Dört yıl önce. ‘Arap Baharı’ kışın başladı– Tunus’ta. Burası, bir seyyar satıcının mütevazi bir kasabada kendini yakarak öldürdüğü yer. Eylem, bu kuzey Afrika ülkesinde bir protesto dalgası başlattı. Başkaları da böyle dramatik protestolar gerçekleştirmişti, fakat Mohamed Bouazizi’nin Sidi Bouzid’deki eylemi, hareketi parlatacak kıvılcımdı. Bouazizi’nin öfkesi içinde çağdaş dünyanın derin eşitsizliğini de taşıyordu – çalışmasına izin […]
Dört yıl önce.
‘Arap Baharı’ kışın başladı– Tunus’ta. Burası, bir seyyar satıcının mütevazi bir kasabada kendini yakarak öldürdüğü yer. Eylem, bu kuzey Afrika ülkesinde bir protesto dalgası başlattı. Başkaları da böyle dramatik protestolar gerçekleştirmişti, fakat Mohamed Bouazizi’nin Sidi Bouzid’deki eylemi, hareketi parlatacak kıvılcımdı.
Bouazizi’nin öfkesi içinde çağdaş dünyanın derin eşitsizliğini de taşıyordu – çalışmasına izin verilmeyerek aşağılanmış küçük bir seyyar satıcıydı o. Tartısına el konulmuş ve küçük kasabasının yetkilileri tarafından saldırıya uğramıştı. Küçük düşmesi ve teslim olması bölgede tanıdık bir durum olabilir. Tunus’ta, milyon tane Bouazizi, erkek ve kadın, önce dehşetle sonra öfkeyle sokaklara döküldüler. Ülkenin uzun sureli lideri Zeynel Abidin bin Ali’yi sürgüne gönderen, muazzam bir çoğunluktu ve o asla geri dönmeyecekti.
Tunus önemli bir ülke olmasına rağmen Mısır’ın hırslarına sahip değil. 2 bin kilometre doğusunda Kahire var, muzaffer ‘al-Qahirah’… Kahire’nin sıklıkla, ‘Umm al-Dunya’; dünyanın anası diye anılması boşuna değil. Altı kişi, Bouazizi gibi kendisini ateşe verdi, fakat onların eylemi büyük öneme sahip değildi. Mısır’da çok fazla mesele ve çok fazla hapsedilmiş öfke vardı. Genç Khaled Said’in 2010’da İskenderiye’de öldürülmesi, polisin çoktandır bilinen ölümcül yüzünü halkın gözü önüne serdi. “Hepimiz Khaled Said’iz” sloganları atılmıştı. Mahalla’da tekstil bandında çalışan işçiler, Mısır’ın iyi kolejlerinden öğrenciler va kayıtsız çalışan öğrencilerin yanı sıra Müslüman Kardeşler Hücreleri –bütün bunlar Kahire’deki kalabalık meydanda ortak bir neden buldular – Tahrir, Özgürlük Meydanı’nda.
Şimdi kim Mısır sokaklarındaki milyonlardan biri olmanın ya da Kahire’de, Tahrir Meydanı’nda hatta Port Said’de ve İskenderiye’de daha küçük protestolarda olmanın nasıl bir his olduğunu hayal edebilir ki! Kahire’de var olan büyük çeşitlilik, eylemlerle birlikte sınıfsal farklılıkları yok etmesi muhtemel olan Meydan’a akmıştı. Protestocuların ihtiyaçlarının bir özörgütlenmeyle, o ya da bu komite tarafından karşılanmasıyla ve sahneye çıkan konuşmacıların gittikçe daha dramatik talepler dile getirmesiyle, ortamda Petrograd Sovyeti havası esiyordu.
Polisler ve eşkıyaları, Tahrir’i dağıtmaya geldiklerinde, onları kararlı bir kalabalık karşıladı. Müslüman Kardeşler, sendikalar ve kayıtsız çalışan gençlerin bu kuvvetlerle nasıl başa çıkacaklarını bilmeleri işe yaradı; liberaller ve öğrencilerin savaşacak azimleri yoktu. Fakat bunların hiçbirinin bir önemi de yoktu.
