Uluslararası sözleşmelerde (Çevre ve İklim Sığınmacıları) ÇİS’ler için özel bir statü olmadığını gördük. Nedeni ise ÇİS’in yeni bir kavram ve olgu olmasıdır. Sığınmacılarla ilgili sözleşmenin yapıldığı tarihte çevre sorunları gözlemlense de ve kimi kuruluşlar bu konuda uyarıcı çalışmalar yapsalar da, ÇİS diye bir kavram henüz ortalıkta yoktur. Bugün sayılarının artması ve gelecekte daha da artacak […]
Uluslararası sözleşmelerde (Çevre ve İklim Sığınmacıları) ÇİS’ler için özel bir statü olmadığını gördük. Nedeni ise ÇİS’in yeni bir kavram ve olgu olmasıdır. Sığınmacılarla ilgili sözleşmenin yapıldığı tarihte çevre sorunları gözlemlense de ve kimi kuruluşlar bu konuda uyarıcı çalışmalar yapsalar da, ÇİS diye bir kavram henüz ortalıkta yoktur. Bugün sayılarının artması ve gelecekte daha da artacak olması bu göç/sığınmacı dalgası karşısında yeni sözleşme, statü belirlenmesi ve gerekli önlemlerin alınmasını gerektirmektedir. Şimdi çözüm arayışları konusunda yapılan bu çalışmaları kısaca görelim.
Bu çalışmaların ortak özelliği ÇİS tanımındaki zorluktur. Ancak çevresel sorunların acilliği önünde tanım üzerinde bitmeyecek tartışmalara girmek yerine ÇİS’ler için toplumsal ve siyasi çözümlerin yaratılması ve uluslararası düzeyde korumayı sağlayacak resmi kurum, kuruluşlar ile yasal, hukuki çerçevenin belirlenmesi önem kazanmaktadır (Chloé Anne Vlassopoulou,introduction du numéro ‘exodes écologiques :l’environnement source de migrations,revue en ligne Asylon(S),no:6,2008).
Tüm sığınmacılar ya da göç içinde ÇİS’i nasıl ayırt etmek gerekir? Bu nedenle yeni tanım çalışmaları ve buna bağlı olarak getirilen hukuksal çerçeveler ya da sözleşme örnekleri ortaya çıkmaktadır. Kimi çalışmalar ise tanım zorluğunu dile getirerek, önemli olanın çevre sorunlarına çözüm getirmek olduğunu ve özellikle küresel ısınmanın nedenlerini ortadan kaldırmanın gerekli olduğunu öne sürerler. Ama şu da bir gerçektir ki bugün çevre sorunlarının çözümü için önlem alınsa da ortadan tümüyle kalkmayacaktır ve etkilerini uzun yıllar sürdürecektir. “Zararın neresinden dönülürse kârdır” düşüncesiyle en azından ÇİS’in belki de önemli bir bölümü ortaya çıkmayacaktır.
Gerçekten, ÇİS ile diğer sığınmacılar ve göç olayları arasında nesnel bir ayrım yapmak çok zordur. 2008 yılında Birleşmiş Milletler Üniversitesi Çevre ve İnsan Güvenliği Enstitüsü’nün yapmış olduğu çalışma çevre etmenlerinin göç hareketleri üzerindeki etkisini incelemiştir. Değişik etmenlerin karşılaştırılması göç hareketleri üzerinde iklim etkisinin önemini doğrulamıştır. İklimsel değişim, göç olayının doğrudan kaynağında olmasa bile ve fakirlik ve iklime uyum sağlamak için yapılan tüm çabalara karşın göçü etkilemektedir. Yakın gelecekte vatansız kalacaklardır. ÇİS’ler için yasal bir statünün hazırlanması ve daha ayrıntılı çalışmalar yapılması için Enstitü değişen iklime uyum sağlamak için çalışmalar yapılmasını savunmaktadırlar (develeoppementdurable.be/print/praktijk/34/article/350,22.05.2008).
