Dinsel düşünüşün eleştirisine ilişkin daha zengin bir kaynakçanın bulunmasına[1] karşın, Sosyalistlerin din ve devlet arasındaki ilişkilere bakışına dair teorik yazın oldukça sınırlıdır. En çok başvurulan eserler, Marks’ın 1844’de yayınlanan “Yahudi Sorunu” başlıklı broşüründe toplanan iki makalesi ve Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisine Katkı (HHFEK) – Giriş bölümü ile Lenin’in “Din Üzerine” başlıklı broşüründe toplanan 1905 ve […]
Dinsel düşünüşün eleştirisine ilişkin daha zengin bir kaynakçanın bulunmasına[1] karşın, Sosyalistlerin din ve devlet arasındaki ilişkilere bakışına dair teorik yazın oldukça sınırlıdır. En çok başvurulan eserler, Marks’ın 1844’de yayınlanan “Yahudi Sorunu” başlıklı broşüründe toplanan iki makalesi ve Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisine Katkı (HHFEK) – Giriş bölümü ile Lenin’in “Din Üzerine” başlıklı broşüründe toplanan 1905 ve 1909 tarihli iki makalesidir. Devrimci mücadele ile din ve dinsellik arasındaki ilişkiye dair daha sonraki dikkat çekici katkılar arasında, Lukacs’ın dinsel düşünceyi sınıf çatışmasının bir yansıma alanı olarak ele alan yaklaşımı[2] ile Gramsci’nin dini ideoloji ve politika olarak ele alan ve hegemonyanın üretimindeki rolünü analiz eden yaklaşımı[3] bulunur.
Genç Marks HHFEK- Giriş’te dini şöyle tanımlar: “Dinsel çile, tek başına ve aynı anda hem gerçek çilenin bir ifadesi ve hem de gerçek çileye karşı bir başkaldırıdır. Baskı altındaki yaradılanın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.” Yani Marks için din ezilen insanın tersine dönmüş bilincidir. Bu nedenle Marks, hemen ardından şunları söyler: “Halkın yanılsamalı mutluluğu olan dinin ortadan kaldırılması, halkın gerçek mutluluğuna olan taleptir. Halkı, kendi koşullarına ilişkin yanılsamalarından vazgeçmeye çağırmak, onu, yanılsamalara yol açan koşullardan vazgeçmeye çağırmak demektir. Dolayısıyla, dinin eleştirisi, dinin halesi olduğu gözyaşı vadisinin ruşeym halindeki (embriyonik) eleştirisidir.”
Marks Yahudi Sorunu‘nda dini (daha sonra meta fetişizmi kavramıyla aştığı) “yabancılaşma/özgürlük” “sivil toplum/devlet” diyalektiği içinde ele alır.
Marks bu makalelerinde dinin devletten uzaklaştırılmasını, burjuva devletinin “tamamlanmasının” bir göstergesi olarak değerlendirir. “Demokratik devlet, (…) kendi politik tamamlanışı için dine gereksinim duymaz. Tersine, bu devlet dinden soyutlanabilir, çünkü, onda, dinin insani dayanağı (yani sınıf egemenliği ilişkileri – FK) dünyasal bir tarzda gerçekleştirilir.” Ancak “devletin dinden özgürleşmesi, gerçek insanın dinden özgürleşmesi değildir.” Çünkü en tam haliyle burjuva devlette “İnsanın kamusal ve özel insan olarak bölünüşü, dinin devletten sivil topluma kayışı, insanın gerçek dinselliğini kaldırmadığı gibi, kaldırma girişiminde de (bulunmaz-FK)”.
Burjuva devlet, insanı “yurttaş” (citoyen) ve “insan” (l’homme) olarak ikiye böler. Yurttaş, “insanın insana bağlılığına değil, insanın insandan ayrılışına (dayanan – FK) … kendi içinde sınırlanmış birey” olarak insanın, devletin tanıdığı varlığıdır. Politik özgürlük, insanın tüm diğer (sınıfsal, mesleksel vb) bağlılıklarından olduğu gibi dinsel kimliğinden de soyutlandığı bu “yurttaşlık” ilişkisine dayandırılır.
