Bugün, kadın özgürlüğü ve eşitlik mücadelesini sürdürme iddiasını taşıyanlar için dinsel gericilikle mücadele etmek, dinsel ideoloji ve bu ideolojinin bugünkü taşıyıcılarıyla ve ürettikleri kavramlarla hesaplaşmak bir zorunluluk. AKP eliyle kurulan kadın derneklerinin dilinden düşmeyen ‘Toplumsal cinsiyet adaleti’ de hesaplaşmamız gereken kavramlardan biri Kadın ve erkeğin fıtrattan eşit olmadığı söylemi de AKP eliyle kurulan kadın dernekleri […]
Bugün, kadın özgürlüğü ve eşitlik mücadelesini sürdürme iddiasını taşıyanlar için dinsel gericilikle mücadele etmek, dinsel ideoloji ve bu ideolojinin bugünkü taşıyıcılarıyla ve ürettikleri kavramlarla hesaplaşmak bir zorunluluk. AKP eliyle kurulan kadın derneklerinin dilinden düşmeyen ‘Toplumsal cinsiyet adaleti’ de hesaplaşmamız gereken kavramlardan biri
Kadın ve erkeğin fıtrattan eşit olmadığı söylemi de AKP eliyle kurulan kadın dernekleri tarafından yaygınlaştırılan “eşitlik yerine adalet” vurgusu da kaynağını dinsel dogmadan, dinsel gericilikten alıyor. Kadınların yaşadığı eşitsizlikler ve verili cinsiyet rolleri tarihselliğinden koparılıyor, Allah’ın kelamına dayandırılarak mutlaklaştırılıyor, evrenselleştiriliyor. Böylece ‘değiştirilemez’ kılınıyor. Böylece dinsel gericilik bir kez daha ‘Kadın ezilmişliği ne ezelidir, ne de ebedi kalacak’ diyen kadınların eşitlik iddiasının karşısına dikiliyor. Bugün, kadın özgürlüğü ve eşitlik mücadelesini sürdürme iddiasını taşıyanlar için dinsel gericilikle mücadele etmek, dinsel ideoloji ve bu ideolojinin bugünkü taşıyıcılarıyla ve ürettikleri kavramlarla hesaplaşmak bir zorunluluk. ‘Toplumsal cinsiyet adaleti’ de hesaplaşmamız gereken kavramlardan biri.
Toplumsal cinsiyet adaleti kavramı Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) düzenlediği Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nin ardından (24-25 Kasım 2014) gündeme oturmuştu.[1] Erdoğan bu zirvede yaptığı ve “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir” sözlerini sarfettiği konuşma sırasında kürsüden haykırıyordu: “Kardeşlerim kadınların ihtiyacı olan nedir?” ve yine kendisi kadınlar adına cevap veriyordu: “Burada bazen erkek-kadın eşitliği diyorlar. Kadın-kadına eşitlik doğru olandır, erkek-erkeğe eşitlik doğru olandır ancak kadının özellikle adalet karşısındaki eşitliği aslolandır. Bunu yerine getirmeliyiz. Mağdur olanın zorla mağdur eden seviyesine çıkartılmasıdır eşitlik ya da tam tersidir. Kadınların ihtiyacı olan eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmektir. Yani, adalettir” [2]
Erdoğan, aynı konuşmada muhtemelen kuruluşuna bizzat karar verdiği, kızı Sümeyye Erdoğan’ı yönetim kuruluna yerleştirdiği ve ‘kadın faaliyetleri’ etrafında dönen para tezgahını da kontrolu altında tuttuğu KADEM’i “Henüz 1.5 yıllık geçmişine rağmen bu alanda faaliyet gösteren tüm diğer STK’lara nazaran duruşuyla, söylemleriyle alternatif fikirleri ile farkını çok net biçimde ortaya koyduğu” için övüyordu. Erdoğan’ın övgü sırasında sarfettiği “Fikrini hizmetle ortaya koymak başka bir şey bir de toplum içinde gerilimler meydana getirmek suretiyle ‘acaba sesimi duyurabilir miyim’ demek başka bir şey” sözlerinden de anlaşılıyordu ki KADEM’i bu derece muteber yapan en önemli özellik eşitlik/özgürlük mücadelesi veren kadınlar ve kadın örgütleri gibi “fitne[3]” çıkarmamasıydı.
