Altını kalınca çizerek başlayalım: Katliam denen şeyin çıplak ve hakiki yüzüne tanıklık ettik Charlie Hebdo saldırısıyla. Ve evet, saldırının devrimci- demokrat- halkçı güçler tarafından mutlak surette mahkum edilmesi gerekiyor. 7 Ocak’ta Paris’te gerçekleşen katliamın üzerinden bir ay geçti. Üzerine birçok farklı kalemden analizler okuduk. Sürecin önünü, ardını görmek ve doğru adımlar atmak adına, yaşananlar daha […]
Altını kalınca çizerek başlayalım:
Katliam denen şeyin çıplak ve hakiki yüzüne tanıklık ettik Charlie Hebdo saldırısıyla. Ve evet, saldırının devrimci- demokrat- halkçı güçler tarafından mutlak surette mahkum edilmesi gerekiyor.
7 Ocak’ta Paris’te gerçekleşen katliamın üzerinden bir ay geçti. Üzerine birçok farklı kalemden analizler okuduk. Sürecin önünü, ardını görmek ve doğru adımlar atmak adına, yaşananlar daha çokça, yazılıp, çizilmeye muhtaç. Ve ne yazık ki, tanıklık ettiğimiz vahşetin korkunç yüzü kadar, kahredici bir yerde duruyor, aydınların, yazarların ve maalesef sol-sosyalist güçlerin kaleminden dökülenler ve pozisyon alış biçimleri.
Hiçbir şey öncesiz, sonrasız ya da tek başına değil. Katliamın kendisi de, sadece Charlie Hebdo ile sınırlanamaz. Ancak şu bir gerçek ki, Charlie Hebdo katliamı dünyanın gidişatı ve emperyalist güçlerin rotasını açık eden ve bize önemli ipuçları veren bir siyasal dönemeç oldu, tabii okuyabilene…
Giderek sertleşen bir siyasal iklime yerleşiyoruz. Bu siyasal iklimin yarattığı yüksek gerilimlerin hükümdarlığına ve paranoyasına kapılmadan, şimdi katliamın içeriğinin mahiyetine, devam eden “kaotik kriz” sürecine/zeminine odaklanmak ve tabloyu bütüncül okumak gerekiyor.
Neo-faşizm mayalanıyor
2008’den beri kapitalizmin içerisinde debelendiği küresel ekonomik kriz, bir hegemonya krizini de içinden doğurdu. Öte yandan, kapitalizmin derinleşen yapısal krizinin günümüzde özellikle Avrupa’da odaklanışı ve sonrasında neo-faşist hareketlerin yayılımı da, üzerine bastığımız siyasal zeminin bir başka önemli momenti.
Avrupa, krizin en şiddetli vurduğu coğrafya olarak süreçten derin yaralar aldı, en büyük merkez ekonomiler sarsılmaya başladı. Özellikle krizin yoğunlaştığı Güney Avrupa ülkeleri deyim yerindeyse yeniden sömürgeleştirilmeye çalışılıyor.
Süreç, kitlesel bir mülksüzleştirme ve yoksullaştırma dalgasını beraberinde getirdi. Esnekleşme ve güvencesizleştirme politikalarının en sert halleriyle de tanıştık, tanışıyoruz.
Doğal olarak, kriz sarmalı toplumsal kutuplaşmayı körükledi. Mevcut siyasal iklimde siyasal gerilim artar, yanına göçmen düşmanlığı, ayrımcılık ve ırkçılık politikaları eklemlenirken, oluşan siyasal çürümede neo-faşist hareketler güçleniyor.
Sağ popülist argümanlarla, çok yönlü karakterde bir yeni faşizm kimliğine bürünen siyasi hareketlerin, sokakta ve parlamentoda yükselen ivmelerine tanıklık ediyoruz.
Yunanistan’da Altın Şafak’ın, Hollanda’da ırkçı faşist PrV-Özgürlük Partisi’nin, Finlandiya’da Hakiki Finler’in, Fransa’da önümüzdeki seçimlerde iktidara gelmesi beklenen FN-Ulusal Cephe’nin, şimdilerde Almanya’da şekillenen PEGİDA’nın (Batı’nın İslamlaştırılmasına karşı Yurtsever Avrupalılar), İngiltere’de faşist partinin ve Ukrayna’da devletle bütünleşen faşist örgütlenmelerin yükselen grafiklerini birlikte düşünürsek, tüm Avrupa’ya yayılan bir neo-faşist düzlemin mayalandığını netçe görebiliriz.
Özellikle Avrupa’dan doğru yayılan bu neo-faşist hareketler, sokağın zaptı ve faşizmin toplumsal meşruluğunu oluşturma hattından yürüyorlar.
