Kürtler ve dünya Türkleri anlamaya çalışıyor. Bu nedenle uluslararası anket şirketleri DAIŞ’in Kobanê’ye saldırması ve ortaya çıkan direniş sonucu halkın, özellikle ABD ve Avrupa Birliği’ne karşı eğilimlerini ölçmeye çalışıyor. Her seferinde dünyaca ünlü Pew anket şirketinin en son yaptığı araştırmanın benzeri bir sonuçla karşılaşıyorlar: ’’Türkler kendilerinden başka kimseyi sevmiyor?’’ Bu sonucun tam olarak gerçeği yansıttığı […]
Kürtler ve dünya Türkleri anlamaya çalışıyor. Bu nedenle uluslararası anket şirketleri DAIŞ’in Kobanê’ye saldırması ve ortaya çıkan direniş sonucu halkın, özellikle ABD ve Avrupa Birliği’ne karşı eğilimlerini ölçmeye çalışıyor. Her seferinde dünyaca ünlü Pew anket şirketinin en son yaptığı araştırmanın benzeri bir sonuçla karşılaşıyorlar:
’’Türkler kendilerinden başka kimseyi sevmiyor?’’
Bu sonucun tam olarak gerçeği yansıttığı söylenemez. Birde buna kendisinden olmayana karşı nefret ve kin duyulduğunu da eklemek gerekiyor. Çünkü Türk halkı yıllardır eğitim, sahte tarih, medya ve siyasetin propagandası sonucu Türk olmayan herkesten ve her şeyden bir şekilde nefret ediyor. Kendisinden ‘olmayanla’ normal bir ilişki kuramıyor.
Bu duygu ve düşüncesini zaman zaman hükümet ve devletin yönlendirmesi sonucu tehlikeli bir şekilde açığa vuruyor. Sürekli bir ‘’düşman fobisi’’ , ‘’bölünme ve parçalanma’’ sendromu içinde yaşıyor. Ülke içindeki hak arayışlarını, ülke dışındaki kimi gelişmeleri kendi varlığına yapılmış bir saldırı olarak görüyor. Hükümet veya devletin tepesindeki liderlerin bir işaretiyle bazı bindirilmiş kıtalar insanları linç etmeye, boğazını kesmeye, sokak infazlarına kadar işi vardırıyor. Gücünün yettiği her yerde, elinin uzandığı her sokakta, hatta Avrupa ülkelerinde bunu yapmaya çalışıyor.
Ne yazık ki toplumun ezici çoğunluğu bu saldırılardan rahatsız olmuyor. Aksine medyanın da büyük katkıları sonucu saldırganları birer kahraman olarak ilan ediyor. Onları koruyor-kolluyor. Kürt ve muhalifleri öldürenleri, Ogün Samast örneğinde olduğu gibi, başının tacı yapıyor.
GARİP BİR DAIŞ HAYRANLIĞI!
Tuhaf bir durumla karşı karşıya olduğumuz kesin. Çünkü normalde ideolojik olarak radikal olmaktan da daha öte uç bir noktada olan bir oluşumla, yani katiller ordusu DAIŞ’le Türklerin bir ‘akrabalığı’ söz konusu değil. Keza toplumun ezici çoğunluğu DAIŞ çetelerin kurmak istediği ‘düzende’ yaşamayı asla kabul etmiyor. DAIŞ şimdi ve gelecekte onlarında hayat ve yaşam tarzlarını tehdit ediyor. Refah veya AKP gibi düzen içi partilerin ‘İslami’ kimliklerine dahi ateş püskürenlerin, DAIŞ’in köküne karşı olmaları gerekemez mi? Normalde gerekir.
Bütün bunlara baktığımızda Türk toplumunun ezici çoğunluğunun DAIŞ’in yanında değil, onunla mücadele eden, barış içinde, herkesin yaşam tarzına saygılı bir gelecek isteyen Kürtlerin yanında olması gerekiyor.
Bu sadece laik-seküler kesimler için değil, muhafazakâr-dindar kesimler içinde böyle olması gerekiyor. Ancak bugüne kadar şahit olduklarımız, sosyal medya üzerinden yazılıp-çizilenler, Türk medyasının yalan ve kirli haberleri, Türk yetkililerin yaptığı açıklamalar ve yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı sonuçlar bunun tam tersini bize gösteriyor.
Garip ötesi sayılacak bir şekilde Kürtler söz konusu olduğunda Kemalist-laik-cumhuriyetçi-faşist-muhafazakâr ve hatta utanmadan kendisine ‘sol’ adını takan bazı kesimler ortak bir ruh hali ve davranış içine girebiliyor.
Örneğin bu saydığımız-ki maalesef toplumun ezici çoğunluğunu oluşturuyor-tıpkı cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gibi DAIŞ’in Kobanê’yi istilasını canı gönülden istiyorlar. DAIŞ’i açıktan veya utangaç bir şekilde destekliyorlar. Kürt düşmanlığı öyle bir basiret tutulmasına yol açıyor ki, sadece bir grubu değil, tehlikeli bir şekilde toplumun ekseri çoğunluğu DAIŞ’in sıradan taraftarı ve destekçisi haline getiriyor.
KÜRT DÜŞMANLIĞI ABD KARŞITI VE SADDAM TARAFTARI YAPTI
Aslında benzeri bir durumu Mart 2003’te İkinci Körfez savaşı sonrası da yaşanmıştı. ABD’nin Saddam rejimini askeri bir işgal hareketi ile yıkması sonucu oluşan yeni koşulların Kürtlere yaradığı ve ABD’nin bir Kürdistan kuracağı korkusuyla Türkiye’de hem ABD karşıtlığı tavan yapmış ve hem de Saddam hayranlığında ciddi bir artış olmuştu.