Sonuçta AKP’nin/Erdoğan’ın “eşitlik” için “özgür iradeleri” ile eyleme geçen, sokakta, evde, işte, okulda özne olan kadınlarla, feministlerle başı beladaydı. Onlar ki “annelikten anlamaz” “aile dışında hayat var” der, kürtaj yasağına karşı “Benim bedenim benim kararım” diyerek sokakları karıştırır, erkek şiddetine karşı AKP’nin tabelasına “aile”yi çaktığı bakanlık binalarını işgal eder, “Eşit işe eşit ücret” diye diretirler. Başbakan Davutoğlu’nun eşi Sare Davutoğlu’nun[4] deyişiyle feministler “ya hep ya hiççi”dir. Bu “olayı” zorlaştırır, tavır hiç uzlaşmacı değildir. Tam da bu nedenle AKP, Fatma Şahin’in bakanlığı döneminde denediği masaya çağırarak içerme metodundan vazgeçmiş, kendi derneklerini kurmaya ve işlevlendirmeye başlamıştır. Bir kadın örgütü olacaksa o da Erdoğan’a bağlı olmalıdır. Meşruluğunu ve direncini yüzlerce yıllık eşitlik ve özgürlük mücadelesinden alan kadın hareketinin karşısına çıkarılacak bu örgütlerin “kavramsal silahı” da “adalet”[5] söylemi üzerinden üretilmektedir.
Toplumsal cinsiyet adaleti
Erdoğan yine aynı Zirve’de oluşturduğu ‘kadın projesi’ hakkında iddialı konuşmuş, KADEM’in ‘küresel bir kadın hareketi’nin çerçevesini oluşturabileceği”ni söylemişti. Belli ki kadın sorununu araçsallaştırarak derneğe AKP’nin çöken dış politikası/prestijini tamir girişimlerinde de rol verilecek. Dernek, uluslararası alanda “kadın hareketini” temsil iddiası ile rol kapacaktır.[6] Aynı zirve sırasında duyulan ve kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin simge günü 8 Mart’ın hemen öncesinde, 6 Mart 2015’te, yine KADEM tarafından İstanbul’da düzenlenecek olan “Toplumsal Cinsiyet Adaleti Akademik Kongresi” ise Erdoğan’ın bahsettiği ‘çerçevenin’ oluşturulmasına hizmet etmek üzere tasarlanmıştır.
KADEM’in metinlerini okuduğumuzda bu çerçevenin içeriğinin, Erdoğan’ın çizdiği sınırlar içinde ancak feminist hareketin literatüre soktuğu kavramları da (toplumsal cinsiyet, erkek egemenlik, eşitlikte farklılık vb) araçsallaştırarak kullanan bir dille doldurulduğu görülüyor. Kadınların yüzyıllardır mücadele içinde bedeller ödeyerek yükselttiği “eşitlik” talebinin karşısına “adalet” kavramı ile çıkıyor KADEM. Üstelik eşitlik fikrini kendince mahkûm ediyor.
KADEM’e göre eşitlik fikri, toplumdaki kadın ve erkeğe biçilen rollerde adaletin tesis edilmesine imkân vermiyor, hatta eşitlik bazen adaletsizliğe giden yolun temelini oluşturuyor. KADEM’e göre önemli olan ise herkesin “fıtratına ve doğal özelliklerine dayalı rolleri” üstlenmesidir. KADEM Başkanı Sare Aydın’ın sözleri ile devam edelim“Yaratılış gereği fıtraten farklı olan kadın ve erkeğin farklılıklarını gören, farklılıklardan doğan mağduriyetlerin giderileceği hakkaniyet ve adalet perspektifli yaklaşımların ve politikaların tesis edilmesi gerek” ve “Eşitliği tartışmaya açmak…(kadının) bir yandan geleneksel değerlerden bir yandan da bizzat moderniteden kaynaklanan mağduriyetini giderecek bir yaklaşıma dikkat çekmek anlamına geliyor.” Diyor ki KADEM Başkanı “Bu yaklaşım kadın doğası[7] ile ters düşmeden toplumsal hayatta sağlıklı bir şekilde var olmasını sağlayan adalet anlayışıdır.”
Peki KADEM’in Erdoğan’ın küresel bir kadın hareketi yaratacağını söylediği bu ‘çerçevenin’ asıl dayanağı ne? Ve bu “adalet” kimin adaleti? Bu sorulara vereceğimiz cevap bugün kadın özgürlük mücadelesi ile dinsel gericiliğe karşı mücadelenin ilişkisine dair sorunlara da yanıt aramamıza yardımcı olacak.
