Öyle dönemeçler vardır ki; durgun/rutin geçen onlarca yıldan “tabir-i caizse” hınç alırcasına daha büyük adımlarla ileriye sıçratır, kendinden sonra gelen yıllara başka büyük anlamlar yükler ve aynı oranda öğretici ve olgunlaştırıcıdır da. “Zamanın hükümdarlığında”, Ortadoğu’nun göbeğinde olduğu, sınırların buharlaştığı, uzun erimli kritik ve kaotik bir politik atmosferi soluyoruz. Bu fırtınalı süreç beraberinde devrimci bir durumu […]
Öyle dönemeçler vardır ki; durgun/rutin geçen onlarca yıldan “tabir-i caizse” hınç alırcasına daha büyük adımlarla ileriye sıçratır, kendinden sonra gelen yıllara başka büyük anlamlar yükler ve aynı oranda öğretici ve olgunlaştırıcıdır da.
“Zamanın hükümdarlığında”, Ortadoğu’nun göbeğinde olduğu, sınırların buharlaştığı, uzun erimli kritik ve kaotik bir politik atmosferi soluyoruz. Bu fırtınalı süreç beraberinde devrimci bir durumu da içeriyor.
Yakın dönem hafızamızı tazeleyip, kronolojik olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin eşiklerine ve “çözüm sürecinin” ahvaline odaklanalım.
***
10 Haziran’daki Musul işgali ardından bölgede ilerleyen IŞİD çeteleri, herkesin malumu olan emperyalist güçlerin hesapları doğrultusunda, Rojava’nın tasfiyesi hedefiyle Kobane’ye yönlendirilmiş ve 15 Eylül ile birlikte IŞİD saldırıları “Rojava’yı boğmanın anahtarı olacak” Kobane Kantonu’nda yoğunlaştırılmıştı.
Emperyalist güçlerin ve özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin “3-5 güne düşecek” rüyalarının üzerinden aylar geçti. Ve Kobane Direnişi, dayandığı/arkasına aldığı 36 yıllık mücadele tarihiyle, kadın kimliği ve öncülüğünü vurucu bir şekilde öne çıkarıp tüm kadınların bilincine işaret fişeği göndererek sürüyor.
Altını kalınca çizmemiz gereken başka bir nokta ise; Kobane’de süregelen tarihsel direnişin sadece Kobane ve etrafında kalmayarak, bir sıçrama tahtası işlevini görmesi ve direnişin Kürdistan ve bölge düzeyinde toplumsallaşması.
KÖH, paradigmasını kritik kavşaklarda aldığı tutumlarla somuta kavuşturarak, uluslararası arenanın göbeğine oturduğu ve güç dengelerinde “olmazsa olmaz” bir konuma yerleştiği şimdilerde, tarihinin en güçlü ve inisiyatifli evresini yaşıyor.
Geçtiğimiz aylarda IŞİD’e karşı uluslararası koalisyon tartışmalarıyla birlikte gelen “Kobane siyaseten düşmüştür” gürültücülüğü şöyle duradursun, süregelen Kobane Direnişi;
– Kürt sorunun evrenselleşmesine,
– Kürt birliğinin, serhildan ve ulus ruhunun geliştirilmesine,
– Dört parçalı Kürdistan bölgesinde PKK’nin öncülüğünün bir biçimde kabulüne,
– Etrafındaki bölge ülkelerde demokrasi güçlerinin güçlenip hareket alanlarının genişlemesine kapı aralayıp eşik atlatmıştır.
– IŞİD’in 3 Ağustos’ta Ezidilerin kutsal kenti Şengal (Sincar) saldırılarına KÖH’ün müdahalesi ve nihayetinde YPG, YPJ, HPG, YJA-Star, YBŞ ve peşmergenin ortak yürüttüğü operasyonla 20 Aralık’ta Şengal’in özgürleştirilmesi hamlesi, uluslararası düzlemde önde olan “terörist” algısını ters yüz etmiş, tam tersi bir eğilimin güçlenip ilgi ve sempati uyanmasına yol vermiş ve hatta, egemen güçler tarafından, PKK’nin ” terörist” listesinden çıkarılması dillendirilmiştir.
