Çevre ve İklim Sığınmacıları’nın (ÇİS) insani ve coğrafi boyutunu kısaca gördükten sonra önümüzdeki yıllarda sayıları giderek artacak olan ÇİS’lerin hukuki bir statü kazanmaları olanaklı mıdır? Elimizde var olan sözleşmeler yeterlimidir? Bu sözleşmeleri yorumlayarak ÇİS’e yer bulmak olanaklı mıdır yoksa yeni bir tanım denemesi ve yeni bir sözleşme gerçekleştirerek zorunlu göçe maruz kalan bu kişilerin sığınmacı […]
Çevre ve İklim Sığınmacıları’nın (ÇİS) insani ve coğrafi boyutunu kısaca gördükten sonra önümüzdeki yıllarda sayıları giderek artacak olan ÇİS’lerin hukuki bir statü kazanmaları olanaklı mıdır? Elimizde var olan sözleşmeler yeterlimidir? Bu sözleşmeleri yorumlayarak ÇİS’e yer bulmak olanaklı mıdır yoksa yeni bir tanım denemesi ve yeni bir sözleşme gerçekleştirerek zorunlu göçe maruz kalan bu kişilerin sığınmacı olarak kabul edilmeleri, sığınma hakkına sahip olabilmeleri ve yardım alabilmeleri nasıl sağlanabilir?
Öncelikle sığınmacılar ve sığınma hakkı ile ilgili Cenevre Sözleşmesi’ne göz atmak gerekir. Sonra diğer metinlere (Afrika Birliği Sözleşmesi, İnsan Hakları Sözleşmesi gibi). Bu arada ÇİS konusunda yapılan (çağrı, tanım, statü) çalışmalara da kısaca yer vermek gerekir. Sonra da ne yapılması gerekir konusunda uzmanların görüşlerine bakacağız.
ÇİS’in ortaya çıkması için bir çevre kazası/felaketi/faciasının da olması gerekir. Bu kaza/felaket nasıl tanımlanmalı ya da bu felaket zulüm, baskı olarak görülebilir mi? Ancak şu sorular da sorulabilir:
1- Önemli olan küresel ısınmanın önüne geçilmesidir. Sığınma statüsü için henüz erkendir. Hukuki araştırmalar içinde boğulursak ÇİS’in insani ve coğrafi boyutunu ve özellikle çevre sorunlarının nedenlerini gözden kaçırabiliriz. Sera etkisi yaratan fosil kaynaklı yakıtları, süreçleri ve teknolojileri terk edip, yenilenebilir enerjilere yatırım yapmak gelişmiş ülkelerin görevi olmalıdır. ÇİS’ler küresel ısınmadan sorumlu değildir. ÇİS’li kabul etmek için de çok para gerekir (walf.sn/société/suite.php?rub).
2- Bir yönden de küresel ısınma, sera etkisini azaltmak içi yapılan çabaların yeterli olmadığı açıktır ve çok zaman alacaktır. Onun için şimdiden uluslararası boyutta ÇİS’in adalet ve insan hakları adına ele alınması, korunmaları, gerekli yardım ve kuruluşlarının kurulması ve harekete geçmesi gerekir. Özellikle gelişmiş ülkelerin sorumluluğu ön plana çıkarılmalıdır (Migrations et réfugiés climatiques. verts-europe-sinople.net).
Cenevre Sözleşmesi ve diğer sözleşmeler
Burada söz konusu olan Cenevre Sözleşmesi’nin yorumlanması ya da eleştirisi değil, ÇİS’e göre uygulanıp uygulanmayacağıdır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan ve 28.7.1951 tarihli sığınmacılarla ilgili Cenevre Sözleşmesi’ne göre (1.A.2.maddesi): ırk, din, milliyet ya da bir toplumsal gruba ait olma ya da siyasi düşünceleri nedeniyle haklı olarak zulüm görmekten korkan kişi siyasi sığınmacı olarak kabul ediliyor. Tabiiyetine sahip olduğu ülkenin dışında bulunması ve bu ülkenin korumasında olmaması söz konusu. Tabiiyetine sahip olmasa da oturduğu bu ülkeye korku nedeniyle geri dönememesi söz konusu. Bunları da kanıtlaması gereklidir ve sözlü ifade yeterli değildir.
