1923’de kurulan “Allahsız Devlet”in defterini yüzüncü yıl dönümünde “dürme” hedefi, AKP’nin siyasi kadrosuna verilecek anlamlı bir hedeftir elbette. Ama ben Erdoğan’ın 2023 hedefinin retorikten ibaret olduğunu düşünmüyorum. Bence 2023 tarihi, AKP’nin iktidar misyonunun tarihsel-toplumsal “sınır taşını” belirliyor Tayyip Erdoğan AKP’nin iktidar vizyonunu birkaç yıl önce 2023 yılı olarak belirlediğinde hemen herkes Erdoğan’ın her zamanki gibi […]
1923’de kurulan “Allahsız Devlet”in defterini yüzüncü yıl dönümünde “dürme” hedefi, AKP’nin siyasi kadrosuna verilecek anlamlı bir hedeftir elbette. Ama ben Erdoğan’ın 2023 hedefinin retorikten ibaret olduğunu düşünmüyorum. Bence 2023 tarihi, AKP’nin iktidar misyonunun tarihsel-toplumsal “sınır taşını” belirliyor
Tayyip Erdoğan AKP’nin iktidar vizyonunu birkaç yıl önce 2023 yılı olarak belirlediğinde hemen herkes Erdoğan’ın her zamanki gibi “yüksekten uçtuğunu” düşünmüştü. Olağanüstü bir gelişme olmazsa (ki burası Türkiye, her an her şey olabilir), AKP’nin önümüzdeki genel seçimlerde 2019’a kadar iktidar vizesi alacağı göz önünde bulundurulduğunda, Erdoğan’ın o kadar da “uçmadığı” anlaşılıyor.
Bizim kuşağın bir acı gerçeğini, Fikret Kızılok “Başbakan hep Süleyman” şarkısıyla seslendirmişti. Bu dönemin devrimci sürecinin yükünü omuzlayacağı anlaşılan “2013 kuşağı” da siyasi hayata gözünü Erdoğan’la açıp Erdoğan’la mı kapatacak?
“Adam kanser abi, o kadarını çıkaramaz” da denilebilir elbette. Ama, birincisi “kötüye bir şey olmaz”. İkincisi Erdoğan’ın, şehitleştirilmiş imgesiyle başımızda kalması da mümkündür.
Yine de ben 2013 kuşağının, bizim kuşağın Demirel’in ipoteklediği hayatının bir benzerine mahkum olmayacağından eminim. Bu emniyetim maddi bir nedene dayanıyor ve bu maddi temel, Erdoğan’ın “2023 vizyonu”nu dayandırdığını düşündüğüm temel ile aynı.
Erdoğan neden 2023 yılını hedef alıyor? Bu hedef, yalnızca Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılı simgesiyle mi açıklanmalı?
Erdoğan’ın Amerika’yı müslümanlara keşfettiren, Colomb öncesi Küba’da dağın tepesine cami kurduran çiğ (ve palavracı) gerici söyleme tutkunluğu düşünüldüğünde, 2023 hedefinin bu söylemle bağı olduğu tartışılmaz. 1923’de kurulan “Allahsız Devlet”in defterini yüzüncü yıl dönümünde “dürme” hedefi, AKP’nin siyasi kadrosuna verilecek anlamlı bir hedeftir elbette.
Ama ben Erdoğan’ın 2023 hedefinin retorikten ibaret olduğunu düşünmüyorum. Bence 2023 tarihi, AKP’nin iktidar misyonunun tarihsel-toplumsal “sınır taşını” belirliyor.
AKP, neoliberal yeni sömürgecilik programının siyasi krizinden doğdu ve bu krizi çözdü. Hakkını teslim etmek gerek; AKP, kendisinden önceki iktidarların da talip olduğu görev (“Türkiye’deki yeni sömürgecilik ilişkilerinin neoliberal yeniden yapılandırılmasının istikrarlı ve kararlı siyasal-toplumsal yönetimi” görevi) için en uygun siyasi alternatif olduğunu pratiğiyle kanıtladı. İşte 2023 hedefi, (bugünkü alternatifler içerisinde) AKP’den başka hiçbir iktidarın tamamına erdiremeyeceği bu misyonun sonunu tarihliyor.
Bilindiği gibi neoliberal programın özü, varolan her şeyi sermayeye dayalı üretimin konusu haline getirmek; Marks’ın “meta fetişizmi” olarak tanımladığı durumu insani varoluşun bütününe yaymak. Neoliberal programın bu özü, kapitalist üretim sisteminin bu temel gelişme doğrultusuyla da uyumlu. Ama “meta fetişizminin evrenselleşmesi”nin temel bir sınırı var: emek gücüne dönüştürülebilir insani kapasite. Kabaca buna “proleterleştirilebilir nüfus” da denebilir. Proleterleştirilebilir nüfusun sınırına gelindiğinde kapitalist gelişmenin de mantıki sınırına varılmış olur. (Marks, kapitalizmin bu mantıki sınıra gelmeden çok önce tarihsel/pratik sınırlarına gelmiş olacağını düşünüyordu.)