– Bir taraftan öz savunma ve birlik hattını ilerletirken, “demokratik özerlik” inşasını da başarmaya çalışan Kürt Özgürlük Hareketi, legal alanda da “eksiği ve gediği”yle HDK, HDP, DTK ve DBP projelerini ardı ardına yapılan kongreler dizisiyle ayağa kaldırma ve hareket halindeki dinamikleri toplumsallaştırma çabasında.
– Hareket, yayılımını ve perspektifini boyutlandırmak adına, inşa çalışmalarının önemli ayaklarından olan “Demokratik İslam Kongresi” ve “Demokratik Ekonomi Konferansı” ile de başka bir ivme kazanmış oldu.
– KÖH dört bir koldan bütünlüklü olarak inşa etmeye ve genişletmeye çalıştığı politikasını, demokrasi güçlerinin birliği ile çeşitli ittifak alanları oluşturarak, süreci zorlama, hegemonyasını büyütme ve aynı zamanda mümkün olduğunca siyasi iktidarla müzakere temelinde de çözüm sürecinin kanallarını açma gayretinde.
Çözüm süreci ve seçimler
1993’ten beri KÖH’ün 9 kez tek taraflı olarak yürüttüğü ateşkes süreçleri, 2013 Newroz’unda Kürt Özgürlük Hareketi Önderi Öcalan’ın çağrısıyla ateşkesi de aşan bir tutuma evrilmişti.
Özgürlük Hareketi “süreç” başladığından bu yana, esirlerin bırakıldığı, gerillanın Güney’e çekildiği ve çatışmasızlık ilkelerinin uygulandığı, ”diyalogdan müzakereye” evrilebilecek bir süreci işleterek, müzakere zeminini hazırladı.
Çözüm masasının diğer muhatabı olan AKP cenahı ise, “çözüm süreci”nde ilk adımı Paris Katliamı ile atmış, hendek ve kalekol yapımlarını hızlandırmış, operasyon ve tutuklamaları ısrarla sürdürmüş, çatışmasızlık ilkelerini alabildiğine aşındırmış ve sürece yeni rejimin inşasının çıkarlarıyla yaklaşarak, alışıldık oyalama ve zamana yayma çizgisini izlemişti.
Dolayısıyla, hareketin barışa yönelik attığı tüm adımlar karşılıksız kalmış, “diyaloğun müzakereye” evrilemediği, elle tutulur hiçbir adımın atılmadığı, temel meselelerin bile somuta kavuşturulmadığı, lakin T.C/AKP’nin “-mış gibi” algı yaratma argümanlarının da teşhir edildiği bir süreç yaşanmış oldu.
İç ve dış politikasında sıkışan ve yalnızlaşan, uluslararası arenada izole olan AKP iktidarı, özellikle 6-8 Ekim serhildanıyla gelen gayri-ciddi açıklamaları ve iç savaş yönelimiyle, çözüm politikasındaki gerçek niyetlerini dosta düşmana göstermiş oldu.
Ve hemen ardından, sürecin askıya alındığı, karşılıklı “çözüm süreci tıkanmıştır” beyanlarında bulunulduğu tartışmalar izledi birbirini.
Ne var ki, AKP cenahında işler çok da öyle “dayılandıkları” gibi gitmiyor. 13 yıllık iktidar pratiğinde, özellikle Gezi ve Kobane ile şekillenen yeni süreçte AKP hiç olmadığı kadar sıkışmış, hareket alanı daralmış, fay hatları harekete geçmiş durumda.
