Dost düşman herkes Syriza’yı benzetmek istiyor. Bunlardan bazıları vizyon derdinde, bazıları da sınıf çıkarlarının… Komşumuz Yunanistan’da Radikal Sol Koalisyon Syriza iktidara gelince, Türkiye’de hangi sol çevrenin Syriza’ya benzediği üzerine tuhaf bir tartışma başladı. Bir tarafta Avrupa Sol Partisi’nde Syriza ile birlikte yer alan ÖDP; diğer tarafta kayda değer bir oya ve halk hareketi bağlantısına sahip olan HDP: “Syriza […]
Dost düşman herkes Syriza’yı benzetmek istiyor. Bunlardan bazıları vizyon derdinde, bazıları da sınıf çıkarlarının…
Komşumuz Yunanistan’da Radikal Sol Koalisyon Syriza iktidara gelince, Türkiye’de hangi sol çevrenin Syriza’ya benzediği üzerine tuhaf bir tartışma başladı. Bir tarafta Avrupa Sol Partisi’nde Syriza ile birlikte yer alan ÖDP; diğer tarafta kayda değer bir oya ve halk hareketi bağlantısına sahip olan HDP: “Syriza biziz!”, “Asıl Syriza biziz!”[1]
Sanki Türkiye kamuoyu Syriza’nın Türkiye’deki benzerini arıyormuş da, bulunca onu iktidara taşıyacakmış gibi davranmanın anlamı yok. Ama benzesek de benzemesek de “radikal sol” bir parti olarak Syriza’yı iktidara taşıyan ve iktidarda zorlu bir sınavdan geçiren sınıf mücadelelerinden öğrenecek çok şeyimiz var.
Sokakla birlikte yükseldi
Syriza’nın kökü 2004’te bir sol koalisyonun kurulmasına uzansa da asıl yükselişi 2008 krizini izleyen yıllara denk geliyor. 2009 seçimlerinde yüzde 4,6; 2012’de ise ilkin yüzde 16,8 ve bir ay sonra yenilenen seçimlerde yüzde 26,9 ve son olarak Ocak 2015 seçimlerinde yüzde 35 oy aldı.[2]
Bu yükseliş evresi tesadüf olmayan bir biçimde Yunanistan sokaklarındaki toplumsal muhalefetin yükselişinde denk geliyor. Syriza ne 2006’dan beri Bolivya’yı yöneten Evo Morales liderliğindeki Sosyalizme Doğru Hareket gibi doğrudan sokaktaki toplumsal hareketlerin partileşmesiyle açığa çıktı ne de toplumsal hareketlerin bütünüyle dışında durup onun taleplerini parlamenter düzlemde seslendirdi. Giderek temsili karakteri daha baskın gelse de bu iki özelliği barındıran unsurların koalisyonundan oluşan melez bir karaktere sahip oldu.
Yunanistan daha ekonomik krizle sarsılmadan önce, Aralık 2008’de devasa bir gençlik ayaklanması yaşandı. Gençlik hareketi üniversiteleri özelleştirecek bir anayasa değişikliğini geri çevirdi.
2008 krizi sonrasında kapıya dayanan AB, daha önce verdiği borçları faiziyle geri almak için kemer sıkma politikalarıyla ülke ekonomisine el koyunca, işsizlik yüzde 27’ye (gençlerde yüzde 50) çıktı, ücretler düştü, sosyal yardımlar kesildi, yoksulluk yüzde 30’u aştı, kamu varlıkları satışa çıkarıldı.
Kemer sıkma politikalarına karşı sendikalar peş peşe genel grevler örgütledi. Grevler etkiliydi ancak sonuç alamıyordu. Sonra meydan işgalleri geldi. 2012’ye doğru hastane işgali, elektrik işçilerinin faturasını ödeyemeyenlerin elektriklerini kesmeyi reddetmesi, mahalle meclisleri, kooperatifleşme hareketi, vergi ödememe eylemleri, dayanışma faaliyetleri yaygınlaştı.[3]
Syriza, galip çıktığı seçimlere sokakta açığa çıkan talepleri kapsayarak AB’ye meydan okuyan bir programla girdi: Özelleştirmeleri durdurmayı; borçları ödememeyi; asgari ücreti 580 avro’dan 751 avro’ya çıkarmayı; maaşı 700 avro’dan az olan emeklilere fazladan bir aylık maaş daha vermeyi; yoksullara parasız elektrik, yaklaşık dörtte biri sağlık sigortasından yoksun olan halka parasız sağlık ve işten çıkarılanlara yeniden iş vermeyi vaat etti.
İktidar sınavı başladı
Avrupa’da sol bir filizlenmeye tahammülü olmayan sermaye, sermaye karşıtı programa sahip bir hükümetin sonunun kötü olacağını cümle aleme göstermek, deyim yerindeyse Syriza’yı “benzetmek” istiyor.[4] Çünkü Syriza’nın programı bir devrim programı olmasa da, sistemin mevcut koşullarda kabul edemeyeceği, bu nedenle de devrim fikrini akla düşürebilecek taleplerden oluşuyor.
