Türkiye devrimci hareketi tarihi boyunca faşizm koşulları altında var olmuştur, var olmayı başarmıştır, AKP faşizmi altında da var olmayı başaracak iradeye ve toplumsal temele sahiptir İslamoneoliberal faşist bir parti olarak AKP, gerçekten de Nazi Partisini fazlasıyla andırıyor. AKP, ülke içinde neoliberal yeni sömürgecilik politikalarının, Ortadoğu’da emperyalist-siyonist saldırganlığın yarattığı yıkımların yarattığı mağdurlar içerisinde yankı bulan bir […]
Türkiye devrimci hareketi tarihi boyunca faşizm koşulları altında var olmuştur, var olmayı başarmıştır, AKP faşizmi altında da var olmayı başaracak iradeye ve toplumsal temele sahiptir
İslamoneoliberal faşist bir parti olarak AKP, gerçekten de Nazi Partisini fazlasıyla andırıyor. AKP, ülke içinde neoliberal yeni sömürgecilik politikalarının, Ortadoğu’da emperyalist-siyonist saldırganlığın yarattığı yıkımların yarattığı mağdurlar içerisinde yankı bulan bir “İslamcılık” dalgası üzerinde yükseliyor. Nazi Partisi de I. Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelen yeni paylaşım haritasının, ekonomik-sosyal krizin yarattığı mağdurlar içerisinde yankı bulan bir “Militarist-Milliyetçilik” dalgası üzerinde yükselmişti. Nazizm, Alman ulusunu, führer etrafında kenetlenen Ari ırkın korporatif bütünlüğü olarak yeniden inşaa etmişti. AKP, Türk ulusunu, “Reis” etrafında kenetlenen Türk-Sünni ümmetinin korporatif bütünlüğü olarak yeniden inşaa etmeyi politika haline getirdi. Nazizm, çok sayıdaki militarist-milliyetçi Alman partisi içerisinde “tekelci sermayenin en gerici, en emperyalist, en militarist kanadı”nın desteğini almayı başaran tek parti oldu. AKP de, çok partili “dinci siyaset” zemini üzerinde, büyük sermaye içerisindeki en gerici, en sömürgen, en vahşi fraksiyona dayanarak Türkiye’nin emperyalist güdümlü büyük sermayesinin desteğini almayı başaran tek parti oldu. AKP’nin Ortadoğu’da büyüttüğü ve Türkiye’ye soktuğu Cihatçı çetelerle Nazi SA örgütlenmesi arasındaki benzerlikler de, Nazizmin siyasi felsefesi ile Erdoğan’ın siyasi felsefesi arasındaki benzerlikler de saymakla bitecek gibi değil.
***
HDP’nin seçime parti olarak girme kararı, Türkiye’nin siyasi rejimini bir “köprü başına getirdi”. HDP’nin %10 barajının aşamaması halinde AKP Anayasa’yı değiştirebilecek çoğunluğa ulaşacak ve bugünkü fiili başkanlık rejimi hukukileşecek. HDP’nin barajı aşması halinde ise AKP’nin TBMM’deki ağırlığı bu partinin gerçek oy oranına uygun hale gelecek ve mecliste bir başka “sol grup” oluşacak. Böyle bir sonuç AKP ve CHP’nin fay hatlarını hareketlendirerek, düzenin bu partilerinde ağır bir krize neden olacak.
TBMM’de Anayasa yapma çoğunluğunu yakalayacak AKP’nin Siyasal İslam’ın “pasif devrim”ini tamamlayacağı ve ortaya çıkacak yeni devlet biçiminin ise “1930’ların Alman faşizmine çok yakın bir “şey” olacağı” ve de bu noktadan sonra Türkiye solunun örgütsel, ideolojik, politik ve fiziki olarak mahva sürükleneceği duygusu Türkiye solunun şu anki “sağduyusu”nu şekillendiriyor. HDP’nin barajı aşmasını sağlamanın “köprüden önceki son çıkış” olduğu kadar Türkiye’nin temsili siyaset sahnesindeki oligarşik egemenliği krize sokmanın ve solu temsil alanının etkili bir aktörü haline getirmenin tarihi bir fırsatını da oluşturduğu duygusu giderek yayılıyor.
Elbette AKP’nin TBMM’de Anayasa çoğunluğunu elde etmesini engellemek önemli ve yine elbette temsil alanındaki düzen tekelini demokratik güçlerin bir hamlesiyle kırmak siyasal alanda sosyalist hareket ve tüm demokrasi güçleri için büyük bir başarı olacak. Ama HDP’nin barajı geçememesini “felaket“, geçmesini ise “devrimci bir siyasi sürecin başlangıcı” olarak görmek doğru mu? 2015 Seçimlerinde AKP’nin 330’un üzerinde milletvekili çıkarması, Hitler’in Reichstag yangınıyla başlattığı “darbe sürecini” izleyen 1933 seçimleriyle eşdeğer görülebilir mi? Solun ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin seçim başarısına bağlı olarak AKP’nin parçalanma sürecine girmesi ve CHP’nin ufalanması, Kürt hareketiyle Türkiye Sosyalist Hareketi’nin oluşturduğu güç merkezinin Türkiye’nin yeni “kurucu iradesi” olmasının yolunu açar mı?
Her iki sorunun yanıtı da “hayır”dır.
Birincisi Nazi Partisi ile AKP arasındaki benzerlikler iki faşist parti arasındaki benzerliklerdir, iki devlet biçimi (Alman Klasik Faşizmi ve Türkiye’nin Sömürge Tipi Faşizmi) arasındaki benzerlik değil. Bir köşe yazısının sınırları içinde derinlemesine tartışmak olanaklı değil, ama AKP’nin Türkiye’nin sömürge tipi faşizmini neoliberal yeni sömürgecilik politikalarına denk düşen bir biçimde yeniden yapılandırması, Türkiye devrimci hareketinin “sonu” değildir. Çünkü Türkiye devrimci hareketi tarihi boyunca faşizm koşulları altında var olmuştur, var olmayı başarmıştır, AKP faşizmi altında da var olmayı başaracak iradeye ve toplumsal temele sahiptir. Türkiye halkının AKP faşizmine karşı direnişinin yenilgiye uğratılamayacağı artık bizzat iktidar sözcüleri tarafından kabul edilmektedir. Bülent Arınç’ın “%50 bizden nefret ediyor” yakınması direnişe boyun eğdirilemeyeceği gerçeğinin itirafıdır. AKP’nin %10 barajı aracılığıyla “çalacağı” sandalyelerle oluşturacağı TBMM çoğunluğunun direnen halk nezdinde hiçbir meşruiyeti yoktur ve olmayacaktır. AKP “büyük sandalye soygunu planı”nı gerçekleştirdikten sonra “hırsız” ve “katil” sıfatını toplumun saygı gösterdiği bir “kurucu çoğunluk iradesi”ne dönüştüremeyecektir. Kürt ve Türk halkının direnişi buna izin vermeyecektir.
İkincisi, parlamentoda oluşacak bir sol koalisyon grubu Kürt ve Türk halk direnişlerinin politik birliğini sağlama yeteneği bakımından sokaktan daha zayıf bir birleştirici güçtür. Böyle bir grup, Haziran İsyanı ile Kobani İsyanı arasındaki kardeşliğin politik temsil alanına yansıması açısından değerli bir ilk adım olabilir elbette ama iki ayrı devrimci süreç gerçekliği, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından yaşadığımız sahnelerin de gösterdiği gibi eşiğin hemen ardında bizi beklemektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.