“Politik devlet üyeleri, bireysel yaşam ile cinsil-yaşam, sivil toplum yaşamı ile politik yaşam arasındaki ikicilik yoluyla dinsel olurlar; insanın gerçek bireyselliğinin ötesindeki devlet yaşamını, asıl yaşamıymış gibi görmesiyle dinsel olurlar; dinin burada, sivil toplumun tini (abç) ve insanın insandan kopuşunun ve uzaklaşmasının ifadesi olduğu noktada dinseldirler.”
“Politik devrim (burjuva devrimi – FK) sivil toplumu bileşenlerine ayırarak, bu bileşenlerin kendilerini devrimcileştirmeksizin ve eleştiriye tabi tutmaksızın çözer. O, sivil toplumu, gereksinimlerin, çalışmanın, özel çıkarların, özel hukukun dünyasını, varoluşunun temeli olarak, varlık nedeni kendi içinde olan bir önvarsayım olarak, ve bu yüzden de doğal temeli olarak görür.”
Bununla birlikte Marks devletin dinden arındırılmasında somutlaşan politik özgürleşmeyi küçümsemez. “Politik özgürleşme” der, “başlı başına büyük bir ilerlemedir, genel olarak insani özgürleşmenin son biçimi olmasa da, bugüne kadarki dünya düzeni içinde (yani sınıflı topum içinde – FK) insani özgürleşmenin son biçimidir.”
Marks burjuva devriminin insanı ancak ve sadece politik olarak, kısmen özgürleştirdiğini belirledikten sonra, yazısını; “İnsan özgürlüğü yalnızca, gerçek bireysel insan kendisini soyut yurttaşa soğurduğu; bireysel bir insan olarak, gündelik yaşamında, işinde ve ilişkilerinde cinsil varlığa sahip olduğu; ve kendi öz güçlerini (forces propres), toplumsal güçler olarak tanıyıp ve örgütlediğinde, böylece artık bu toplumsal gücü kendisinden politik iktidar olarak ayrıştırmadığında tamamlanacaktır.” sözleriyle bitirir.
Marks bu son sözde politik (kısmi) özgürleşmenin insanı ikiye ayıran maliyetini ortadan kaldıracak bir “bütünsel insan özgürlüğü/kurtuluşu” reçetesi vermez. Sadece, tamamlanmış bir insan özgürlüğünün insan için ne anlama geleceğini tasvir eder. Genç Marks insanlığın, tasvirini verdiği bu noktaya nasıl bir yol izleyerek ulaşabileceğini henüz söyleyebilecek durumda değildir. Bu tasvirden çıkarsanacak en yanlış şey; “devrimci iktidarın burjuva devleti aşmak için onun üzerine kurulu olduğu “yurttaş” kavramına bireyin dinsel, ailesel, mesleksel, etnik özelliklerinin de katılması” olduğunu düşünmektir. Çünkü bizzat “yurttaş” kategorisinin kendisi burjuva toplumundaki “yabancılaşma”nın kaynağı olan meta fetişizminin politik ifadesidir. Gerçek hayatta meta fetişizmini yıkan bir hareket yaratmadan, insanın politik varlığı ile toplumsal varlığını bütünleştiren bir özgürleşmeye varılamaz. Bu ise insanların kendilerini kuşatan koşullara ilişkin tersine bilinçlerini, yani dinsel düşünüşü zorunlu olmaktan çıkaran bir toplumsal devrimin zorunlu olduğu anlamına gelir.
[1] Ör. F. Engels, Doğanın Diyalektiği, Anti-Dühring; G. Plekhanov, Militan Materyalizm; V.I. Lenin, Materyalizm ve Ampriokritisizm; K. Kautsky, Foundations of Christianity
[2] György Lukasc, Tarih ve Sınıf Bilinci
[3] Antonio Granmsci, Hapishane Defterleri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.