fakat taşra sermayesinin büyük kısmının sermaye birikimini, özel destekler ve kayırmalar olmaksızın uzun süre artırması mümkün olamaz. Kapitalizmin rekabet yasaları, özel destek ve kayırmalar hangi düzeyde olursa olsun, hakim hale gelir. Ve kendi hükmünü icra eder.
Kredi ihtiyacı ve faiz
Dolayısıyla taşra sermayesi kapsamındaki firmalar piyasadaki rekabet koşullarına uyum sağlamak için ek finansmana (krediye) şiddetle ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaç ekonominin durgunlaştığı dönemlerde hayati bir önem kazanır. Kredi ihtiyacı bu firmaların bazısı için varlık-yokluk meselesine dahi dönüşür. Faiz oranı düşse ve edindikleri kredinin geri ödeme koşulları iyileştirilse bile, bu firmaların pek çoğu düşük kâr hacimleri nedeniyle, borçlarını geri ödemekte çok zorlanırlar.
Küçümsenmeyecek sayıda firma ise borçlarını geri ödeyemez. İşte taşra sermayesinin faiz sistemine (bankalara, kredi ve mali sisteme) şiddetli tepki göstermesinin (hatta nefret etmesinin) arka planında bu maddi olgular vardır. Bu maddi gerçeklik, onu ideolojik-politik gerekçeler bulmaya da yöneltmiştir. Hemen belirtelim, taşra sermayesinin İslami referansları benimsemesinin sahici gerekçesi de bu maddi olgulardır. (Taşra sermayesi İslami referanslardan hareketle faiz sistemine tepki göstermekten daha çok, faiz sisteminin yok edici baskısından dolayı, İslami referanslar bulmaya, faizsiz yöntemler icat etmeye yönelmiştir.)
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu tepkiyi politik düzeyde ifade etmiştir. Ama aşağıda göreceğimiz gibi kapitalist ekonominin nesnel işleyiş süreci karşısında bu tepkisi havaya yumruk sallamak anlamına gelmektedir.
Kredi ihtiyacı artar
Meseleyi incelemeye devam edelim:
Küçük ve orta kapasiteli firmaların pek çoğu sigortasız-taşeron-sendikasız-göçmen işçi istihdamına (bu tür istihdam biçiminin yaygınlaşmasının AKP iktidarının taşra sermayesine verdiği destekle ilgilisi vardır) rağmen, rekabet güçlerini artmasıyla sonuçlanan kâr elde edemezler. Bir sonraki üretim (veya hizmet) devresini tamamlayabilmek için ek kredi sağlanması kaçınılmaz hale gelir.
Rekabet arttıkça üretim devreleri kısalır. Küçük ve orta ölçekli firmalar piyasada ürün fiyatı-teslimat süresi-satış vadesi-tahsilat süresi vb. gibi konuları hiçbir şekilde belirlemeyezler. Tam tersine bu konularda büyük-tekelci firmaların empoze ettiği şartlara uymak zorundadırlar.
Mesela üretimi gerçekleştirmek için peşin parayla (veya kısa vadeli senetle) hammadde satın almıştır. Ama üretimi tamamladığı halde, mallarını satıp kâr (artı-değeri realize etme) elde edememiştir. Veya sipariş veren tekelci-büyük firma ödemeyi geciktirmektedir. Dolayısıyla küçük firmanın elinde sermaye yoktur ve hammaddelerin bedelini, işçi ücretlerini (yukarıda belirtiğimiz gibi işçiler sigortasız yani çok düşük ücretle çalışsa bile şimdi bu düşük ücretler ağır bir yük halindedir) ödemek zorundadır. Bu arada, artan döviz kurlarından zarara uğrayabilirler, vadesi gelen kredi borçlarını ödeyemezler.
Ayrıca ikinci üretim devresine geçemediği için sabit sermayesi (ne kadar geri teknolojili ve düşük hacimde olsa da) boş durmakta, eskimektedir. Vakit geçirmeden, diğer üretim devresini gerçekleştirmek zorundadır. Bütün bu ihtiyaçlar, işletmenin ek-kredi teminini kaçınılmaz kılar.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin ek-kredi (ek sermaye) ihtiyacı o kadar yakıcıdır ki, bilonçolardaki hilelere rağmen, kendisini ortaya koyar. Mesela Merkez Bankası’nın sanayi sektörü raporuna göre Türkiye’deki sanayi firmalarının döner sermayesinin yüzde 70’ini kısa vadeli kredi borcu oluşturuyor. Bu firmaların toplam kaynaklarının yüzde 60’ı borçlardan yüzde 40’ı özsermayesinden meydana geliyor.
Kredi nereden sağlanacak?
Taşra sermayesi (ve tüm firmalar) krediyi nereden temin edecektir? Alternatif üç kaynağı vardır: En yaygın ve erişilmesi kolay olanı “faizsiz” faaliyet gösterenler dahil olmak üzere bankalardır. “Faizsiz” faaliyet gösteren bankalar (bunlara resmi olarak katılım bankaları deniyor) bile en azından enflasyon oranı kadar bir ek bedel (bunu emlak fiyatı, döviz kuru altın vb ile ilişkilendirirler) almaksızın kredi vermezler.
