AKP’nin mecliste sayısal olarak azaltılması, tek başına bir temsiliyet ya da düzen krizi yaratmayacak olsa da AKP düzeninin işleyişinde önemli açmazları oluşturma potansiyeli taşımaktadır “Ben ailemin oylarına da karışamam. Kulübeye girdiğinde nereye oy verir ben bilemem.” “MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın milletvekili adaylığına olumlu bakmıyorum, bundan sonraki süreç Sayın Başbakan’a ait olan bir süreçtir.” Bu cümlelerin […]
AKP’nin mecliste sayısal olarak azaltılması, tek başına bir temsiliyet ya da düzen krizi yaratmayacak olsa da AKP düzeninin işleyişinde önemli açmazları oluşturma potansiyeli taşımaktadır
“Ben ailemin oylarına da karışamam. Kulübeye girdiğinde nereye oy verir ben bilemem.”
“MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın milletvekili adaylığına olumlu bakmıyorum, bundan sonraki süreç Sayın Başbakan’a ait olan bir süreçtir.”
Bu cümlelerin Erdoğan’ın ağzından çıktığına insanın inanası gelmiyor. Sanki Soma’da bir genci tokatlayan, Antalya’da çiftçiye “ananı da al git” diyen, kafe balkonunda sigara içenlere bulaşan kendi değilmiş gibi. Ancak söz konusu olan seçim dönemi olunca ve bir de bu dönemde “başkanlık sistemi”ne alıştırmak olunca “muhafazakar demokrat” (bir de hukuka saygılı) Erdoğan’dan bu lafların çıkması çok anlaşılabilir. Beyefendi, hiç kimse parmağını sallayarak terbiye edemesin diye başkanlık sistemi diyormuş.
Hakan Fidan’ın[1], Tayyip Erdoğan düzeninde (Davutoğlu’ndan bile daha) kritik bir yere sahip olduğu aşikar. Gerek bu düzenin bütün pisliklerini bilmesi, hatta büyük kısmının organizasyonunda bulunması[2], gerekse de bu düzenin ilerlemiş modelinde yapacağı “hizmetler” nedeniyle çok verimli olacağını kanıtlamış bir şahsiyet. Astsubaylıktan geldiği için MİT’teki üst rütbeli subayları yönetmekte sıkıntı çeken Fidan’a, şu anki ilişkilerin içdizaynı devam ettiği sürece hem dokunulmazlık hem de (MİT’i de içine alan) daha geniş bir organizasyonun yöneticiliği pozisyonu sağlanacaktır. Erdoğan’ın sözde farklı tercihte bulunması ise seçim sürecinde Davutoğlu’na inisiyatif bahşetme görüntüsü oluşturmak.
Davutoğlu’nun ise daha çok çalışması gerekecek. Erdoğan’ın “400 milletvekili istiyorum” hedefi boyunu epey aşmış durumda. Diğer yandan muhalefet partilerine laf yetiştirmek zorunda. Bir de Bülent Arınç[3] gibileri de hoşnut etmesi gerekecek. Ayrıca gelecek dönemin planını da iyi yapmak zorunda çünkü AKP’nin son dönemi olacak. AKP’nin devlet kadrolarına doldurduğu binlerce bürokratın adaylık başvurusu yapması da tam bu yüzden, gemi batmadan önce son ganimetleri yağmalamak gerek. Artık AKP, yerel eşrafa genişleyen değil, merkeze sıkışan, sadece devlet olanaklarıyla var olabilen çürümüş bir yapıya çoktan dönüştü.
AKP’nin (hala) en büyük avantajı ise kendi kulvarında güçlü bir sağ partinin var olmaması/var olamaması. Bu durum korunduğu sürece meclisteki koltuk paylaşımında köklü bir değişikliğin yaşanması olası değil. Meclis aritmetiğini değiştirmeye çalışan üç girişim ise AKP veya MHP alanlarından değil, CHP cenahı (Emine Ülker Tarhan’ın başkanlığında ulusalcıların oluşturduğu Anadolu Partisi), mecliste temsil edilemeyen sol/sosyalist yasal partilerin oluşturduğu Birleşik Haziran Hareketi[4] ve Kürt siyasi hareketi tarafından başlatıldı.