Sare Aydın, toplumsal cinsiyet adaletinden bahsettiği bir yazısında “İslam’ın haklar ve yükümlülükler bağlamında öngördüğü normlar da bahsedilen “adalet” anlayışını yansıtmaktadır” sözleri ile ilk sorumuzun cevabını veriyor ve AKP’nin kadın politikasının meşruluğunu ürettiği kaynağı işaret ediyor: Dinsel dogma.
Eşitsizlik Allah kelamı
Bir devlet/egemen sınıf dini olarak ortaya çıkan İslamiyet, inancı, kul ile tanrı arasındaki bir ilişki olarak bırakmaz. Din ile devlet arasında bir ayrım yapmadığı gibi[8] inananların yaradılış özelliklerini, kadın ve erkek arasında olan dahil tüm toplumsal ilişkilerin nasıl olması gerektiğini (hatta bedene ilişkin her tür faaliyeti de) ayrıntılı olarak tasvir eder. İslamiyet’te dinsel ülküye yasa payesi verilmiştir. Kaynağını, Kuran, sünnet ve hadislerden alan dinsel söylemde belirlenen cinsiyet rolleri (kadın ve erkek kalıpları) değişmez ve dokunulmaz kılınır. Kadının rolünü ikincil, erkeği kadına göre üstün kılan bu anlayış sorgulanamaz bile, çünkü tanrı buyruğu ile belirlenmiştir.
Oysa KADEM’in adalet söyleminin önüne eklediği “toplumsal cinsiyet” kavramı kadın hareketi tarafından tam da cinsler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerine de işaret edecek biçimde erkeklik ve kadınlık kalıplarının biyolojik cinsiyetten farklı olarak toplumsal/kültürel olarak belirlendiğini göstermek ve cinsiyet konumunun tarihsel olarak değişebileceğini söylemek için kullanılır. Tekrar etmekte sakınca yok kadın hareketinin iddiası budur: Kadın ezilmişliği ezeli olmadığı gibi ebedi de değildir!
Herşey fıtrata göre adalet de
Erdoğan’ın “…fıtratları farklıdır, tabiatları farklıdır, bünyeleri farklıdır. Örneğin iş hayatında hamile bir kadını erkek ile aynı şartlara tabi tutamazsınız Kadınları erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız, komünist rejimlerde olduğu gibi. Eline ver kazmayı küreği, çalışsın. Olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına bir defa bu ters düşer” söyleminin de işaret ettiği gibi kadının erkekten farklılığı İslami dinsel söylem içinde kadının yapısıyla (yaradılış özellikleri ile) ilişkilendirilir.
Kadın, doğurganlığı ve üremede oynadığı rol nedeniyle doğayla/bedenle özdeşleştirilir[9], arzuyu, bedeni ve duyguları, kaosu, şeytanı ve denetlenmeyeni işaret eder. Erkek ise aklı, düzeni, tanrısal ilkeyi ve denetlenebilir olanı. Dinsel söylem kadını kontrol, terbiye ve ıslah edilmesi gereken bir varlık olarak tanımlar[10]. Erdoğan’ın kibarca yaptığı “narinlik” vurgusu ise asıl olarak “zayıflığa” işaret eder; hem bedenen hem de ahlaken zayıflık. Bu nedenle dinsel söyleme göre kadın korunması gereken bir varlık, erkek mümin ise İslami cemaatin düzenini ve ahlakını korumakla görevli bir bekçi (sahip) ve zihinsel, fiziksel ve ahlaki olarak üstün sayıldığı kadının denetimini üstlenmek onu “korumak zorunda olan”dır. Diğer ataerkil toplumlarda da gödüğümüz gibi ahlakı korumak için kadının ve kadın bedeninin/cinselliğinin (ve doğalında emeğinin) denetlenmesi görevi erkeğindir. Bu denetimin en simgesel biçimlerinden biri de örtünmedir. [11]