Hegemonya savaşımı
Süregelen ekonomik kriz ve derinleşen hegemonya savaşı, yüzyıllardır dünyaya egemen olan “batılı emperyalistlerin”/ABD ve AB’nin hegemonyalarını tehlikeye düşürdü. Çan sesleri bu kez merkez ekonomiler için çalmaya başladı.
Akabinde istikrarlı bir şekilde yükselen Çin ve Rusya, alıştığımız ve hatta “imparatorluğa” soyunan “Batılı” egemenlerin yeni rakipleri olarak şekillendi. 2001 Afganistan ve 2003 Irak Savaşı ile de, ABD’nin tek güç olma hesapları tutmadı. Artık o mutlu mesut “imparatorluk tahtına” yürüme günleri çok eskilerde kaldı. Bundandır ki, emperyalist güçler eski hatlarını terk edip, dümeni kırdılar, çubuğu “kontrollü kaos” çizgisine büktüler.
Gerilim sertleşiyor, dünya, egemenlerin hesaplaşma arenasına çevrilirken, halklar yürütülen hegemonya mücadelesine kurban ediliyor.
İşte, Charlie Hebdo katliamının oturduğu zemin tam da burası. Katliamı, içinde oluştuğu konjonktürden nasıl ayırabiliriz?
Yaşananlar, hegemonya savaşının ta kendisi.
Kontrollü kaos
Muktedirler, emperyalistler arası hegemonya gerilimleri ve sermayenin güncel çıkarları doğrultusunda çubuğu büktükleri “kontrollü kaos” (ki, “kontrolden çıkma” eğilimi içinde) hattından hareketle, bir algı operasyonu çekiyor, paradigma yaratıyorlar.
El Kaide, IŞİD, El Nusra, Boko Haram gibi örgütler, yaratılmak istenen paradigmanın en önemli araçları. Bugün Ortadoğu’nun emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn edilmesi hesapları, bu yapılanmaların “araçsallaştırılmasıyla” yürütülmeye çalışılıyor.
Şimdi sözde lanetledikleri “radikal İslam” çizgisindeki bu örgütlerin askeri ve ekonomik anlamda donatılması, yelpazesinin genişletilmesi, palazlandırılışı emperyalist devletler tarafından yapılmadı mı?
Bugün herkes tarafından bilinen bir “sır” halini almadı mı, emperyalist merkezlerle bu örgütlerin “ittifakı”? Henüz hafızalarda tazeyken soralım, IŞİD’in Kobane’ye saldırılarında, egemenlerin bu örgütleri nasıl yönlendirdiğine şahit olmadık mı?
Zamanında emperyalizmin teorisyenlerinden Huntington “yeni bir düşmana ihtiyacımız var, bu da İslam uygarlığı olabilir” dememiş miydi “Medeniyetler Çatışması” tezinde?
Evet, kapitalizm derinleşen yapısal krizini aşmak için çeşitli manevralar yapıyor ve stratejisinde söylemiyle de eylemiyle de gayet net.
Ve şaşıracak bir şey de yok aslında; uygulanan strateji, zaten kapitalizmin ontolojisine içkin.
Dünyayı “üçüncü dünya savaşı” niteliğinde bir savaşa doğru sürüklüyorlar. “Medeniyetler Çatışması” imiş gibi lanse edilen bir paradigma kapsamında, “kültürel ırkçılık” pompalanıyor. Ve halkların devrimci enerjisi “önleyici taktiklerle” soğuruluyor.
“Siyasal İslam” kisvesi altında Müslüman ve göçmen gençlerin biriken enerjisi ve bilenen öfkesi, emperyalist blokların hegemonya savaşımına uygun biçimlere büründürülerek yönlendiriliyor.
Oysa giderek mülksüzleşen, yoksullaşan, geleceksizleşen toplumun en alt kesimlerinin, olması gereken yer halkçı-devrimci dinamiklerin safları değil mi?
Çok yönlü bir savaşın tam ortasındayız. El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi gerici silahlı güçler giderek güçleniyor. Sormak gerek, peki nerden geliyor bu değirmenin suyu? Onca askeri teçhizat, akan sıcak paralar, eğitimli militanlar…
Aynı emperyalist çıkarlar doğrultusunda 11 Eylül sonrasında Afganistan’da Irak’ta halklara zulmeden/katleden egemenler şimdi kalkmış, “barbarlığa” karşı özgürlük naraları atıyorlar. Terörün esas sponsorları şimdi “medeni batının şövalyeleri” oluverdiler. Öyle mi? Bak sen!