Ulusalcıların Anadolu Partisi girişiminin mecliste herhangi bir değişikliğe yol açmayacağını tahmin etmek güç değil. Bu girişim ancak CHP içinde pazarlıkların (şantajın) sonucunu etkileyebilir. Bu pazarlıklar sonuçsuz kaldığında “sol ulusalcılar” meclis dışı kalır. Bu durumda (şimdiye kadar sırtını devlete ve CHP’ye dayamış olanların) bağımsız bir çizgi oluşturması elbette beklenemez. Yapacakları “sağ ulusalcılar”la yani MHP’li faşistlerle ilişkilerini geliştirmek ya da bir eriyik halinde CHP toprağına yayılmaktır.
Meclis aritmetiğini değiştirmeyi amaçlayan girişimlerden biri olan Birleşikçilerin öngörülerini bozan ise (kabul etmek gerekir ki) HDP’nin parti olarak seçimlere girme kararı oldu. Bu karar olmasa idi “bir bütün olarak davranıp” farklı seçenekler yaratılabilirdi. Bağımsız aday tercihine yönelip (biraz da Kürt Hareketi’yle karşılıklı anlayış ilişkisi kurulup) daha önce denenmiş olan Ufuk Uras’ınkine ya da Sırrı Süreyya’nınkine benzer seçim kampanyaları İstanbul ve İzmir’de örgütlenebilirdi. Diğer yandan kötü seçenek olsa da (bağımsız Kürt adayların alanına çok girmeden) CHP listelerinden, özellikle Anadolu’da sandık çalışması yapılabilirdi. Sonuçta yaptıkları bu plan; yasal (parlamenter) sol çizginin neoliberalizm, Kürt sorunu ve Ortadoğu savaşı (diğerleri de sayılabilir) karşısında bir türlü geliştiremediği muhalefet kanalını, sağlanacak birkaç milletvekili ile geçici de olsa kurmaya yardım edebilirdi. Böyle bir öngörüye sahip olmanın ve bu öngörüyle hareket planı yapmanın (iyi niyet tartışmasına hiç girmeden) ne emperyalizm gerçeğini ne Kürt sorunu gerçeğini ne “Türkiye Gerçeği”ni kavramakla bir ilişkisi kurulamaz elbette.
Gelinen noktada evdeki hesap çarşıda tutmamıştır. Bağımsız aday çıkarmak HDP’ye karşı bir siyasal faaliyet olacaktır, HDP dururken CHP listelerinden seçime girip CHP’ye oy istemek de ayrı bir garabet durum yaratacaktır. Ayrıca Birleşikçiler’nin bir bütün olarak HDP’yi desteklemesi de mümkün görünmemektedir. Meclis aritmetiğini değiştirmek için birleşik bir güç yaratma girişimi şimdilik kadük kalmış görünüyor, geriye tumturaklı laflarla alanlarda mücadele birlikteliğini yüceltmek, sandıkta da herkesin kendi hesabını yapması kalıyor. Tarihe bırakılan (posa) ise sol toplumsal muhalefet üzerinde fütursuzca mühendislik yapmaya kalkan kimilerinin özeleştiri yapmaya bile değer görmeyecekleri bir başka başarısızlık örneği kalıyor.
Meclisteki koltuk sayılarını değiştirmeyi amaçlayan en ciddi girişim ise Kürt siyasi hareketinden geldi. Yüzde 10 engelini aşmayı hedef olarak koyan HDP seçimlere parti olarak girme kararını açıkladı. Ve kararlarını değiştirmeleri yönündeki beklentilere rağmen hala kararın geçerli olduğunu belirtiyorlar. Bu girişim başarılı olduğunda ise sağlanacak sonuç HDP’nin milletvekili sayısını 70 civarına çıkaracak olmasıdır. HDP milletvekili sayısını arttırırken milletvekili sayısı düşecek olan ise AKP’dir. (Hesaplamalara göre CHP’den en fazla 2-3 milletvekili çalacak). Milletvekili sayısının artması HDP’ye “doğrudan” Ortadoğu’da daha büyük bir güç olma sonucu doğurmayacağı gibi Batı’yı da kapsayan yeni bir Syriza olma olanağı da yaratmaz. (Bu iki hedef başka süreçlerin sonucu olabilir ancak.) Ancak AKP’nin mecliste sayısal olarak azaltılması, tek başına bir temsiliyet ya da düzen krizi yaratmayacak olsa da AKP düzeninin işleyişinde önemli açmazları oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Her ne kadar (göründüğü kadarıyla) çoğunluğu kaybetmeyecek olsa da sayısı azalmış bir AKP grubu, moral yitiminden iç dengelerin kırılganlığına, Anayasa değişim sürecinin zorlaşmasına kadar bir dizi sıkıntı yaşayacaktır. Kuşkusuz en önemli sıkıntısı ise Kürt hareketi ile oturmuş olduğu müzakere masasında oluşacak. Böylesi bir durumda sürecin şimdiye kadarki gibi gitmeyeceği AKP’nin mutlaka bir takım değişikler yapmak zorunda kalacağı (bunu sadece olumlu değişiklikler olarak değerlendirmemek gerek) aşikardır.
