Ortalama bir vicdan ve erdeme sahip bir birey, kendi ailesinden biri yüz kızartıcı suç işlese yerin dibine girer de kem küm etmeden önce kendisi en sert vicdani tepkiyi koyar. Oysa Nijerya’dan Afganistan’a, Sudan’dan Suriye’ye, Irak’tan Türkiye’ye ve son olarak Fransa’da dünyanın farklı yerlerinden birileri İslam adına yakın tarihin en vahşi yöntemlerini kullanıyor da Müslüman ülkelerden […]
Ortalama bir vicdan ve erdeme sahip bir birey, kendi ailesinden biri yüz kızartıcı suç işlese yerin dibine girer de kem küm etmeden önce kendisi en sert vicdani tepkiyi koyar. Oysa Nijerya’dan Afganistan’a, Sudan’dan Suriye’ye, Irak’tan Türkiye’ye ve son olarak Fransa’da dünyanın farklı yerlerinden birileri İslam adına yakın tarihin en vahşi yöntemlerini kullanıyor da Müslüman ülkelerden hiçbirinde doğru düzgün, tutarlı ve kararlı bir tepki yükselmiyor. Genelleme yapmamaya çalışacağım; ama ortalama Müslümanından İslamcısına değin bu kadar büyük bir kitle ortada şiddet ve zorbalıkla ilgili ciddi bir sorun olduğunu düşünmüyor mu? Ümit Kıvanç’ın blogunda söylediklerine katılıyorum: Paris’teki cinayeti işleyenler mesele değil, onlarla savaşmak kolay. Peki ama bu sessizliği, konuştuğunda da kem-küm eden ilkesizliği ve hatta çokça ‘oh olsun’ deyip onaylayan kafaları ne yapacağız?
Kabul edelim. Türkiye, Ortadoğu, Arap Baharı derken İslamcı örgütler tarihte hiç olmadığı kadar mevzi ve ivme kazandı. Ne garip ki yine hiç olmadığı kadar ve
aynı hızla itibar kaybediyorlar. Diğer etkenler bir yana –ki onları az sonra tartışacağız- bunun en büyük sorumlusu bu durumu yaratan hareketler; ama en az onlar kadar, bu hareketlerin yaptıklarına prim veren, alkışlayan, onaylayan yahut görmezden gelen devasa bir kitle. Her şey bir yana ‘yeni sosyoloji’ diye gündeme gelip hiçbir yeniliği olmadığı gibi daha da gerileyen sosyolojik ve etik bir sakatlık söz konusu. Güçlenmek, ivme kazanmak, zaman zaman iktidar olmak öylesine korkunç saçmalıklar dizisi ortaya çıkardı ki, hala bu saçmalıklarla yüzleşmek istemeyen bir zihniyet mevcut. Eylemlerinden bağımsız sadece Müslüman olmayı en yeterli ve yüksek değer zannedip kutsal adına yapılan eylemlerinin sorgulanmasını da ‘saygısızlık’ sayan bir zihniyet din adına yapılan zulme ve zorbalığa karşı çıkabilir mi? Lafa gelince Kelime-i şehadet getirmeyi Müslüman olmaya yeterli görüp artık rezilliği ayyuka çıkan her olayda ‘Onlar gerçek Müslüman değil?’ demenin zevahiri kurtardığı mı zannediliyor?
Gerçek İslam nerede?
Türkiye, Mısır, Suriye, Sudan, Nijerya, Afganistan, Malezya, Libya, Tunus, S. Arabistan, Katar, Kuveyt, Yemen, Endonezya… Sayılan ülkelerin hepsinden ‘Gerçek İslam bu değil’ denilecek yüzlerce zorbalık ve saçmalık örneği gösterebiliriz. Din adına bireye baskının, ahlaki zorbalığın, kanuni zorbalığın, devlet şiddetinin, farklı kültürlere baskının gerçekleşmediği bir tane İslam ülkesi mevcut değil. Demokrasi ve özgürlüklerin ortalama bir Avrupa ülkesi seviyesine eriştiği bir tane İslam ülkesi mevcut değil. Hani şu barlarında türbanlı bacılarla seküler erkeklerin bir arada eğlendiği en kallavi örnek sayılan Malezya, bugün Müslümanlara yönelik saçma sapan yaptırımlar ve Şer’i kanunlarla gündemde. Türkiye malum, sokakta gezen hamile kadından çalışan kadına düşkün ilan edilmedik kimse kalmadı. Hepsinde kadına ve çocuklara korkunç cinsel saldırılar ve istismarlara yönelik Müslümanların tutarlı/örgütlü/doğru düzgün bir tepki koyduğu sosyal bilinci ara ki bulasın. Hemen hepsinde İslamcı örgütlerin çarşı-pazar bomba patlatan, sivilleri hedef alan eylemlerine tutarlı tepkiler mevcut değil. E, nedir kardeşim gerçek İslam öyleyse? Bu kadar anlaşılmayan, apaçık vicdani-etik ilkeleri olmayan, insanın özgürlüğünü ve yaşam hakkını sadece dinin kutsalına şart koşan, erdemli ve haysiyetli bir ahlakı sadece kendinde gören, kendisi dışında herkesi eksik-öteki bulan, herkese kolayca ahlaki düşkünlük vasfı yükleyebilen, sadece ‘müslüman olma’ şartı ve birilerinin üfürdüğü payelerle birtakım ne idüğü belirsiz heriflerin her türlü saçma sapan hatta yolsuzluğa-hırsızlığa varan eylemlerinde hikmet arayabilen bir şey mi?