Sadece matematiksel olarak bakacak olursak bile, seçimler grafiğinde oy oranının yüzde 40’lara kadar düşmesi, AKP’ye dair önemli ipuçlarından… Önümüzdeki genel seçimlerde Erdoğan için hiçbir şey garanti değil.
Dolayısıyla art arda gelen seçimler ve “çözüm süreci” takvimleri birbiriyle hemhal olmuş, iç içe geçmiş durumda.
30 Mart Yerel Seçimleri, 10 Ağustos CB seçimleri sonrasında, hemen önümüzdeki genel seçimler önümüzdeki birkaç yılın da kaderini tayin edecek derecede kritik ve belirleyici.
Yeni rejimin inşasının tamamlanması ve hukuken garantiye alınması, böylelikle arzu edilen anayasal değişikliğin önünün açılması ve Erdoğan’ın tahayyülündeki Başkanlık sisteminin gerçekleşebilmesi açısından, AKP’nin çözüm sürecine ihtiyacı var.
Bu minvalde “çözüm süreci” askıdan alınıp, tekrar ve daha güçlü bir şekilde gündemimize oturdu.
Öcalan’ın “müzakere taslağı”
30 Kasım’da Kürt Halk Önderi Öcalan 4 maddeden oluşan “çözüm taslağı”nı hükümete ve Kandil’e gönderdi.
Henüz ayrıntıları kamuoyu ile paylaşılmayan taslağın;
Henüz hükümet cenahından, Öcalan’ın taslağının kabulüne dair açıklama gelmemiş olsa da, Kandil tutumunda net. Sürecin Mart ayı ortalarında bitirilmesi ve asla seçim sonrasına erteleme/oyalama yaklaşımlarının kabul edilemeyeceği, şayet müzakere kabul edilmez yahut takvime uyulmazsa, hükümetin yönelimin bir savaş hazırlığı olarak değerlendirileceği ve ona göre hazırlık yapılacağını bildiriyorlar.
MGK’nın stratejisi tasfiye
Zira, devletin stratejik merkezi olarak işleyen ve her kararında tasfiye stratejisini esas alan Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) 30 Ekim tarihli son toplantısında (ki tarihinin en uzun toplantısıydı), “Kamu Güvenliği Yasası” gündemi ile açıklanan mevcut “çözümsüzlük” stratejisinin devam ettiği anlaşılıyor.
Ve yine birkaç gün evvel cereyan eden Cizre saldırıları ile, MGK’nın karar konsepti açık ediliyor. AKP destekli, Hizbul-Kontra uzantıları devreye sokularak, müzakere gündeminin altı oyulup, iktidarın meşruiyet alanlarının artırılması ve pazarlık masasında el yükseltme hesapları yapılıyor. Ve böylesi bir “çözüm taslağı” gündemimizdeyken, Hükümet yetkililerinin yaptığı HÜDA-PAR’ı kollayan Cizre açıklamalarının, 6-8 Ekim’de yaptıkları açıklamalardan hiçbir farkı yok, yine devletin Kürtlere karşı izlediği stratejinin açık yansımalarından…
Manipülatif bir zemin yaratılarak, çözüm sürecinin önündeki tek engelmiş gibi şer cephesine oturtulan Kandil’e ilişkin yürütülen politikada ısrar ve “silahların bırakılması” tartışmalarının tazelenmesinin izahı, son MGK kararlarında yeniden savaş kararı alınmasından başka bir şey değil.
Zira, AKP iktidarı, Kandil’in gücünü kıramadığı müddetçe Kürt Hareketi’ni tasfiye edemeyeceğini gayet iyi biliyor.
Kandil’i etkisizleştirme politikalarında ısrar eden Erdoğan iktidarı, bir taraftan da Demirtaş şahsında HDP’ye sataşma yönelimiyle, bütünün parçalarını ayrıştırma ve parçalama politikası güdüyor.
Oysa, İmralı’nın müzakere dili, Kandil’in askeri dili ve Ankara’nın parlamenter dili ile herkes kendi rolünü oynuyor.