Kadınların eşitlik iddiasını “küfür” olarak yani tanrısal iradeye (onun uzantısı olarak erkeğin iradesine) itaatsizlik olarak gören[12] dinsel ideolojinin “adalet” kavramı ise kimilerince iddia edildiği gibi “eşitliği” içermez. KADEM’in metinlerinde belirtilen “kadının doğasına ters düşmeyen” adalet anlayışı asıl olarak üstün olanın ikincil olana (egemenin ezilene) mevcut konumlarını/rollerini koruyarak “adaletli” olmasına/davranmasına ilişkin bir vurgudur. Bu adalet anlayışı ancak eşitsizlikleri meşrulaştırma ve kadının ezildiği “düzeni koruma” amacına hizmet eder.[13] Bu düzenin korunmasında kadının ve cinselliğin alanı olarak tanımlanan “aile”ye özel bir rol verilir, düzen cinsiyetçi iş bölümünün düzenidir. Haklar ise eşitlikten değil egemenin lütfundan doğar ve kadının itaatine bağlıdır. Üstelik bu adalet anlayışında itaat etmeyen kadının cezalandırılması gerekir. Erkek itaatsizliği cezalandırma hakkına da sahiptir. [14]
Kadının eşitliğini/bağımsız varoluşunu reddeden ve kadınlık rollerini mutlak kılan dinsel söylemin neoliberal kapitalist sistem içinde ürettiği “adalet” anlayışının bir örneği Davutoğlu’nun açıkladığı “Aile ve Dinamik Nüfusun Korunması Programı’nda görülmektedir. Kadının “ait olduğu aile içinde annelik rolünü” yerine getirebilmesi için çalışma rejiminin esnekleştirilmesi ve kadının güvencesiz, ucuz işçiliğe mahkûm edilmesi “adalet” olarak sunulur. Erdoğan’ın dediği gibi “Hiç hamile bir kadın bir erkekle aynı şartlara tabi tutulur mu?”. İşte bu adalet söylemi arkasına gizlenen ve eşitsizlikten beslenen iktidar kadınların “eşit işe eşit ücret” ya da “bakım hizmetlerinin toplumsallaştırılması”, “erkek çalışan çocuklarına kreş hakkı” gibi taleplerinin karşısına dikilir. Üstelik bu “adalet”e karşı çıkan kadın “nankör” ilan ediliverilir.
Fitneyse fitne
Dinsel söylemde kadının denetlenmesi gerekliliği vurgulanırken “fitne yaratma” potansiyeline atıfta bulunulur. Toplumsal-dinsel-ailesel düzenin korunmasında dengeler kadının kadınlık rollerini yerine getirmesine ve itaat etmesine bağlıdır. Üstelik erkeğe itaatsizlik yalnız o erkeği değil tüm cemaati ilgilendirir. Kadın her an dengeleri bozabilir, tam da bu nedenle tehdit ve tehlike unsurudur.
Kadınların eşitlik talebinin kendisi ise dün olduğu gibi bugün de 21. yy’da, Türkiye topraklarında AKP’nin inşa ettiği ve kadın düşmanlığını/erkek egemenliğini temel dayanaklarından biri haline getiren neoliberal gerici rejim için en önemli tehdit ve tehlike odaklarından biridir.
AKP gericiliğinin kadınların kazanılmış haklarına saldırdığı, eşitlik iddiasını dinsel/tanrısal ilkelere dayanarak reddederken kadınların emeğini sermayenin ve erkeklerin hizmetine sunduğu, kadın bedenini ve cinselliğini, özgür iradesini yok sayarak, baskı altına aldığı bugün eşitlik mücadelesi gayet günceldir. Üstelik bu mücadele ne kazanılmış hakların korunmasına ne de burjuva eşitlikçiliğe indirgenemez. Kadınlar için gerçek eşitlik mücadelesi eşitsizliğin kaynağı olan erkek egemenliğini, onu besleyen, meşrulaştıran, yeniden üreten din dahil tüm ideoloji/kurum/yapı/sistem, uygulama ve kişileri hedefine koyan ve toplumsal eşitlik mücadelesiyle kaynaşmış somut bir programla içeriklendirilmek zorunda.
Kadınların dinci gericiliğin ve kadın düşmanlığının bayrağını taşıyan AKP’ye karşı örgütleyeceği her karşı çıkış, tam da korktukları gibi onların düzenlerini ve dengelerini sarsacaktır.
O zaman fitneyse fitne!
Eşitlik yoksa adalet yok.
[1] KADEM’in faaliyetleri başlı başına bir yazı/tartışma konusu olmalı. Dernek en son İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı işbirliğinde “Değişen dünyada aile ile ilgili sorunları tespit etmek ve uygulanabilir çözümler üretebilmek amacı ile” 24-25 Ocak 2015 “Değişen Dünyada Bireyler Arası Etkileşim Ağı Olarak Aile – Şefkat,Hürmet, Nezaket, Paylaşım” başlığıyla düzenlenen II. Uluslararası Aile Konferansı’nda Toplumsal Cinsiyet Adaleti çalıştayı düzenledi.