Uzun süre, doğa insana dışsal olarak düşünülmüş ve bu olgu bilimin düzenlenmesinde olduğu kadar kamusal eylemin kurumlaşması ve düşünce biçimlerinde etkili olmuştur. François Gemenne ve Olivia Dun (defining environmental migration: why it matters so much, why it is controversal and some practical processes which may helpmove forward’,revue en ligne Asylon(s), no:6, Kasım 2008) ÇİS tanımı üzerindeki tartışmayı göç hareketleri üzerindeki çalışma alanının yeniliğine, özellikle iki araştırmacı grubunun ayrılmasına bağlar: zorunlu göç üzerine çalışanlar ve çevre üzerinde çalışanlar. İkisinin bütünleşmesi gereğini söyledikten sonra tanımdaki zorlukları şöyle sıralarlar: Göç olayları içinde çevresel etmenleri ayırmak zordur. Zorunlu göç ile isteğe bağlı göç arasında karışıklık, yanılgı vardır. Çevre/iklimsel göç özü itibariyle zorunlu bir göç müdür? Bir başka güçlük ise çevre sorunları ile göç hareketleri arasında yapılan saha çalışmalarının eksikliğidir. Göç olayının kendisi zaten karmaşıktır ve ÇİS’ler bu karmaşıklığa ayrı bir zorluk getirirler. Dolayısıyla, göç olayında çevresel etmenlerin önemi ön plana çıkaran ve sayılarının kaçınılmaz olarak artacağının öne sürerek alarm zilleri çalanlar ile göç olayının karmaşıklığı üzerinde durup çevresel göç olayına kuşkucu olarak yaklaşanlar vardır. Açık bir tanımın olmaması ÇİS’lerin sayısında belirsizlik yaratır. Bu nedenle ÇiS’ler için statü ve politika belirlemek de zorlaşır. Ama Cenevre Sözleşmesi ÇİS’lerle ilgili olarak birtakım öğeler içerir ve buna göre yorum yapılabilir. Geleneksel sığınmacı tanımında zulüm (din, siyasi düşünce, ırk vb.) nedeninin göç olayının esas nedeni olup olmadığına değil zulüm olup olmadığına bakılmaktadır. Zulüm ile göç olayı arasında bağ kurulursa göçle ilgilenen memur sığınmacı statüsünü verebilir. Buradan hareketle çevrenin bozulması ile göç olayı arasında nedensellik bağı kurulursa ya da bozulma acı verirse ya da insan haklarının ihlaline neden oluyorsa (yaşam hakkı) sığınmacı hakkı verilemez mi? Cenevre sözleşmesi gözden geçirilmelidir.
O halde, kesin bir tanım gerekli ve tanımı geniş ya da belirsiz tutmak çevre nedeniyle zorunlu göçe maruz kalacakların korunmasını da etkileyecektir. Dolayısıyla, siyasi açıdan kimi göçmenlerin koruma altına alınabilmesi için zorunlu ve isteyerek yapılan göç, yeniden oturduğu yere dönebilecekler ile dönemeyecekler, çevre koşullarının bozulacağını ileri sürerek göçenler ile çevre koşulları bozulduktan sonra göçenler ve uluslar arası sınırı geçenler ile ülkesinde kalanlar arasında ayrın yapıp statü ve koruma önlemlerini almak yerinde olur.
Dorothée Lobry (a.g.e.) çevresel kamu düzeni ve çevresel felaket tanımından yola çıkarak ÇİS’ler içinde de birçok kategori olduğunu belirtir (doğal afet kurbanı,sanayi kazaları kurbanı,askeri tehditlerin kurbanı,kamusal yatırımların kurbanı gibi) bu insanların ÇİS olarak adlandırılması için çevreye verilen zarar ne olmalıdır diye sorgular. ÇİS tanımında ele alınması gereken de bu zarar yani çevre felaketidir. Çevre felaketi çevreye verilen önemli -ağır- ve kolektif bir zarardır. Bu zarar ani olabileceği gibi (deprem), yaygın olabilir yani geçmişte yapılan bir zarar bugün ortaya çıkabileceği (ormanların kesilmesi, amyant’ın zararı) gibi bugün yapılan zarar da gelecekte ortaya çıkabilir. Bilim insanları geçmişte uyarıda bulunmuş olsalar da, gelecekte küresel ısınmanın daha da zarar vereceğini söyleseler de bu felaketi tanımlamaya yeterli midir? Çevre felaketi yerel olduğu kadar genelde uluslararasıdır yani sınırları aşabilir (Çernobil gibi). Yerel olduğu zamanda yaratacağı dayanışma ile uluslararasıdır. Çevre felaketinin ölçütü insani (ölü ve yaralı sayısı) ve malidir. Çevresel bir kamu düzeni içinde insanların yaşanabilir bir çevre hakkına sahip olduğu çok sayıda ülkenin anayasalarında vardır. İşte çevresel kamu düzeninin kökeninde olan çevre hakkının bir çevre felaketiyle ihlali sonucu ÇİS’ler ortaya çıkar. Cenevre Sözleşmesi Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi aracılığıyla ÇİS’e kapısını aralayabilir ve yeniden gözden geçirilip insan haklarına dayalı olarak yazılması çevre sığınmacılarına koruma sağlayabilir.