Hepsini geçtik, Alman kamuoyunun Nazi barbarlığına karşın bugün ‘Onlar gerçek Alman değil’ dediği mi zannediliyor? Fransa aydınlarının ve genişçe bir kamuoyunun eski Fransız sömürgelerinde yaşanan zulümleri ‘O gerçek Fransa değil’ diye akladığı mı? Yahut Avrupa ülkelerinde Hristiyanlık adına yaşanan vahşet ve barbarlığa ‘Gerçek Hristiyanlık o değil’ denip Hristiyanlığa ilişkin eleştiri ve mizahın yasaklandığı mı? Bu ülkelerin birçoğunda İslam eleştirileri, Hristiyanlık eleştirisinin yanında ninni kalır, ninni! Muhammed’i karikatürleştiren dergilere kızılıyor; ama İsa ve Meryem’e söylenenler kavgada söylenmez.
İşgaller, emperyalizm, İslamo-fobi vs
Çin: Japon zulmünün daniskasını gördü. On binlerce Çinli kadın, 1900’ler başında Japon askerlerinin tecavüzüne uğradı, satıldı, öldürüldü. Nanjing katliamı ve tecavüzler 20. Asrın en iğrenç vak’alarından biridir. Dünyanın farklı ülkelerinde Çinliler ‘kutsal Çin cihadı’ gibi bir desturla sivillere saldırmadı, böyle çarpık ideoloji üretmedi.
Küba: Sömürgeci vahşetin her türünü gördü. Binlerce yerli katledildi, uzun süre sömürgeci egemenliğinde kaldı. Dünyanın hiçbir yerine kutsal cihat ilan edip çarşıda pazarda bomba patlatmadılar.
Thaiwan, Thailand, Kamboçya: Sömürgeci vahşetin en barbar yöntemleri kullanıldı. Binlerce kadın tecavüze uğradı, satıldı, katledildi. Bugün bile ‘seks turizmi’ adı altında çocukları satılıyor. Ama hiçbirinde kutsal cihat icat edilmedi, dünyanın farklı ülkelerine varana değin sivillere saldırılar olmadı.
Honduras, Guatemala, Haiti, Meksika, Kolombiya, sair G. Amerika: Sömürgeci vahşet yüzyıllarca ülkeleri ve halkları rehin tuttu. Milyonlarca insan katledildi, kadın ve çocuklara tecavüz edildi, köpeklere yem edildiler. Hiçbirinde kutsal cihat ilan edilip sömürgeci ülke kentlerinde sivillere saldırılar ve vahşet yaşanmadı.
Hatta Fildişi Sahilleri, Gana, Kamerun, G.Afrika… hiçbirinde cihatçı fanteziler icat edilmedi. Bu ülkelerin her birinde ciddi sorunlar oldu, bazılarında hala var; ancak, hiçbiri ‘küresel cihat’ gibi bi’şi icat edip, bu denli kör gözüm parmağıma meşrulaştıran bir toplumsal cinnete –henüz- erişemediler. Bazıları geçmişte Aperteid gibi vahşete bile sahipler. Ancak bununla hasbelkader yüzleştiler.
Sömürgecilik ve karşı şiddet arasında bu denli mutlak ve otomatik bir bağlantı yok. Hele hele sosyal bir vak’a ve kangren haline gelen, bir tür politik eğilim düzeyine erişmiş küresel bir cinnet perpektifi üremiyor kolay kolay. Sayılan ülkelerin geçmişleri ve yakın tarihleri büyük vahşetler üretmiş olanlarında bile, bu eğilimler ülke içi çatışmalarla sınırlı kalıp küresel bir cinnet ideoloijisi üretmemiş. Hani sömürgecilik ve karşı şiddet arasında sahici bir bağlantı isteniyorsa tam da o vak’alarda görülebilir.
Öyleyse sorun şu: Din, İslami köktencilikle kodlanırken kamusal ve sosyal baskı aracına dönüşüyor ve bu durum giderek normalleşen bir tahakküm ideolojisi halini alıyor. Tarihsel referans ve tatbikleri oldukça sorunlu nice kayıt ve vak’a ortada dururken, bu durumlarla bugüne değin derli toplu yüzleşme de yapılmıyor. Öyle ki gündelik hayatta bile kadın ve çocuk istismarları bağlamında din ve ahlak adına resmen bir tür ‘mütecaviz şiddet kült’ü kodlanıyor. Uzun sözün kısası; kendini gündelik ilişkilerden başlayarak bir dizi şiddet ve baskı mekanizmasıyla üreten, insanı insana yabancılaştıran, beşeri ilişkileri çarpıtan nevrotik ve saplantılı bir kültürel-politik donanım mevcut. Üstelik, uygulaması neredeyse hiçbir yerde görülmeyen varsayımlarla Müslümanın Müslümana propagandası kafi görülüyor. E, kardeşim artık bu işin gerçeğini göstermek lazım değil mi? Gerçek o, bu, şu değilse bir zahmet gösterin de biz de bilelim neymiş. Bir zahmet…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.