Dinci gericilikteki tırmanışta, AKP’nin hiç de gizli olmayan İslam davası ve Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler iktidarlarıyla açığa çıkan yeni İslam devleti girişimlerinin verdiği esin etkiliydi. Ancak AKP’nin toplumun farklı kesimleri üzerindeki rıza üretme kapasitesinin daralmasıyla açığa çıkan hegemonya krizi bu tırmanışta temel rolü oynadı 19. Milli Eğitim Şurası’nda yapılan anaokulunda ‘değerler eğitimi’, ‘ilkokulda din eğitimi’ tartışmaları […]
Dinci gericilikteki tırmanışta, AKP’nin hiç de gizli olmayan İslam davası ve Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler iktidarlarıyla açığa çıkan yeni İslam devleti girişimlerinin verdiği esin etkiliydi. Ancak AKP’nin toplumun farklı kesimleri üzerindeki rıza üretme kapasitesinin daralmasıyla açığa çıkan hegemonya krizi bu tırmanışta temel rolü oynadı
19. Milli Eğitim Şurası’nda yapılan anaokulunda ‘değerler eğitimi’, ‘ilkokulda din eğitimi’ tartışmaları da gündemdeyken geçtiğimiz hafta gazetelere konu olan bir haberi hatırlamakta fayda var. Hatırlayalım Mardin Gelinkaya Ortaokulu’nda 12 yaşında bir çocuk okul temsilciliği seçimini “lüks mescit” vaat ettiği bir kampanya sonucu kazanmıştı. Hem lüks hem mescit hem de okulda…
AKP’nin neoliberal gerici ideolojisinin parlak bir yansıması olan bu kampanya, gericiliğe karşı mücadelede ideoloji ve hegemonya ilişkisini tartışmanın önemini gösteriyor. Bir soruyu aklımızda tutup bu bağlamda tartışmayı (ilerletmek üzere) başlatmakta fayda var. Bu ülkede dinsel gericiliğe karşı mücadeleyi bundan iki yıl önceki gibi, yani İsyan öncesi dönemdeki gibi tartışmamız mümkün mü?
AKP’nin hegemonya krizi ve dinsel gericilik
AKP, rejimi neoliberalizmin güncel ihtiyaçlarına göre dönüştürme, devleti yeniden yapılandırma misyonu ile iktidara geldi. 12 yıl boyunca tüm gerilimlere rağmen sermaye sınıfının iktidara yönelik desteğinin sürmesinde, AKP’nin ezilenleri düzene eklemleme yeteneği yani rıza üretme kapasitesi büyük rol oynadı.
AKP, neoliberalizmle dinsel gericiliği, tüm çelişkilerine rağmen kaynaştıran bir ideolojinin kurucusu ve yayıcısı oldu. Neoliberalizmin kalkınmayı, büyümeyi, piyasayı, bireysel rekabeti yücelten kavramları ile din kardeşliği, ailenin kutsanması, İslam coğrafyasına önderlik iddiası, “ümmetin çıkarları” söylemi iç içe geçirildi.
Eğitim, medya, aile ve kadın politikası, dinsel hayırseverlik ağları, diyanet, cemaat-tarikat ilişkileri, spor, kültür-sanat alanı, merkezi ve yerel yönetim ekseninde kurulan yardım ağları, kamusal mekânların ve gündelik hayatın neoliberal ilkelerle/dinsel simge ve kurallarla örgütlenmesi, hukukun dinselleştirilmesi, emek alanında dinle bezeli patronaj ilişkileri/yandaş sendikalar; tüm bunlar bu ideolojinin yayılmasında temel aygıtlar/kanallar oldu.
AKP başından itibaren dinsel politikanın sınıfsal çelişkileri görünmezleştirme, ezilenleri yönetilebilir kılma potansiyelini kullandı. Dinci gericilik bir sınıf siyaseti olarak örgütlendi. Örneğin Konya organize sanayide cemaatçi patronun aynı cemaatin üyesi olan ve hakkını isteyen işçiye “İslam davasına ihanet ediyor” muamelesi yapması ve bu dünyada kendisinin zenginlikle işçinin fakirlikle sınandığını söyleyip onu durumunu kabullenmeye çağırması ile Erdoğan’ın maden katliamının ardından yaşananları işin fıtratı olarak tanımlayıp işçi ailesini sabretmeye çağırması aynı sınıf siyasetinin görünümüydü.