Çevresel zarar-felaket kavramından yola çıkarak çevre kurbanı kavramını yaratan Véronique Magniny ( Les réfugiés de l’environnement… doktora tezi, paris, 1999, a.g.e. ve des victimes de l’environnement… a.g.e,2008) 21.yy.’ın çevre ve sorunlarına (önemli çevresel dram ve felaketlerin yüzyılı) yönelik olacağını belirtir. Bilim ve teknik inanılmaz gelişmeler kaydetmesine karşın büyük çevre sorunlarına uygun çözümleri henüz bulamamıştır. Bunlardan biri de çevresi bir felaketle yıkılan insanların sorunudur. Bu konuda hukukta bir boşluk var ve çözüm devletlerin iyi niyetine kalmıştır. Ne Uluslararası Hukuk ne İnsan Hakları ne Mülteci Hukuku ne Çevre Hukuku çevreye verilen zararda ve çevre felaketinde sorumluluk taşımıyor bu insanlara karşı. Önce zarar kavramını hukuk ve çevre açısından ele alır. Hukukta zarar dolaysız, güncel ve kesin olup çoğu zaman belirli sayıda kişileri kapsar. Çevresel zarar karmaşık, karşılıklı bağımlı ve gelişen bir olgu olup kolektiftir. Zarar yaygın (kirli su toprağı kirletir ve sonra da ürünleri. Suyu içen insan hasta olur), sınır ötesi (Çernobil) ve uluslararası (kirlenen hava sınır tanımaz) olabilir. Süresi ise anlık, sürekli olduğu kadar tedrici, müzmin olabilir. Çevre zararı ertelenmiş ve gelecekte çıkabilir. Ancak zarar felaket türünden olmalıdır ki devletlerin yardımı, dayanışması ve koruması ortaya çıkabilsin. Çevresel felaket ise bir altüst olmadır ve doğal ya da insan kaynaklı olabilir. Geniş alanlarda etkisi uzun sürer. Ölümlüdür ve sağlığı önemli şekilde bozar. İktisadi ve biyolojik kaynakları etkiler. Etkilediği canlı ortamda geçici ya da sürekli bozukluklar yaratır. Ve insan, daha doğrusu insan topluluğu felaketin olduğu yerden yaşamak için kaçmak zorundadır. Çevre felaketi yerine çevre kazası, çevre yıkımı ya da çevreye verilen olağanüstü zararlar gibi deyimler hukuk belgelerinde kullanılmaktadır. O halde felaket için bir eşik olmalıdır ve bu da insani ve finansal maliyettir (Bknz.D:Lobry,a.g.e.). Çevresel felaket sert olur, beklenmeyen bir olaydır, şiddetlidir, zaman ve mekanda yayılma özelliğine sahiptir. Çevre felaketi de çok sayıda bugün ve gelecekte kurban yaratır. Çevresel kurban insanı çevresine bağlayan dengelerin kopması sonucu ve çevrenin yaşamı için zararlı hale gelmesi sonucu kaçmak zorunda kalan topluluktur. Çevresel nedenleri burada saymak olanaksız. Ancak olayın boyutu insani ve siyasidir. İşte Devletler ve Uluslararası kuruluşlar bu kolektif kurbanları tanımak, korumak ve yardım etmek zorundadırlar. Koruma maddi olmalı, gerekirse geçici bir statü tanınmalı ve statü kolektif olmalı ve insan haysiyetiyle bağdaşmalıdır. Magniny uluslararası örgütlerin (Birleşmiş Milletler Yüksek Mülteci Konseyi, Kızılhaç, Ceza Mahkemesi, Unesco, Sağlık Örgütü gibi) ÇİS’e yardım edebileceğini belirttikten sonra yeni kurulacak bir Çevre Sığınmacıları Komisyonu ve görevlerini belirtir.