Yunanistan halkında ve uluslararası sol çevrelerde Syriza’nın zaferine ilişkin sevinç ve heyecanın yanı sıra ciddi bir endişe de var. Hükümet olmanın iktidar olmaya yetmediğini herkes biliyor. Elinde ordunun bir bölümünün desteği ve ciddi bir petrol zenginliği bulunan Hugo Chavez bile Venezüella’da kapitalizmin sınırlarının dışına çıkamamış, 21. yüzyıl sosyalizmi iddiasına rağmen köklü bir hesaplaşmaya giremediği sermayenin kırmızı çizgilerini aşmamıştı.
Syriza’nın ise ne petrolü ne de silahlı bir gücü var; tek dayanağı, sokakta seferber olabilen emekçi kitleler. Karşısında ise genel olarak sermaye, özel olarak da Troyka (AB, IMF, AB Merkez Bankası), Almanya hegemonyasındaki Avrupa emperyalizmi ve emperyalist çıkarların içerdeki temsilcisi Yunan burjuvazisi var.
Burjuvazi, kaynağa ihtiyaç duyan ülkeden sermaye kaçırarak, ekonomiyi çökertme tehdidini sürekli canlı tutarak Syriza’yı baskılamaya çalışıyor. Bunda başarısız olduğu da söylenemez.
İktidara geldiği günden bu yana Troyka ile cebelleşen Syriza özelleştirmeleri durdurdu, asgari ücreti artırdı, sosyal haklarla ilgili kısıtlamalara son verdi, teftişe gelen Troyka heyetini geri gönderdi. Öte yandan borç ödemelerinin yapılacağını ve bütçe disiplininin kısmen gevşetilerek sürdürüleceğini söyleyerek sermayenin baskıları karşısında çok ciddi bir taviz verdi. Mart ayından itibaren sermayenin ciddi bir taarruza geçmesi ve Syriza’yı açmaza alması bekleniyor.[5]
Syriza’nın açmazı
Syriza’nın temel açmazı kapitalist sistemi eleştiren bir programı savunurken, sistem içi araçlarla siyaset yapması. Ancak burada sosyalistler açısından asıl önem taşıyan şey Syriza’nın bu açmazla yüzleştiği yerde ne yapacağıdır. Sermayeye teslim mi olacak, yoksa emekçilerin çıkarına bir program yürütmekte ısrar mı edecek? Sağ bir partiyle koalisyon kurmak zorunda kaldığı parlamento düzlemi ve kategorik olarak karşı çıkmadığı Avrupa Birliği’nin yasal kurumsal çerçevesi onu teslimiyete zorlayacaktır. Syriza’nın tek güvencesi ise desteğini aldığı emekçi kitlelerin sokak gücü. Sokak her koşulda hareketlenecektir. Mesele, Syriza’nın kendi programını ilerletmek için bu sokak gücüne asli rol biçip biçmeyeceği. Syriza, emekçilerin sokaktaki kitle seferberliğini parlamentoya yedeklediğinde çok kısıtlı reformlar eşliğinde devrimci potansiyeli sistem içinde eritecek, parlamentodaki varlığını sokağa yedeklediğinde ise devrimci potansiyeli büyütecektir.
Dipnotlar:
[1] Arada çekinmeden “Syriza’yı örnek alacağız” diyen CHP’liler de çıktı. Malum, CHP’nin Yunanistan’daki eşdeğeri, Sosyalist Enternasyonal’de birlikte yer aldığı sosyal demokrat PASOK’tu ve bu parti de seçimlerden hezimetle çıkmış, tabanını kaptırdığı Syriza’yla kanlı bıçaklı olmuştu. CHP’nin Syriza’yı “örnek almadan” önce, aynı kendisi gibi neoliberal politikalar konusunda sağ partilerle bir farkı kalmayan PASOK’un yenilgisinden ders çıkarması gerekirdi.
[2] Sürecin ayrıntılı analizi için Taner Timur’un “Syriza dersleri” başlıklı yazısına bakılabilir: http://www.sendika.org/2015/02/syriza-dersleri-taner-timur/
[3] Sendika.Org’un 2012’de Foti Benlisoy’la yaptığı ve “Syriza’yı Syriza yapan sokak muhalefeti” başlığıyla yayımlanan söyleşide bu süreç mercek altına alınıyor: http://www.sendika.org/2012/07/foti-benlisoy-syrizayi-syriza-yapan-sokak-muhalefeti/
[4] Son makalelerinde “aklın kötümserliği”ni önde tutan Korkut (Boratav) hoca bu sınıf mücadelesine odaklanıyor: http://www.sendika.org/yazari/korkut-boratav/
[5] Bkz. K.Boratav: http://www.sendika.org/yazari/korkut-boratav/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.