Ancak dinsel söylemler, mezhepçilik, kadın düşmanlığı özel olarak AKP’nin üçüncü iktidar döneminde tırmanışa geçti. AKP açısından hem devlet iktidarındaki en güçlü kontrolünü kurduğu, hem de dış politika, Kürt sorunu ve ekonomi alanında kriz dinamiklerinin yoğunlaştığı bir dönem başlamıştı. Dinci gericilikteki tırmanışta, AKP’nin hiç de gizli olmayan İslam davası ve Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler iktidarlarıyla açığa çıkan yeni İslam devleti girişimlerinin verdiği esin etkiliydi. Ancak AKP’nin toplumun farklı kesimleri üzerindeki rıza üretme kapasitesinin daralmasıyla açığa çıkan hegemonya krizi bu tırmanışta temel rolü oynadı.
İsyan’la derinleşen kriz
AKP’nin ideolojik, politik, entelektüel krizini açığa çıkarıp derinleştiren ise Haziran İsyanı oldu. Yazıya girerken sorduğumuz soruya bu gerçekliği görerek yanıt vermemiz gerekiyor. İsyan, iktidar bloğu içi çatışmaları tetiklerken bugün AKP içi dengelere de sirayet eden biçimde krizi derinleştirdi. İsyanla, yönetme kapasitesinin zayıflığı yüzüne çarpan Erdoğan, sokağa çıkanlara iç savaş diliyle yanıt verirken, çıkış yolunu baskı aygıtlarını tahkim etmekte ve dinsel gericiliği tırmandırmakta buldu.
Osmanlı hayallerini pazarlamada milyonlara ulaşan Muhteşem Yüzyıl dizisinin baş aktörünün direnişçi olarak gaz yediği, kendi dilini, medyasını, sanatını, taraftarlık biçimini yaratmaya girişen bu İsyan’la değişen AKP değil bu toplumdu. Toplumun bir bölümü siyasi kayıtsızlıktan kurtularak harekete geçerken, diğer bölümü ise bilinçli bir politika ile bizzat AKP/Erdoğan arkasında saflaştırıldı.
İsyan, AKP’nin elinde sanatçı olarak Polat Alemdar’ı (şimdi Yavuz Bingöl’ü de ekleyelim), danışman olarak jöleli Yiğit Bulut’u, din alimi olarak rüşvet fetvacısı Hayrettin Karaman’ı (gerçi şimdiler de o da yan çizip, yolsuzluklardan şikayet ediyor), borazan olarak Rasim Ozan Kütahyalı’yı bıraktı. İktidar yılları boyunca AKP’nin toplumsal meşruiyetini sağlamakta önemli işlevler gören liberal-liberal sol aydınları iktidarın arkasında duramaz hale getirdi. Bugün yaşananlar, AKP’nin iktidar gücünün yanı sıra zafiyetinin de belirtisi. AKP, artık bu toplumun genelini ideolojik olarak boyunduruk altına alma iddiasını sürdüremez halde. İktidarda kalmak için kendi kitlesini konsolide etmek zorunda. Bunun için ise dinsel söylem ve uygulamalara her zamankinden yoğun biçimde sarılıyor, sarılmaya da devam edecek.
Yanıt bekleyen sorular ve ipuçları
Böylesi bir politik atmosferde gericiliğe karşı mücadelenin güncel politik hattını inşa etmek için, İsyan’la toplumda kökleşen AKP karşıtları/destekçileri bölünmesini ve iktidarın krizini de göz önünde tuttuğumuzda karşımıza çıkan iki önemli soru kümesi var. Kabaca toparlayalım:
1- AKP karşısında konum alan toplumsal kesimler nasıl gericiliğe karşı mücadelenin aktif parçası haline gelecek? Bu kesimler üzerinde şovenizmden piyasacılığa egemen ideolojinin etkileri nasıl kırılacak? AKP karşıtları düzen dışı bir kanaldan, sol/sosyalist ideolojinin etki alanı genişletilerek nasıl örgütlenecek?