Genevieve Decrop (Un statut de réfugiés environenemental est-il une réponse pertinente aux effets sociaux du réchauffement climatique?,revue en ligne Asylon(s),no:6,2008) çevresel sığınmacı kavramının değil deyimin yeni olduğunu belirtir. Çünkü insanlar çevrelerinin bozulması ve çevrelerini bozarak ilk kez göç etmemektedirler ve insanlık tarihi kadar eskidir. Paskalya Adalarının sakinleri, Mayalar ve Vikingler çevrelerini tahrip etmişler ve tarih sayfalarından kaybolmuşlardır ama eskimolar balıkçılık ve fok avcılığıyla yaşamaya devam ederek bugüne kadar ayakta kalmışlardır (Science et Vie, özel sayı, Haziran 2008;Jared Diamond a.g.e.). ÇİS tanımının zorluğuna değinen Decrop sığınmacı statüsüne ağırlık vermek yerine çevre sorunlarını azaltmak ve uyum sağlamanın daha yararlı olacağını belirtir. Evet, dünyamızı kirletmekte ve ısıtmaktayız. Bunun en büyük sorumlusu da gelişmiş ülkelerdir. Sonuçlarına da en fazla maruz kalan ülkeler Güney ’in fakir ülkeleridir. O halde geçmişte yaratılmış olan bir adaletsizlik vardır ve bunun toplumsal ve iktisadi etkileri bugün ve yarın ortaya çıkmaktadır, çıkacaktır. Ortada “çevresel bir borç” vardır. PNUD’e göre fakir ve gelişmekte olan ülkelerin iklimsel değişime uyum sağlamalarını finanse etmek için 2015 yılına kadar gerekli olan tutar 86 milyar dolardır, yani gelişmiş ülkelerin GSYİH’sinin %0,2’dir. Bir başka deyişle ABD bankalarını kurtarmak için son bunalımda Paulson planının verdiği paranın %12’i!
Zaman fazla yok ve yoğun göçlerin yaşanacağı felaket senaryolarıyla uğraşmanın zamanı değil. Uluslararası Dayanışma ile “çevresel borç” kavramı çevresinde birleşerek ve sorumlu ve kurban aramadan acil olan duruma çözüm getirmek söz konusudur.
Christel Cournil (A la recherche d’une protection pour les réfugiés environnementaux :actions,obstacles,enjeux et protections,revue en ligne Asylon(s),no :6,2008) ÇİS tanımının zorluklarına değinir. İklimin değişmesi ve etkilerine göre yapılan göç senaryo ve modellerinin verdiği sayılar arasında çok önemli farklar vardır (150 milyon ile 1 milyar). Ayrıca çevreci kuruluşlar ile göç olayını inceleyen kişiler arasında tanım ve siyasi çözümler konusunda anlaşmazlık vardır. Hükümet dışı örgütlerin, çevreci kuruluşların, insan hakları savunucularının ve siyasi lobi hareketlerinin eylemleriyle ÇİS’ler ön plana çıkmıştır. Cenevre Sözleşmesi’nin, uluslararası hukukun, diğer uluslararası metinlerin yetersizliği nedeniyle (Danimarka’nın Çernobil kurbanlarına, Kanada’nın 2006 tsunami kurbanlarına ve ABD’nin Mitch kasırgası kurbanlarına (sığınmacılarına) koruma sağlaması birkaç özel durumdur ve uluslararası bir niteliği yoktur). Ülke içinde göç edenlere daha fazla koruma sağlanmasını, Cenevre sözleşmesine yeni bir madde eklenmesini, yeni bir uluslararası özgün bir sözleşme yapılmasını, iki taraflı koruma sağlanmasını (Tuvalu ada devleti ile Yeni Zelanda Devleti arasında olduğu gibi) ya da Global Gouvernance Project’in sadece iklim sığınmacılarına yönelik korumasını önermektedir. Bunun yanında çevresel yardım, çevresel müdahale için içişlerine karışma, çevresel sığınmacı hakkı, çevre konusunda kusurlu Devlet gibi yeni kavramların ortaya çıktığını da belirtir.