Charlie Hebdo katliamı emperyalistler için biçilmiş kaftandı. Ve şimdi bu vahşi katliamın meyvesini yiyecek olanlar da aynı alçaklar.
“Laiklik” sarmalında “bizim” cenah
Kapitalizmin krizi ve yaşanan hegemonya savaşının belirlediği bir atmosferde, uzun erimli bir kaos iklimine girerken; süreci bütüncül bir perspektiften okuyamayan bir “sol” ortamla karşı karşıyayız.
Charli Hebdo katliamında alınan siyasal konumlanışlar, üzerine bastığımız kaotik kriz zeminini karşılayabilme kapasitemizi ölçmek ve önümüzü görmek açısından önemli.
Katliamın hemen ardından Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın barbarlığa karşı tüm cumhuriyetçi güçleri ulusal seferberliğe çağırdığı o büyük yürüyüş, egemen iktisadi aklın “algı operasyonundan” başka bir şey değildi.
Değildi de, ya bizim “laiklik ve cumhuriyetçilik” açmazında sıkışıp kalan siyasetlerin kaçınılmaz sürüklenişiyle, sermayenin attığı zarfı, hoplayıp zıplayarak koşup pullayan sol-sosyalist kardeşlerimize ne diyeceğiz?
Fransız Komünist Partisi kalkmış, “barbarlığa karşı ulusal birlik çağrısında” bulunuyor; be hey kardeşim, ne zamandan beri ensemizde boza pişirenlerle, iliğimizi sömürenlerle aynı ağızdan konuşur olduk?
Aynı oranda, “Ortaçağ barbarlığına ve gericiliğe karşı ilericilik ve laiklik” söylemleri kaplayıverdi birden ortalığı.
İyi de, salt ilericilik –gericilik zemininden mevzilenlemek burjuva demokrasisinin işi değil mi? Laiklik sarmalında sıkışmakla mı karşılayacağız bu “kaos” dönemini? Eğer öyleyse şimdiden hepimize geçmiş olsun.
Tabir-i caizse kaf dağının tepesinde oturan muktedirler, giriştikleri hegemonya savaşımında birbirlerine el ense çekiyor, “bizim cenah” da egemen güçlerin yollarını döşüyor. Üzerine bastığımız kaos zemininin aynı oranda devrimci dinamikleri bir adım ileri sıçratma olasılığına yüzlerini çevirmektense, egemenlerin rotasına “eyvallah çekiliyor.
Solun “Kemalizm” inadı (!)
Sola sirayet eden “Kemalizmin” etki alanından çıkamayan “laiklikle” sınırlı bakışın ürettiği tutumların sonucunda, darboğazda sıkışıp kalmalara ve aynı sol-sosyalist ekiplerin ahmakça bir sürüklenmeyle, sermayenin imgelerini nasıl koşa koşa kutsadıklarına tanıklık ettik.
Ee, sürecin gidişatını okuyamazsan, kendini sermaye güçlerinin arkasında saf tutarken ya da sermayenin değerlerine çiçekler bezerken buluverirsin. (Hollande’ın yürüyüşüne katılma, Fransız Konsolosluğuna çelenk bırakma eylemlerinde olduğu üzere.)
Herkes önüne takkesini alıp düşünecek, halkları kendi çıkarları doğrultusunda savaşa sürükleyen “terörün” asıl finansörleriyle aynı gemide mi olacağız, yoksa devrimci-demokrat-halkçı güçlerle mi?
Yaşanan sınıf savaşımın ta kendisi. Süreç sertleşiyor, saflar belirginleşiyor, dengeler alt-üst oluyor.
Öyle, Gezi ayaklanmasında olduğu gibi, “müsait bir yerde inelim” ve sonrasında “mutlu mesut evlerimize geri dönelim” konumlanışlarında olduğu gibi “durumu idare etme” taktikleriyle geçiştirilecek bir dönem değil bu dönem.
Oraya buraya monte olup, girdiği kabın rengini alarak değil; kendi ontolojik varoluş sorumluluklarımızla, yani proletaryanın tarihsel ihtiyaçlarının sözünü, soluğunu yükselterek hakkından gelebileceğimiz bir dönem…
Egemenler dünya çapında katliam ve savaş hazırlığı yaparken, devrimci-demokrat güçler olarak emekçi halkın çıkarlarını ve hedeflerini öne çıkartmak ve işçi sınıfının örgütlenmesini büyütmek acil görevimiz.
Sancılı ve zor da olsa, devrimci dinamiklerin bir adım ileri atması gereken ve buna da gayet müsait bir dönemeçteyiz.
Katledilen Charlie Hebdo çizerlerine de sorumluluğumuz budur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.