2- AKP’yi destekleyen ezilen sınıf kesimleri üzerindeki iktidar hegemonyası nasıl çözülecek? AKP’nin, ideolojik aygıtlar ve maddi ağlarla kurduğu bu ilişki temeli nasıl kırılacak ve ezilen kesimler mücadelenin öznesi haline nasıl getirilecek?
Yanıt mücadelenin içinde. İsyana katılanların (destekleyenlerin) süren direnme eğilimlerini, onların doğrudan öznesi oldukları bir mücadele hattını sokakta kurarak örgütlemek, sokağı örgütlerken ideolojik mücadeleyi bir an bile elden bırakmamak ilk soru kümesine yanıt bulacağımız zemini işaret ediyor. Burada sosyalistlerin bir avantajı var. Bir dönem önce düzen güçlerinin elinde olan ideolojik bayrakların artık ezilen toplumsal kesimlerin eline geçmesi… Örneğin bir dönem laikliği ‘savunmayı’ tekeline alan güçler bugün AKP’nin alternatifi olmanın yolunu, ona benzemekte buluyorlarsa sosyalistlerin proleter/devrimci bir laiklik anlayışı ile gericiliğe karşı mücadelenin merkezi inisiyatifi haline gelmesi, bu alanda kendi ideolojik hegemonyasını kurması gerekmektedir.
İdeoloji pratiktir
İdeolojinin eylemimizin kılavuzu eylemimizin ideolojik mücadelenin aracı olduğunu ise bu noktada hatırlamak gerekiyor. Nasıl ki üniversitelilerin attığı bir yumurta en şaşalı dönemlerinde liberal maskeyi alaşağı etmekte binlerce yazıdan daha etkili olmuştur, dinsel gericiliğe karşı mücadelede de Hopa’da İHH tırını kovma eylemi, türban dayatmasına karşı Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’nden sallandırılan kadın pankartı, imam hatipe dönüştürülen bir okul önünde yapılan eylem, haremlik plaja karşı Antalya’nın refleksi, halay sevmez Müftüye karşı Samsunluların çektiği kızlı erkekli halay, Şura tartışmalarına karşı Milli Eğitim önünde yapılan eylem önemlidir. Bu pratiklerin çoğaltılması gerekmektedir.
Yine dinsel gericiliğe karşı mücadelede önemli bir diğer nokta da onun AKP’nin inşa ettiği rejim içinde yayılma kanallarına, ideolojik aygıtlarına ve aktörlerine karşı mücadeledir.
Her birinden bahsetmeye yerimiz yok ancak örneğin bugün AKP tarafından bir fetva kurumuna dönüştürülen, bütçeden çok büyük pay alan, bir merkezden yayımlanan Cuma hutbeleri, Alo Fetva hatları, sığınma evlerine vaize atamaları, kreşlere kuran kursları ile dinsel gericiliğin örgütlenmesinde çok özel bir rol biçilen Diyanet’in kapatılması talebi sadece sol Alevi toplumunun, solcular tarafından da belirli günlerde öne çıkarılabilecek bir talebi değildir. Siyasal özgürlük ve toplumsal eşitlik mücadelesinin çok temel bir talebidir.
İkinci soru kümesinin anahtar sözcüğü ise temastır. Kimilerinin zannettiği gibi bu ‘temas’ dinin özüne yönelik güzellemeleri, dinsel söylemleri, ritüelleri kullanmakla, orada meşruluk aramakla kurulamaz.
Mücadeleyi AKP tabanındaki ezilenlerle buluşturmak
Hak mücadeleleri, sınıf mücadelesinin güncel yatağı olan güvencesizliğe karşı mücadele ve kadın mücadelesi, AKP’yi destekleyen ezilen kesimlerle buluşmanın gerçek kanallarıdır. Bu buluşmanın, AKP hegemonyasından kopuşa doğru gitmesi ise tüm bu mücadelelerin en baştan gericiliğe karşı ideolojik mücadeleyi de içerecek biçimde kurgulanması, siyasallaşması ile mümkün.