Cenevre Sözleşmesi 1967 New York ya da Bellagio Protokolü ile genişletilir. 1951 yılından sonra sığınmacı nedenleri değişir: Kişisel ve toplu göçler silahlı çatışmalar, yoğun insan hakları ihlali, sivil-askeri baskı ya da darbeler ve afetler nedeniyle artmaya başlar. Vietnam Savaşı, Asya’da çatışmalar (ünlü boat-people sığınmacılarını anımsayalım), Afrika’da bağımsızlık sonrası göçler ve SSCB’nin, Yugoslavya’nın dağılması ve sonrasındaki çatışmalar la sığınmacı sayısı artar. Toplam 50 milyon sığınmacı içinde sığınmacı olarak kabul edilenler 1 milyon kişidir (Véronique Magniny,a.g.e.). Sözleşmede belirsiz üç kavram söz konusu: Haklı olarak korkuya kapılan derken bu korkuyu nasıl tanımlamak gerekli? Geçici bir korku mu, gelecekteki bir korku mu ve nasıl haklı olarak yorumlanmalı? Zulüm görmekten kastedilen nedir? Tehdit, her gün uygulanan bir taciz, bir yakınını tehdit etme ya da öldürme, sindirme, işkence tehdidi ya da izleri mi zulüm? Bir taraftan sığınmacı kişi olarak ele alınırken zulüm gerekçeleri (ırk,toplumsal gruba ait olma,siyasi düşünce) ise kolektif görünüyor.
Dolayısıyla her sığınmacı öyküsünün hem çok kişisel hem de çok kolektif yanları vardır (fr. wikipedia. org/ wiki/Convention_du_28-juillet _1951). Cenevre Sözleşmesi’nde çevre ve çevreye verilen zarardan söz edilmiyor. Doğal afet de söz konusu değil. Çünkü 1951 yılında ve ek protokolün yapıldığı yıllarda henüz çevre kavramı ve çevre sorunları ortaya çıkmamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasının sanayileşmesi (her ne pahasına olursa olsun) ve 1980 yıllarına kadar geçen 30 ‘şanlı, şerefli’ yıl gelecekteki çevre sorunlarıyla hiç ama hiç ilgilenilmemiştir ve 90’lı yılların başında ÇİS acil durum olarak ortaya çıkmıştır.
Ayrıca sığınmacı kişisel olarak başvurmak zorunda. ÇİS ise kolektif özelliği olan bir kitledir. Sığınmacı ülkesini korku ya da zulüm nedeniyle terk etmeli ki sığınmacı statüsünü kazanabilsin. Oysa ÇİS genelde ülke sınırları dışına çıkmaz, devlet içi ya da bölgeler arası bir göçtür. Ülkenin büyük kentleri bu tür sığınmacılara kucak açar. Aynı şekilde, ÇİS için devlet koruması söz konusudur, devletin olanakları yeterli olmasa bile. Örneğin, tsunami zulüm olarak görülmez, Çernobil kurbanları toplumsal bir gruba ait değildir ya da çok uluslu şirketlerin asırlık ormanları ele geçirmesi yani biyo-korsanlık ile yaşamsal bir kaynağı ele geçirmesi zulüm olarak görülmez (Christel Cournil,a.g.e.). Ne yazık ki, küresel ısınmanın kurbanları, sonuçları yerel özellik taşıyor. Böylelikle küresel düşünüp yerel uyguluyoruz!
İkinci bir sözleşme ise Afrika Birliği Örgütü tarafından Afrika’daki sığınmacılarla ilgili olarak 10 Eylül 1969’da imzalanan ve 20 Haziran 1974’te yürürlüğe giren sözleşmedir. 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde tanımlanan sığınmacı tanımını genişletir ve sığınmacıyı “geleneksel olarak yaşadığı yeri, tabiiyetine sahip olduğu ya da doğduğu ülkenin tamamının ya da bir kısmının bir saldırı, dışsal bir işgal, yabancı bir egemenlik ya da kamu düzenini bozan önemli olaylar nedeniyle bozulması sonrası terk etmek zorunda olan kişi” olarak tanımlar.
Bu sözleşmede de çevre ve sorunları açık olarak belirtilmemiştir ama kamu düzenini bozan önemli olaylara arasına çevre felaketleri girebilir. Bu sözleşmenin kabul edilişinin 25. yılında yayımlanan Adis Abeba belgesi çevrenin bozulmasını sığınmacı hareketlerini yaratan neden olarak gösterir (Dorothée Lobry,pour une définition juridique des réfugiés écologiques :réflexion autour de la qulaification juridique de l’atteinte à l’environnement,revue en ligne Asylon(s),no:6,2008). 22 Kasım 1984’te Latin Amerika hükümetleri ve tanınmış hukukçuları bir araya getiren toplantı sonrası yayınlanan Carthagène bildirisi de 1951 Cenevre sözleşmesinde bulunan tanımı genişletir ve insan haklarının yoğun ihlali ve kamu düzenini önemli şekilde bozan olaylar nedeniyle ülkelerini terk edenlere sığınmacı adını verir. İnsan hakları içinde yaşanabilir çevre hakkı olduğu tanımından hareketle çevresel kamu düzeninin bozulması sığınmacı olarak kabul edilmelerini kolaylaştırabilir.
Önceki yazılar:
Çevre ve İklim Sığınmacıları (I): Tanım
Çevre ve İklim Sığınmacıları (II): Çevre ve yaşam niteliğinin bozulması ve göç nedenleri
Devam edecek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.