[2]Erdoğan’ın konuşmasındaki diğer vurguları aktarmaya yerimiz yok. Ayrıntı için http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/148663/_Kadin_ile_erkegi_esit_konuma_getiremezsiniz__fitratina_aykiri_.html
[3] Fitne kelimesinin çok sayıda anlamı var. İmtihan, anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela, bölücülük, isyana kışkırtmak, toplumsal kargaşa, yoldan çıkarma, dini görüşlerinden uzaklaştırmak için baskı yapmak, iç karışıklık vb Yazıda başlığa taşırken elbette kavramın dinsel söylemde günah olarak tanımlanan “isyan etme” ile ilişkisine atıfta bulunuyorum.
[4] Sare Davutoğlu kürtaj karşıtı görüşleri ile tanınıyor. Sağlık alanında dini teamüllerin önemine vurgu yapan ve İstanbul Sözleşmesi’nin izlenmesi için kurulacak GREVIO isimli uzman grubu için Türkiye’nin adaylarını belirleyecek olan 9 kişilik komiteye üye gönderen KASAD-D’nin kurucularından.
[5] Toplumsal cinsiyet eşitliğinin yerine..
[6] Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, şiddete karşı yaptırımlar içeren Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin nasıl uygulandığını izlemesi için kurulacak GREVIO komitesinin Türkiye adaylarını belirleyecek olan ekibe, süreci başından beri takip eden kadın ve LGBT örgütlerinin taleplerini gözardı ederek ve binbir engel çıkararak KADEM, KASAD-D ve AKDER’i seçtiğini hatırlayalım.
[7] Kadının doğasına ilişkin vurguların AKP kadın politikasından ne kadar baskın kullanıldığını hepimiz biliyoruz, örneğin kadının doğası itibariyle eve ve aileye dönük olması…
[8] Anayasası ve hukuku şeriat olan devletin kendisi dinsel bir kurumdur.
[9] Kadının bedenle özdeşleştirilmesi ve kadın bedeninin denetlenmesine ilişkin yaklaşım sadece islamiyete ait değildir. Dişil beden/eril akıl karşıtlığı ataerkil toplumlarda neredeyse ortak bir kabuldür. Hemen tüm toplumlarda kadın ve erkek bedenine ayrı anlamlar yüklenir. İslami söylem kadının yeri, bedenin niteliği ve işlevi, arzunun denetim altına alınması vb konularda yasal (şer’i) bir söylem oluşturur. Bu söylem içinde kadının erkeği doyuma ulaştırmak için yaratılmış bir zevk nesnesi olarak tanımlandığını da görürüz, hatta kadın bazen cansız nesnelerle bir tutulur ve bir mal olarak değerlendirilir ( ıı. Sure 14. Ayet’te kadın altın, gümüş, toprak vb gibi erkeği dünya zevkine bağlayan mallar arasında sayılır)
[10] Hatta kadın dinsel açıdan da eksik görülür. Erkeğe karısının itikat, ibadet ve ahlakını yoklama ve eksiğini öğretme görevi verilir. Kadınlar küçük çocuklar ve delilerle birlikte ceza hukukunda da erkekten farklı muamele görür.
[11]Bu da bir başka yazının konusudur.
[12] “Kıyamet gününde kadın evvela namazından, sonra da kocasına itaatından sorulacaktır”
[13] Yine Erdoğan’ın dilinden düşürmediğ “Hz Ömer adaleti” sözünde bahsi geçen Halife Ömer’in halifeliği döneminde getirdiği dinsel ceza ve kurallar arasında zina için taşlamanın olmasını da yeri gelmişken bir not olarak düşelim.
[14] “İyi kadınlar itaat edicidir…serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara nasihat edin, onları yataklarında yalnız bırakın, onları dövün fakat size itaat ederlerse onlara zulmetmek için yol aramayın” Nisa Suresi 33. ayet
*Fatmagül Bektay’ın Metis Yayınları’ndan çıkan “Tek tanrılı dinler karşısında kadın” (Hıristiyanlıkta ve İslamiyette kadının statüsüne karşılaştırmalı bir yaklaşım) kitabı kadınların tek tanrılı dinler karşısındaki konumu, toplumsal cinsiyet ile toplumsal iktidar ve denetim olgusu arasındaki ilişkiyi anlamak ve özgürleşme iddiasında olan kadınların tektanrılı dinlerin verili düzeni koruma işlevleri üzerine düşünmelerinin; bu dinlerin dayattıkları toplumsal cinsiyet kalıplarını ve eşitsiz cinsiyet ilişkilerini sorgulamalarının ve din olgusu ile hesaplaşmalarının bugünün mücadelesi açısından ne ifade ettiğini anlamak açısından temel bir kaynak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.