Eğitimden sağlığa, kent ve doğa mücadelelerinden ulaşıma hak mücadeleleri rejimin gericilik, şovenizm/ırkçılık/mezhepçilik temelinde parçaladığı ezilen kesimleri birleştirebilecek ana mücadele eksenidir. Neoliberal gerici rejimin örgütlenmesinde gelinen nokta yani kamunun piyasacı ve gerici dönüşümünün iç içe ilerlemesi/kamunun İslami bir tahayyülle şekillendirilmesi ise artık bu alanda hak mücadelesinin tek başına metalaştırma/piyasalaştırmaya karşı mücadele ekseninde tartışılamayacağını da gösteriyor. Kömür torbaları dini/siyasi simge gibi dağıtılırken herkes için enerji hakkı savunusu, yaşlıdan çocuğa bakım hizmetlerinin aileye dolayısıyla/kadının üzerine yıkılmasına karşı mücadele gericiliğe karşı mücadeledir aynı zamanda. Gezi Parkı savunusu kentsel rant ve piyasaya karşı olduğu kadar AKP’nin Topçu Kışlası’yla simgeleşen gerici toplum/kent tasavvuruna, Yavuz Sultan Selim adı verilen 3. Köprü’ye karşı mücadele mezhepçiliğe karşı da mücadeledir. Kamusal haklar, kamusal alanın demokratik yeniden inşası mücadelesi laikliği soyut bir ilkeden somut mücadele programına/talebine dönüştüreceğimiz ana kanaldır.
Ne soyut bir ilke ne geçici bir kampanya sloganı
Tevekküle, sabretmeye çağrılan, patronaj ilişkileri ile kuşatmaya alınan güvencesiz işçinin iş cinayetleri karşısındaki isyanı bize bir şey göstermektedir. Soma’dan, Torunlardan, Ermenek’ten sonra ‘Kader değil katliam’ diyerek sokağa çıkanlar sınıf mücadelesi ekseninde gericiliğe karşı mücadelenin güncel politik söylemini üretmiş ve yola koyulmuştur. Tüm bunlar güvencesizliğe karşı mücadelenin emekçi kesimlerin tabiyetini/emek üzerindeki kontrolü yaratmada kullanılan dinsel ideoloji ve ağlara/yandaş sendikalara karşı bir mücadele olarak da örgütlenmek durumunda olduğuna işaret etmektedir. Bu aynı zamanda emekçinin bağımsız siyasal varoluşunu inşa etmenin de yoludur.
Kadın cinayetlerine, erkek şiddetine, kadın bedeni, emeği ve yaşamı üzerinde denetim ve sömürü biçimlerine karşı mücadele yine hem toplumun farklı kesimlerinden kadınları birleştirme kapasitesi hem de ideolojik mücadelede yarattığı olanaklarla gericiliğe karşı mücadelede öne çıkmaktadır.
Sosyalistler için gericiliğe karşı mücadele ne bir soyut ilke tartışması ne de bir siyasi kampanya sloganıdır. Neoliberal gerici rejimin yani sömürge tipi faşizmin yıkılması sorunudur. Kadın özgürlüğü sorunudur, toplumsal eşitlik ve özgürlük sorunudur. Tam da bu nedenle yolumuzu yürürken, sokağı örgütlerken tartışmaya da devam edeceğiz. Onlar kul dedikçe biz hak, onlar fıtrat dedikçe biz direniş, onlar kader dedikçe biz irade, onlar türban dedikçe biz eşitlik diyeceğiz.
* Antonio Gramsci’nin bu sözüne “Althusser, ideoloji ve iletişimin dayanılmaz ağırlığı” makalesinde Prof. Dr. Metin Kazancı atıf yapmıştı. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/464/5297.pdf
Not: Halkevleri Çalıştayı’nın gericiliğe karşı mücadele başlıklı oturumunda mezhepçi faşizme karşı öz savunma eylemlerinden laiklik anlayışına, ideolojik mücadeleden kadın özgürlük mücadelesine kadar farklı sunumlarda bu tartışmalar çok daha uzun ve ayrıntılı biçimlerde yapıldı. Bu yazıya ilham veren de mücadelenin içinde ve o salonda yapılan tartışmalardır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.