AKP karşısında eli çok daha güçlenmiş olmasına karşın Kürt hareketinden temel parametrelerini değiştirmesini beklemek gerçekçi değil. Şimdiye kadar izlediği çizgiyi daha özgüvenli ve yaygın bir şekilde hayata geçirecektir. Bununla birlikte destek veren tabanın genişlemesi (yüzde 10 hedefinin tutması bir, bir buçuk milyon oy arttırması demek) Kürt siyasi hareketinin yanıtlaması gereken yeni sorun alanları anlamına gelecek.
Asıl sıkıntı ise bu barajın geçilmemesinde yaşanacak. Uzun bir süredir kullanılmaya alışılmış bir mücadele enstrümanının artık kullanılamayacak olması önemsiz bir sonuç doğurmayacak, mücadelenin aynı biçimde devam etmesini de ortadan kaldıracak. Bunun en net sonucu Hareketin, Kürt toplumuna ve Kürt siyasetine yoğunlaşması olacaktır.[5] Bu durumun iki halk arasındaki “mesafe”yi daha da açma riski taşıdığı açıkça görülebilir.
HDP’nin meclis dışında kalması AKP’yi bir taraftan rahatlatacak (CHP ve MHP karşısında ezici çoğunluk, Anayasa değiştirme olanağı) olsa da düzenin temsiliyet mekanizmalarının dışına çıkacak Kürt halkının düzene eklemlenmesinde ciddi sıkıntılar yaşatacaktır.
Tüm bunlar şimdilik olası senaryolar. Hangilerinin nasıl çekileceği ve filmin nasıl biteceğini bu dört aylık süreçte ve 7 Haziran’da göreceğiz.
Ama baki olan yer Bülent Arınç’ın sözlerinde ve korkusunda saklı: “Biz eskiden sokağa çıkardık taraftarımız bizi çok severdi. Şimdi bir nefretle bakış seziyorum. Bu bizim yüzde 50 oyumuza engel olmaz. Ama Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir.”
Evet, haklı. Türkiye’yi AKP tarafından yönetilir bir ülke olmaktan çıkarmak için tek yol sokak.
Dipnotlar:
1 Fidan, Kara Kuvvetleri Muhabere Okulu’ndan mezun oldu. TSK’da astsubay rütbesiyle göreve başladı. Kişisel tarihindeki sıçramayı ise NATO’nun Almanya’daki Süratli Reaksiyon Kolordusu İstihbarat ve Harekat Başkanlığı’nda görevlendirilmesiyle yaptı.
2 Dinleme kayıtlarından birinde Fidan, Davutoğlu’na (Esad’ı hedef göstermek için Suriye topraklarından Türkiye’ye) ”attırırım birkaç füze, hallederiz” diyordu.
3 “Bağırarak, çağırarak, küçülterek onu güçsüz kılarak bir noktaya getirdiğiniz zaman.. misal doğru mudur bilmiyorum ama kediyi çok sıkıştırırsanız sonunda yüzünüzü cırmalar”.
4 Bu noktada bir adlandırma krizi yaşanmakta. BHH sözcüleri kendilerini ısrarla “Haziran” olarak adlandırmaya çalışıyorlar. Ancak kendilerinin de samimiyetle kabul edecekleri üzere Haziran İsyanı’nın ne yaratanı ne ona yön vereni ne de tamamını kapsayanı olmadıkları için bu ısrar etik bir davranış olarak görülemez. Örgütlenmelerini uzun haliyle (Birleşik Haziran Hareketi) ya da kısaltılmış biçimiyle (BHH) adlandırmak istemiyorlarsa bu yapılanmayı (kendileri de taktir ederler ki) en iyi ifade edecek tanım Haziran ya da Hareket değil “Birleşik”çi olmasıdır. Bu tanım da karalayıcı bir tanım değil, tam tersine oluşumun gerçek karakteristiğini ortaya koyması açısından açıklayıcıdır.
5 Kürt hareketinden kimi isimler böyle bir durumda yerele döneceklerini ve kendi parlamentolarını kurabileceklerini belirtiyorlar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.