Sermayeye dayalı üretimin ortadan kaldırılması için mücadelenin sermayeleşen dine ve sermaye güdümlü dindarlığa karşı mücadeleyi de temel bir bileşen olarak içereceği açıktır Burjuva devrimi bir “politik devrim”dir; “toplumsal devrim” değildir. Laiklik, yani devletin dinden, arındırılması politik alanla sınırlı bu devrimin vazgeçilmez bileşenlerinden biridir. Burjuva devrimlerinde devletin dinden ve dinin devletten arındırılmasının ölçeği, sınıf mücadelesinin somut […]
Sermayeye dayalı üretimin ortadan kaldırılması için mücadelenin sermayeleşen dine ve sermaye güdümlü dindarlığa karşı mücadeleyi de temel bir bileşen olarak içereceği açıktır
Burjuva devrimi bir “politik devrim”dir; “toplumsal devrim” değildir. Laiklik, yani devletin dinden, arındırılması politik alanla sınırlı bu devrimin vazgeçilmez bileşenlerinden biridir.
Burjuva devrimlerinde devletin dinden ve dinin devletten arındırılmasının ölçeği, sınıf mücadelesinin somut koşullarına bağlı olmakla birlikte belirli bir sınırın gerisine gidemez. Bu sınır, burjuvazinin egemen sınıf olarak örgütlenmesinin asgari şartlarına kadar gerileyebilir. Burjuvazinin “halk tehdidi” karşısında aristokrasi ve din adamları (ruhban/ilmiye) sınıfıyla (ya da bunların elverişli fraksiyonlarıyla) ittifaka girmek zorunda kalması halinde ortaya çıkan bu durum, burjuvazinin politik sınıf egemenliğini kalıcı olarak ortadan kaldıracak bir “restorasyon”a kadar gitmez.
Burjuva devrimlerinde devletin dinden ve dinin devletten arındırılmasının ölçeği belirli bir sınırın ilerisine de gidemez. Bu en ileri sınır ise burjuva devriminin burjuva siyasi egemenliğini inşa edebilmek için bizzat burjuvazinin kendisiyle karşı karşıya geldiği ve devrimin sürekliliğini ilan ederek burjuva egemenliğinin toplumsal temellerini zedelemeye başladığı uç noktada çizilir. Burjuva politik devrimi, Jakoben iktidarında olduğu gibi, bir bütün olarak dinin toplumsal varlığını ortadan kaldırmaya kalkıştığında bunu ancak burjuvazinin somut varlığını tehdit ederek yürütebilir ve işte bu anda da kendi sonunu ilan etmiş olur.
Burjuva devrimi en ileriye gittiği noktada, dinin, dinsel kurumların ve din adamları katmanının sivil toplum içinde kendi varlık koşullarını yeniden oluşturmaya zorlar. Ve sermayeye dayalı üretim düzeni, yöneten/yönetilen ayrımını zorunlu kılan siyasi egemenlik tarzı ve sömürüyü/yabancılaşmayı zorunlu kılan üretim tarzı ile dine sağlam bir varoluş temeli sunar. (Bu aynı zamanda, yöneten/yönetilen ayrımını sönümlenmeye götürmeyen, üretim sürecini bir “özgür üreticiler birliği” olarak örgütlemeyi başaramayan 20.yy sosyalizmlerinin toplumlarındaki dinsellik ögesinin gücünün de kaynağını aldığı temeldir.) Kapitalizmin zaferi, dini, dinsel örgütlenmeyi ve din adamları katmanını kapitalistleşmeye yönlendirir. Dinin burjuvazinin bir politik ideolojisi, dinsel kurumların sermayeye dayalı üretimin bir örgütlenme mecraı ve din adamları katmanının burjuvazinin ve burjuva toplumunun organik aydınlarının özel bir grubu haline gelmesiyle birlikte, politik devrimle devletten uzaklaştırılan din, yeniden burjuva politik toplumuna “kazanılır”.
Burjuvazinin toplumun kaderini eline almasıyla birlikte, “laiklik” ilkesi de “devrimci idealini”, insanın kendi kaderini kendi eline alması iddiasını kaybeder. Dinsellik alanı burjuva devletinin, hukukunun, ahlakının ve sağduyusunun bir kaynağı olarak yeniden örgütlenir. Burjuva toplumuyla uyumlu hale gelen yeni bir dinsellik tarzı oluşur (Türkiye’de bu olgunun en rafine temsilcisi Saidi Nursidir). Bu yeni dinsellik tarzı, sömürülen sınıflara dayatılan egemen sınıf boyunduruğunun en ilkel motiflerinin kapitalist toplumda yeniden üretilmesine aracılık eder.
Marks’ın, “belirli bir tarihsel döneme egemen olan fikirler, egemen sınıfın fikirleridir” önermesi dinsellik alanı için de geçerlidir. Dinin burjuva egemenliğiyle kaynaşan özel biçimleri, burjuvazinin egemenliği boyunca dinin egemen biçimi olma eğilimindedir. Sermayeleşen din ve sermaye güdümlü dindarlık, sermayeye dayalı üretimin genelleşmesinin ve sermayenin mutlak siyasi egemenliğinin ilanının ayrılmaz parçaları olmuşlardır.
Sermayeye dayalı üretimin küresel çaptaki genelleşmesi ve sermayenin küresel siyasal egemenliği ile tanımlanan neoliberal kapitalizm çağında hem dinin sermayeleşmesinin ve hem de sermaye güdümlü dindarlığın küresel boyutlar kazanması tesadüf değildir.
Sermayeleşen din ve sermaye güdümlü dindarlık, sermaye egemenliğinin “Batı” toplumlarındaki zaferi döneminde olduğu gibi, neoliberal kapitalizm döneminde de, toplumun ezilen sınıflarının sermayeye tabii kılınmasının yani burjuvazinin hegemonik sınıf olarak örgütlenmesinde stratejik bir rol oynamaktadır.
İşte bu noktada, sermayeye dayalı üretimin ortadan kaldırılması için mücadelenin sermayeleşen dine ve (politik terminolojide “muhafazakarlık”, “yobazlık”, “gericilik” terimleriyle karşılanan) sermaye güdümlü dindarlığa karşı mücadeleyi de temel bir bileşen olarak içereceği açıktır.
Sonuç olarak bugün kapitalizmi yıkan gerçek hareketin, genel olarak dine, dinin siyasallaşmasına, dindarlığa karşı bir hareket olarak değil, somut olarak sermayeleşen dine, sermaye egemenliğine dinsel kılıf geçirilmesine, sermaye güdümlü dindarlığa karşı mücadelenin ön plana çıktığı bir hareket olarak gelişeceğini söyleyebiliriz. Dinin sermayeleşmesine karşı mücadelenin “dine karşı mücadele”, sermaye egemenliğine dinsel kılıf geçirilmesine karşı mücadelenin “dini değerlere karşı mücadele”, sermaye güdümlü dindarlığa karşı mücadelenin “dindar halka karşı mücadele” olarak tanımlanması kaçınmamız gereken bir egemen sınıf tuzağıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.