Chloé Anne Vlassopoulou’da (Les migrations environnementales entre… a.g.e) resmi ve uluslararası düzeyde henüz herkesin birleştiği bir tanım olmamasını dile getirir. ÇİS’in de Cenevre sözleşmesi gereği sığınmacı olabileceklerini belirten kişiler olmasına karşın gelişmiş ülkelerin bu kişilere sakınımlı yaklaştığını ve kendileri için tehdit oluşturabileceğini ve çatışma ya da savaşa yol açabileceğini dile getirdiklerini biliyoruz (Patrick Allard,a.g.e.). Sadece çevresel yaklaşım (Kyoto sözleşmesi) ya da çevre sorunlarının olduğu ülke ya da bölgelere teknoloji aktarımı ve altyapı yatırımları sağlayarak çözüm arayan kalkınmacı yaklaşımlar çözüm getirmiyor. Tanım gereği karmaşık ve çok yönlü olan bir sorunun farklı boyutlarını ele alan farklı kamu sektörleri vardır. Her sektörün de kendine özgü farklı olanakları bulunmaktadır ve ÇİS’ler için kullanabilirler. Bu nedenle çevre sorununu birkaç boyuta indirgeyerek somut öneri ve çözümler getirmek daha uygun olur. Vlassopoulos’un çevresel göçlerin farklı nedenlerini ele alarak önerdiği şema ilginçtir ve uygulama olanağı bulabilir.
Sorumlular / Sorunun Boyutu / Kamu Eylem Alanı / Göç eden kişi + Eylem
Kirletenin sorumluluğu / Çevrenin bozulması / Çevre sektörü / Kurban + Tazminat
Sorumluluk yok / Doğal Afet / İnsani sektör / Felaketzede + Yardım
Sorumluluğun inkârı / Çevresel zulüm / Sığınmacı sektörü / Sığınma hakkı + karşılama
Böylelikle karşımıza üç sorumluluk/sektör/eylem çıkıyor. Birincisinde çevreyi bozanlar bellidir ve yarattıkları zararı ödemek zorundadırlar. Kamu tazminat sistemini düzenleyebilir. Çölleşme, ormanların yok edilmesi, küresel ısınma gibi olaylar büyük ölçüde insana bağlı olup doğal kimi olaylarla birleşerek daha da önemli sorunlar yaratırlar. Bu konuda ulusal ve uluslararası birçok metin ve sözleşme vardır. İkinci durumda doğal afet söz konusu olduğundan felaketzedelere ulusal ve uluslararası yardım ve koruma yapılır. Üçüncü durumda, çevresel bozuklukların sorumluları kurbanların sorumluluğunu üstlenmemektedir ve kurbanlara kimse yardımcı olmamaktadır. Burada örnek olarak savaş ve çatışmaların çevreyi stratejik olarak bozmasını (köylerin yakılması), çok sayıda köy, kasabanın kaybolmasına ve binlerce, milyonlarca insanın geri dönmesi olanaksız şekilde göç etmesine neden olan ve büyük kamusal çevre yatırımlarını örnek olarak verebiliriz (baraj, otoyol yapılması ). Bu şekilde sorumluluklar ve maliyet kirletenler, bozanlar ile ulusal ve uluslararası kuruluşlar tarafından paylaşılır.
Gördüğümüz gibi çözümler değişik. Bu arada Cenevre Sözleşmesi’nin ÇİS’ler konusunda yetersizliğini gören kimi çevre hukuku uzmanları ile çevre, kentçilik ve bölge düzenlemesi konusunda çalışan uzmanlar 23 Haziran 2005 tarihinde Limoges bildirisini yayımlarlar (letudiant.fr/boite-a-dcs). Bu bildiride küresel çevre konusunun giderek alarm verici boyutlara ulaştığı belirtilerek önemli göç dalgaları yarattığı açıklanmakta ve bu kişilerin sığınmacı olarak kabul edilmesi ve korunmasını, çevre sorunlarını önleyici önlemler alınmasını ve “yeşil bereliler”le değişik bölgelerde görev yapacak ve ÇİS’e yardımcı olacak uluslararası bir ajansın kurulmasını ve özellikle uzun dönemli politikalar geliştirerek ÇİS’in korunmasını sağlayacak uluslararası bir antlaşmanın gerçekleştirilmesini talep etmektedirler.