Önemli olan şuydu; Mısır uyanmış gibi görünüyordu… O ve onun bütün parçaları, şeylerin doğasında bir değişişm talep ediyordu. ‘Hüsnü Mubarek gitsin’, beylik bir arzuydu; fakat bu yeterli değildi. Talep bundan da büyüktü. Daha fazlasını öneriyor, daha fazlasını istiyorlardı. Havada devrim vardı. Yaşananlar halihazırda 25 Ocak Devrimi ve hatta Özgürlük Devrimi diye anılıyordu. (Thawret Horeya)
Sloganlar havayı tutmuştu. Dikkate değerlerdi: ‘aish, hurreya, ‘adalah egtema’eyah, karama insaniyah (Ekmek, özgürlük, sosyal adalet, insan onuru). Ekmek bütün bunların kalbindeydi. Mısır Arapçası’nda, ekmek (‘aish) hayat demekti – meselenin kalbiydi. Bu onca insanı sokağa döken şeyin kendisiydi – enflasyona ve geleceği olmayan özlemlerine öfkeli onca insanı. Erkekler ve kadınlar, gençler ve yaşlılar – fakat yalnızca sokağa çıkmalarını bekledikleriniz değil: Meydan aynı zamanda Muahmmed Mahmut ve Kasr Eyni caddelerinden gelen, uzun yıllardır kentte önemli rol oynayan binlerce kayıtsız çocuk işçiye de ev sahipliği yaptı. Onları daha sonra; önce Mübarek’e, ardından Müslüman Kardeşler’e taş atarken görecektim. Kasım 2012’de çocuklar Tahrir dışında, polis kuşatmasına karşı silaha sarıldılar. Ellerinde ‘Müslüman Kardeşler’in bu sokağa girmesi yasaklandı’ yazılı bir pankart vardı.
Polis üzerlerine ateş açtı- küçük bedenleri yerden kaldırılıp bölgedeki hastanelere götürüldü (Agouza Polis Hastanesi, Hussein Üniversite Hastanesi, Mounira ve Qasr al-Aini Hastaneleri). Aralarından biri, Gaber Salah (namı diğer ‘Jica’), polis tarafından öldürüldü.
Bu çemberin dışından çok az kişi Jica’nın ismini biliyordu. Adı kavgada yaşamaya devam edecekti, ta ki ordu iktidara gelene kadar… Baskı, kayıtsız çalışan işçileri dağıtmak, onları geldikleri ‘çöplüğe’ geri göndermek için Sisi tarafından yönetilen ordudan geldi. Su, çay, sandviç gibi ufak tefek şeyler satanlar ve cep telefonunun nerede şarj edileceğini ya da biber gazından hızlıca nasıl kaçılacağını bilen bu çocuklar, devrimin bel kemiğiydi. Bu onların devrimiydi. Onların ne sosyal medyaları vardı ne de dünyanın nabzını tutuyorlardı. Dünyanın onları yüzüstü bıraktığını biliyorlardı ve ondan daha fazlasını istiyorlardı.
Yönetimdeki bir çatlak, Mübarek’i bir iç sürgüne gönderdi. Bu Mısır’ın ilk devrimiydi ve eski rejimin sembollerinin de kaldırılması anlamına geliyordu. Fakat rejimin küçük bir kısmı kaldırılabilmişti. Ordu yerini korudu ve aslında reformun örtüsü olma görevini üstlendi. ABD’den haberciler, silahlı kuvvetler ve güvenlik güçlerinden ortaklarını, mevcut yapının korunabilmesi için Mübarek’in kurban edilebileceğinden, haberdar ettiler. Tabandan gelen baskı seçime zorladı. Bu protestocuların asgari talebiydi. Tahrir’in dinamiğinin bir enerjisi vardı evet, fakat dayanıklılığı ve örgütlülüğü yoktu. Sadece Müslüman Kardeşler profesyonel örgütlenmelerde geniş iletişim ağlarını kullanmayı ve camiler ulusal seçim stratejisi inşa etmeyi biliyorlardı. Liberallerin geniş tabanları yoktu ve sol da düzgün bir seçim kampanyasını yürütebilecek örgütlenme konusunda zayıftı. Eski rejimle Müslüman Kardeşler arasında bir hesaplaşma yaşanması kaçınılmazdı. Seçimler statükonun lehineydi, Tahrir dinamiğinin değil. Her şey çok çabuk olmuştu, ve örgütlü gücün müsade ettiğinden çok daha büyük hırsla… Tam da bu nedenle 2012 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu eskinin savunucusu Ahmet Şefik ve Müslüman Kardeşler’in Muhammed Mursi’si arasında bir yarıştı. Tahrir’in ruhu Şefik’in kazanmasına izin vermedi, oyların yüzde 48’ini alsa da…
* Vijay Prashad’ın ‘Arap Baharı’nı anlattığı dizisinin Mısır bölümünün ikinci yarısı haftaya yayınlanacak.
** Vijay Prashad’ın Türkçe’ye çevrilmiş ‘Arap Baharı, Libya Kışı’ (Yordam Kitap) ve Arap Baharı’ndan Kesitler: Yeni Ortadoğu’yu Anlamak (Paul Amar’la birlikte derleyen Prashad, İntifada Yayınları) isimli iki kitabı bulunuyor.
Çeviri: Ömür Şahin Keyif
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.