İkinci bir kaynak dernek-cemaat ilişkileri ile işletmelerin (ve sermayedarların) elden birbirlerine ek bedel almaksızın (sıfır faiz) kaynak aktarmalarıdır. Fakat bu tür kredi son derece sınırlıdır. Çünkü bu türden firmaların hepsi taze sermayeye acil ihtiyaç duymaktadır. Ancak geçici bir süre için (çoğunlukla haftalık-aylık) verilebilir. Ayrıca ani dalgalanmalara tabidir. Mesela döviz cinsinden verilen bu türden bir kredi, kurun ani yükselişi ile, faizden daha ağır bir yük oluşturabilir.
Üçüncü bir kaynak, işletmenin senetlere bağlanmış cari alacak senetlerini (bu aslında realize olmamış kendi sermayesinin bir parçasıdır) vadesinden önce tahsil etmesi veya kendisinin diğer şirketlere borç senedi vermesidir. Bu senetler çoğunlukla vadeleri beklenmeden tahsil (kırdırılır) edilir. Ancak vadesinden önce tahsilat, faiz oranına (Merkez Bankası reeskontu) bağlı olarak eksik ödeme yapılmasına yol açar. İşte faizlere gösterilen şiddetli tepkinin bir nedeni de eksik ödemeden kaynaklanır. (AKP iktidarının “vadeli çek” ve alacak senetlerine ilişkin çok sayıda yasal düzenleme yapması da bu enstrümanı sık kullanan taşra sermayesinin ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır.)
Faiz oranlarının düşmesi teorik olarak kredi talebini artırır ve şirketlerin faaliyetlerini genişletmelerine imkan verir. Ama pratikte bu mantıksal örgü genellikle işlemez. Çünkü işlerin genişleyeceği beklentisi, kredi talebini artırdığı için faiz oranı yükselme eğilimine girer. Faiz oranının düştüğü konjonktürde ise ekonomide genellikle durgunluk hâkimdir. Kapitalist işletmeler yeterli kâr elde edemedikleri için işlerini genişletmeye yönelmezler. Bu nedenle de kredi talep etmezler. Faiz hadleri negatif (Batı Avrupa’da olduğu gibi) olsa bile.
Ayrıca faiz oranı ne kadar düşük olsa, “sıfır” düzeyine düşse, hatta negatif seviyeye inse bile, sermaye birikim düzeyi düşük, kâr elde etme kapasiteleri zayıf firmalar için bizatihi aldıkları kredi ağır bir yük oluşturur.
Bu nedenle faiz oranının düşmesi, kapitalist işletmelerin faaliyetlerini genişletmeleri, kâr hacimlerini artırmaları, yeni yatırım yapmaları için tek başına yeterli bir hareket noktası değildir. Tersi doğrudur, yani kapitalist işletmeler işlerini genişletip, kâr hacimlerini artıracaklarına kanaat getiriyorlarsa yüksek oranda faize sahip olsa bile, (belirli koşullarda) ek krediye koşa koşa başvururlar.
Şunu da belirtelim ki, nihai olarak para-sermayenin arz ve talebine göre belirlenen, faiz oranı, belli bir seviyenin altına inmeyecektir. Bunun nedeni, günümüzdeki gibi ekonomi yavaşladığında (hatta kriz hakim olduğunda) bile, kredi ihtiyacının devam etmesidir.
Kamunun yüksek dış borçları, ödemeler dengesi açığı, işletmelerin sermayesinin yaklaşık yüzde 60’ının borçlardan oluşması ekonomi hızla büyüse de şiddetli bir krize girmiş olsa da kredi talebinin (para sermaye talebi) hızla düşmesine yol açmaz. Kredi talebindeki artış yavaşlasa da devam eder. Bu nedenle faiz haddi belli bir eşiğin altına inmeyecektir.
Meydan okuma çelişkisi
Bu realiteye rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın faiz sistemini eleştirmesi bir çelişki değil midir? Kuşkusuz çelişkidir, ama kendisinin ve temsil ettiği sermaye kesiminin özlemlerini yansıtıyor. Bu özlemleri canlı tutuyor. Cumhurbaşkanı olarak bu özlemleri siyasete sert biçimde yansıtmış oluyor. Siyasi müdahale alanını genişletmiş oluyor.
Faiz sisteminin suçlanması, sömürünün üzerini de örterek (faizin kaynağı da sömürü ile elde edilen kârdır) kapitalist sistemi bir bütün olarak eleştiriden muaf tutmuş oluyor.
Gelgelelim, kapitalist sistemin nesnel, maddi işleyiş yasaları karşısında Cumhurbaşkanı’nın veya AKP’nin faiz sistemini eleştirisi havaya yumruk sallamaktan öteye gitmez. Bu yasalar hükmünü Cumhurbaşkanı’na rağmen icra eder.
Diğer yandan AKP ve benzeri partiler “ekonomi-islami referans-siyasi temsil ilişkisi” zemininde bu türden daha pek çok kaçınılmaz çelişkileri barındırırlar. Tarih bize bu çelişkilerin, pragmatik tedbirlerle telafi edildiğini gösteriyor. Tabii ki kapitalizmde esas olan mülkiyetin korunması ve geliştirilmesidir. Faiz çeşitli biçimlere bürünmüş olarak varlığını sürdürmek zorundadır. AKP gibi partilerin İslami referanslarla da olsa başka alternatif geliştirmeleri mümkün değildir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.