Lakin, KÖH içerisinde belli eğilimlerin varlığını da görmemek, bütünün tüm parçalarının aynı kesim adına konuştuğunu ve aynı oranda güce eriştiğini söylemek de yanlış olacaktır. (Özellikle HDP’nin 6-8 Ekim’de düştüğü hatalara ve HDP heyetinin genel-geçer açıklamalarına Kandil’in müdahalelerinde görüldüğü üzere…) Tıpkı Ortadoğu dengelerinde Kürt statüsünün hangi Kürtlere verilmek/dayandırılmak istendiği tartışmalarının esasında olduğu gibi… (Bu konuyu başka bir yazıda derinleştirmek üzere, saklı tutalım.)
Seçimlere doğru ittifak tartışmaları
Seçim atmosferine doğru yöneldiğimiz şimdilerde, en önemli tartışma gündemlerinden biri de HDP’nin 2015 seçimlerine parti kimliği ile girecek olması.
İyi niyet kisvesi altında ve beraberinde gelen teorik kurmacalarla gündem derinleştirilmek isteniyor. Teorik kurmacalardan biri, “seçimlere bağımsız olarak girmeyen ve barajı aşamayacak olan” HDP’nin CHP ile ittifak yaptığı, diğeri ise AKP ile ittifak yaptığı iddiaları.
O iddialar şöyle dursun, AKP’ye teslim olma ya da AKP’nin koltuk değneklerinden medet umma arayışları da bir o kadar şöyle dursun, bu süreçte belirleyici olan mesele demokrasi güçlerinin seçim döneminde alacakları tutum, izleyecekleri politik hat olacak. ÖDP ve EMEP şahsında, Kandil’den gelen ittifak açıklamaları seçimin hayatiliği konusunda önemli emareler içeriyor.
İttifak politikalarının çok ince bir hassasiyetle örülmesinin gerekeceği ve demokratik halkçı güçlerin ahvalini doğrudan etkileyecek olan yeni ve önemli bir dönemeçteyiz.
Gelecek yılların akıbetinin ve sol-sosyalist güçler nezdinde etkilenme, dağılma, savrulma, birleşme hesaplarının aynı anda düşünülmesi ve örülmesi gereken kritik bir dönemeç. Bu minvalde herkes durduğu yeri, savunduğu tezi ve yeni dönemin koşulları ve gereklerini yeniden ve yeniden gözden geçirme basiretini göstermeli, böyle bir siyasi sorumlulukla sürece yaklaşmalı.
Zira, 2015 seçimleri devrimci-demokrat güçlerce devrimci bir hamleye dönüştürülmez ise, 2011-12 dönemlerinde olduğu üzere, MGK’da alınan kararların uygulanarak savaş zemininin hazırlanışına ve hızla AKP’nin parlamanter maskeli bir faşizme yürüyüşüyle karşılaşacağız.
Ancak, başta KÖH olmak üzere, doğru ve sonuç alıcı politikalar izlenirse, önemli ve kazançlı durumlara gebe bir dönem yeşertilebilir.
KÖH açısından,
– Bölgede tabanda sağlanmış olan kısmi Kürt birliğini, Kürdistan güçlerinin kalıcı birliğine dönüştürme ve Güney ile yapılacak olan Ulusal Kongre ile taçlandırma,
– Kuzey’de seçimlerde mümkün mertebe başarı ve arkasına bu başarıyı ve bağlı olarak güçlü bir halk hareketini alarak “müzakere yoluyla çözüm takvimini” halkın çıkarları yönünde yürütme,
– Rojava’daki kantonların uluslararası olarak tanınması ve ek olarak Şengal’in tam zaferiyle 4. Kanton olması,
Aynı anda becerilmesi gereken görevler ve olası durumlar olarak hemen kapıda.
31 Aralık 2014
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.