23 Ekim 2006’da Avrupa Parlamentosu’nda Mevlüt Çavuşoğlu diğer meslektaşlarıyla ÇİS’ler hakkında bir öneri getirerek Devletlerin ÇİS’i tanımalarını, bunları kaçak göçmen olarak dikkate almamalarını, koruma altına alınmalarını ve çevre koşullarının bozulduğu ülke ve bölgelerde kalkınma izlencelerinin uygulanmasını ister (assembly.coe.int/ ainf. sp?link=/ Documents/workingDocs/D). Belçika Hükümeti 2007 yılında Birleşmiş Milletler’deki heyetinden ÇİS’i tanımaya yönelik bir karar alınmasını ister (goodplanet.info,a.g.web). Birleşmiş Milletler Yüksek Mülteci Konseyi 1993 yılında yayınladığı “Dünya’da Sığınmacılar” adlı raporunda dört farklı göç akımı içinde ÇİS’i de belirtir ve statüleri konusunda çalışma yapılmasına karar verir, ama henüz sonuçlanmamıştır (Patrick Allard,a.g.e).
Toplumsal ve çevresel bir felaket önümüzde iken ve bunu yaşamak istemiyorsak piyasa mantığından kurtulmamız gerekir demek de çözüm üretmektir, yani bu felaketi hazırlayan sistemin terk edilmesidir. Küresel ısınma konusunda yazanlar bunun insan kaynaklı olduğunu ileri sürmektedirler. Oysa ısınma insan etkinliğinin zehirli bir meyvesi değil, kapitalist etkinliğin ve kapitalist teknolojinin meyvesidir ve şimdilik önerdiği çözümler de göz boyamaktadır. Neden? Çünkü, sermayenin verimliliğini azaltır, kârlı etkinliklere son verebilir, rantları ve planlama ve kamu girişimi gerektiren enerjinin merkezileştirilmesine bağlı tekel ve güç konumlarını söz konusu eder. Küresel ısınmanın kaçınılmazlığı karşısında sorun bugün kapitalist sistemin nasıl durumu düzelteceğine, zararın neresinden döneceğine ve hangi toplumsal maliyete göre bunu gerçekleştireceğine bağlıdır. Bu da üç önemli zorluğa bağlıdır:
1- Çok kısa zamanda yapılacak değişimler ile acillik arasında güçlük,
2- Enerji sisteminin esneksizliği,
3- Devletler arasında (özellikle Güney ve Kuzey arasında) ilişkilerde görülen rekabet ki bu savaşa kadar gidebilir.
Çözüm ise gelişmiş ülkelerin enerji talebini önemli ölçüde azaltmak, fosil enerjilerin yerine yenilenebilir enerjiler geliştirmek, en çok tehlike altında olan ülkelere yardımcı olmak üzere küresel bir fon oluşturmak ve temiz teknolojileri Güney ülkelerine aktarmak. Bu çözüm kamu önderliği altında kamu kurumları tarafından maliyetten bağımsız şekilde yürütülmeli ve toplumsal, özellikle çalışan kesimin öncülük etmesi ve yararına yapılmalıdır (Daniel Tanuro,le diable fait les casseroles,mais pas les couvercles:défense du climat et anticapitalisme,1 Temmuz 2009,mondialisation.ca/index.php?context=va&aid=4600).
Kuşkusuz çözüm her iki öneri arasında. Bir yönden, gelecekteki çevre sorunlarını önleyici uzun erimli politikalar ve bugünkü ve geçmişin çevre sorunlarına çözüm getirecek politikalar devreye girmeli ve diğer yönden de ÇİS’in varlığı ortak bir tanım aracılığı ile kabul edilerek gerekli koruma ve yardım önlemleri geliştirilmelidir. Çevresel sorunların yarattığı kuramsal çalışmalar tartışmanın daha da süreceğini göstermektedir. 2009 Aralık ayında toplanacak olan iklim konferansı belki de ÇİS’in de dile getirileceği bir konferans olacaktır. Ama ne yazık ki ele alınmamıştır ve hep geciktirilmektedir ve bu arada sığınmacıların miktarı artmaktadır. 2014 yılında Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenecek İklim konferansı belki yeni bir umut kaynağı olabilir.
Bitti
Önceki yazılar:
Çevre ve İklim Sığınmacıları (I): Tanım
Çevre ve İklim Sığınmacıları (II): Çevre ve yaşam niteliğinin bozulması ve göç nedenleri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.