Küresel ölçekte örgütlenen kapitalist üretim ilişkilerinin geneli açısından bu sınıra henüz ulaşılmadı. Proleterleştirme ile kırdan kente göç sürecinin paralelliği gözetildiğinde, nüfusun kentleşme oranındaki gelişme, proleterleştirme sürecinin hangi seviyeye ulaşmış olduğunu gösteren bir referans oluşturuyor. AB öngörülerine göre, bugünkü teknolojik gelişme düzeyinde, kapitalist verimlilik ölçüleriyle nüfus dağılımının %88 kent ve %12 kır olması gerekiyor. 2013 verilerine göre dünya nüfusunun %53’ü kentlerde, %47’si kırlarda yaşıyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde bu oran %78 ve %22; dünyanın geri kalanında ise %48 ve %52. Dolayısıyla, kaba bir belirlemeyle, gelişmiş kapitalist ülkelerde proleterleştirilebilir nüfusun, mevcut nüfusun ancak %10’unu oluşturduğu yani proleterleştirmenin sınırına çok yaklaşıldığı, buna karşılık, dünya nüfusunun %80’ini oluşturan “az ve orta gelişmişlikteki” ülkelerde bu oranın halen %50 seviyesinde olduğunu söyleyebiliriz. Gelişmiş kapitalist (emperyalist) merkezler, dünyanın geri kalanındaki bu proleterleştirilebilir nüfus potansiyelini sisteme dahil edebildikleri sürece küresel kapitalizm yaşamını sürdürebilir.
Küresel kapitalizmin bu temel ihtiyacı, neoliberal yeni sömürgecilik programları ile karşılanıyor. Neoliberal yeni sömürgecilik programlarının uygulamaya sokulduğu tüm ülkelerde hızlı bir demografik dönüşüm yaşanıyor. “Az ve orta gelişmişlikteki ülkeler” arasındaki bir grup ülkenin kentsel ve kırsal nüfus dağılımındaki son 30 yıllık dönüşüm bunları, gelişmiş kapitalist ülkelerden daha yüksek kent nufusu oranlarına taşıdı. Güney Amerika’da neoliberal programları sadakatle uygulayan ülkelerde bundan 30 yıl önceki ortalama %40/%60’lık kent/kır nüfusu oranları 2012’de Kolombiya’da %76/24, Meksika’da %79/%21, Brezilya’da %85/%15, Şili’de %90/%10, Arjantin’de %93/%7’ye gelmiş durumda. Benzer bir dönüşüm geçiren Güney Kore’de %84/%16, Malezya’da %74/%26 oranlarına ulaşıldı. Türkiye’de ise bu oranlar %73,5/%26,5 düzeyinde.
Yani neoliberal yeni sömürgecilik programlarını uygulayan “orta gelişmişlikteki” ülkelerin bir kısmı, proleterleştirilebilir nüfusun sınırlarına dayanırken, diğerleri de hızla da bu noktaya yaklaşıyor.
Türkiye de bu ikinci grup ülkelerden. Son on yılın nüfus tablolarındaki eğilimlerin üç aşağı beş yukarı korunması halinde AB’nin Türkiye için projekte ettiği kent/kır nufusu dağılımı olan %88/%12 noktasına 2021 yılında gelinecek. AKP, proleterleştirmenin bu sınır noktasına gelininceye kadar neoliberal yeni sömürgecilik programının tartışılmaz iktidarı olarak kalabileceğini umuyor.
Ancak AKP’nin de bizim de farkında olmamız gereken iki gerçeğin altını çizmek istiyorum:
Birincisi; Türkiye, emperyalizmin dikte ettiği neoliberal kapitalizm modeline mahkumdur. Neoliberal sömürge kapitalizminin toplumsal sınırlarına ulaşılmasından sonra, bu süreçte proleterleşme düzeyi ile uyumlu olmayan son derece cılız bir “yerel sermaye birikimi” üretmiş olan Türkiye kapitalizminin “lig atlaması” mümkün değildir. Dolayısıyla Türkiye kapitalizminin “barbarlık içinde çöküş” dışında bir “neoliberalizm sonrası” bulunmuyor.
İkincisi; proleterleşme süreci segmentsel gelişme gösteren bir süreçtir. Proleterleştirilebilir nüfus grupları, “orta köylülük”, “Kürtler”, “kadınlar”, özel kümeler halinde hedef alınır ve proleterleştirilirler. Proleterleştirilebilir nüfusun diferansiyel kitlesi azaldıkça mevcut proleter kitlesini denetim altında tutmak için de yeni kümeleri proleterleştirmek için daha çok dışlamaya, daha çok güvencesizliğe, daha çok şiddete ve daha güçlü bir siyasi otoriteye ihtiyaç duyulur. Dolayısıyla, AKP iktidarının “normalleştirilmesi” de mümkün değildir.
Kısacası Erdoğan ve AKP iktidarı Türkiye’nin neoliberal kapitalizmini tarihsel sonuna doğru götürüyorlar ve kaçınılmaz bir biçimde onunla birlikte tarihe gömülecekler.
Bizim kuşak Süleyman’ın “hep Başbakan” olmasına engel olamadı ama 2013 kuşağı Erdoğan’ın Reisliğinin sonunu hem görecek hem getirecek kuşak olacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.