Elbette ki, ABD karşıtlığı tutarlı ideolojik-politik argümanlara dayanıyorsa sorun olmaz. Ama burada söz konusu olan ABD’nin izlediği politikanın Kürtlere yarayacağı korkusunun oluşmasıdır. Yani ABD ve başka bir güç istediği kadar kötülük yapabilirler. Burada ki tek şart bu politikalar ‘de facto’ olarak dahi olsa Kürtlerin işine yarmayacak. (!)
Türkleri, orta çağ karanlığından fırlamış, barbar ve her türlü caniliği yapabilecek bir oluşumun dostu haline getiren Kürt düşmanlığının tarihsel-psikolojik bir yığın nedeni sayılabilir. Çok zorlanırsa eğer bu meselede belki haklı ve anlaşılır bir takım yanlar da bulunabilinir.
Ancak şuan gördüğümüz şey yaşadığımız çağın özelliği, insanlığın yükselen değerleri ve kolektif vicdanıyla tam bir çatışma içindedir. Kobanê’de DAIŞ çetelerine karşı direnen YPG-YPJ güçleri ve halk, bütün dünyada, çok farklı etnik, inanç, sınıf ve çevrede büyük bir hayranlık uyandırması, eğer Türklerde düşmanlığa dönüşüyorsa-ki öyle oluyor- bu ciddi bir durumdur.
Peki, bu düşmanlığın Türklere bir yararı var mı?
Kesinlikle hayır. Hem 2003’te yükselişe geçen ABD karşıtlığı ve ona paralel gelişen Saddam sevgisi, hem de 2014’te DAIŞ hayranlığı ve destekçiliği Türklere hiçbir yararı olmadı, olmazda.
MAHMUT ESAT BOZKURT ANLAYIŞI ÇÖPE GİTTİ
Her şeyden önce Kürtlere düşmanlık bütün Türklere kaybettirir. Kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Olsa olsa bu tutum dünyada Türklerin ‘bencil’, ‘kendini beğenmiş’, ‘ırkçı’ ve ‘fetihçi’ gibi algılanmalarına güç katar. Kürt düşmanlığı ve çağın yükselen demokratik değerleriyle çatışma halinde olmak aynı zamanda, o üzerinde çok titredikleri devletin paramparça olmasına da yol açabilir. Çünkü eşit ve birlikte yaşamanın tek yolu karşılıklı olarak birbirini olduğu gibi kabul etmek, karşıdakinin bütün kolektif haklarına saygı duymaktan geçiyor.
Maalesef Türk toplumu bugün- ırkçılığı ve şovenizmi beyninde bitirmiş ve kararlı bir azınlık hariç-Kürtlerle eşit ve birlikte yaşam konusunda iyi bir sınav vermiyor. Kürtlerinde her halk ve ulus gibi kendi ülkesinde özgürce yaşam hakkının olduğunu kabul etmiyor. İçene düştüğü veya düşürüldüğü ırkçılık ve şovenizm havuzundan başını kaldırıp çevresine ve dünyaya en azından tarafsız bir gözle dahi bakmıyor.
Bir bakıma Türk toplumu, 1930’da TBMM’de dönemim Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un dillendirdiği ‘’Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı’’ gibi bir ırkçı paradigmanın halen geçerli olduğunu düşünüyor. Halbuki bu anlayış çöpe atılalı çok oldu.
Halbuki bunun tam tersi olması gerekmiyor mu?
Eğer Türkler DAIŞ gibi vahşi ve barbar bir çeteye karşı kendi şehir ve köylerini savunmaktan başka hiçbir amaçları olmayan Kürtlerle birlik ve dayanışma içinde olmayacaklarsa, ne zaman olacaklar?
Kürtlerin kendi aralarında Şengal ve Kobanê’yle birlikte en çok konuştukları konulardan birisi bu ve bu sorunun cevabıdır.
IRKÇILIK BİR TOPLUM İÇİN EN BÜYÜK FELAKETTİR
Elbette ki, Türklerin Kürt düşmanlığının trajik bir sonucu olarak DAIŞ dostu kesilmelerine sadece Kürtler hayret etmiyor. Dünyada bu ruh halini ve düşmanlığı izliyor. Ancak insanlık âlemi bu davranışa anlam vermekte, anlamakta zorlanıyor.
Bu nedenle şuan zor durumda olan DAIŞ çeteleri tarafından kuşatma altında olan Kobanê ve Kürtler değil. Kürt düşmanlığı sonucu DAIŞ taraftarı olan veya en azında böylesine bir imaj çizen Türk devleti, hükümeti ve Türk toplumudur. Çünkü ırkçılığın esiri olmak bir toplumun başına gelebilecek en büyük felakettir.
Kobanê direnişi aslında ırkçılık ve şovenizmden çıkış yolunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Türk devlet yöneticilerinin ve hükümetinin, medyanın bu kapıdan geçme niyetleri olmaya bilir. Ama Türk toplumu şimdi çok tarihsel bir sınavla karşı karşıyadır. Bunu hiç kimse için değil, ilk önce kendisi için yapmalıdır. Yani anketlerin sonuçlarını tersine çevirmeli, sadece ’’kendisine sevdalı’’ olmaktan kurtulmalı. Kendi dışında-ki buna Kürtlerde dâhildir-herkesi sevmeyi ve onlarla ırkçılığı ve ayrımcılığı bir taraf iten yeni bir ilişki kurmalıdır.
Zordur. Ama asla imkânsız değildir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.