İstanbul Üniversitesi 2014-2015 akademik yılı açılış töreninde, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet üniversitenin bu yılki sloganını “Araştırma, İnovasyon, Uluslararasılaşma” olarak açıkladı. Üniversitenin misyonlarının, yeni bilgileri araştırmak, bulmak, öğretmek, toplumla buluşan ve katma değer üreten ürünlere dönüştürmek olduğu belirtildi. Üniversitenin temel faaliyetlerini anlatan Prof. Dr. Yunus Söylet; “Araştırmaların patentlenmesi ve ticarileştirilmesi konusunda sanayi kurumlarıyla daha […]
İstanbul Üniversitesi 2014-2015 akademik yılı açılış töreninde, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet üniversitenin bu yılki sloganını “Araştırma, İnovasyon, Uluslararasılaşma” olarak açıkladı. Üniversitenin misyonlarının, yeni bilgileri araştırmak, bulmak, öğretmek, toplumla buluşan ve katma değer üreten ürünlere dönüştürmek olduğu belirtildi. Üniversitenin temel faaliyetlerini anlatan Prof. Dr. Yunus Söylet; “Araştırmaların patentlenmesi ve ticarileştirilmesi konusunda sanayi kurumlarıyla daha yakın ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Gelişmiş ülkelere baktığımızda, o ülkelerin üniversitelerinin sanayi ile kol kola eğitim ve araştırma yaptıklarını, birlikte yeni ürün ve hizmetler geliştirdiklerini, ayrılmaz bir bütün olduklarını ve bu sayede hep birlikte küresel marka hâline geldiklerini görüyoruz” ifadelerini kullandı.
İstanbul Üniversitesi Rektörü tarafından bilimin metalaştırılması gerektiğinin, bilimsel bilginin artı değer üreten ürünlere dönüştürülmesi gerektiğinin açıkça savunulduğunu gördük. Tüm bu sürecin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, sanayi ile kol kola yürütülmesi gerektiği alenen dile getirildi. Bilimde ve akademide kapitalizmin faydaları bir rektör tarafından tek tek açıklandı ve savunuldu. Üniversitenin bir şirket, bilimsel bilginin de kar unsuru olarak görüldüğünü bir rektörün ağzından, alkışlar arasında dinlemiş olduk.
İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan bir hekim olarak, markalaşma yolunda ilerleyen üniversite yönetiminin hastanemde uyguladığı politikalar ve sonuçlarını paylaşmak isterim.
1-) Hastanelerde sağlık hizmet sunumu aksamakta ve cepten ödemeler artmaktadır.
Hastanelerde yataklı servislerde özel oda uygulamasıyla hastalardan ücret alınmaktadır. Tomografi, MR, ultrason gibi görüntüleme yöntemlerine erken randevu alınabilmesi için hastalardan ücret talep edilmektedir. Aksi takdirde aylarca sonrasına randevu verilmektedir. Öğretim üyelerinin mesai dışı muayene uygulamasıyla parası olana daha nitelikli sağlık hizmeti teklif edilmektedir. Hastane iç eczanesinde ilaç firmalarının ihale şartlarını beğenmemesi nedeniyle yüzlerce ilaç bulunmamaktadır. Acil kullanım endikasyonu olan ilaç ve kontrast madde teminini hasta yakınları kendi imkanlarıyla sağlamak zorunda kaldığı için sağlık hizmeti aksamaktadır. Ameliyathanelerde tıbbi malzemeler olmaması nedeniyle yüzlerce ameliyat gecikmektedir. Tüm bu aksaklıklar hasta ve hasta yakınlarını sağlık çalışanlarına karşı karşıya getirmekte ve sağlıkta şiddet artmaktadır. Hastaların üniversite hastanesinden sağlık hizmeti alırken yaptığı cepten ödemeler giderek artmaktadır. Paran kadar sağlık anlayışı üniversite hastanesine yerleşmiş durumdadır.
2-) Tıp eğitimi giderek niteliksizleşmektedir.
Tıp fakültelerine alınan öğrenci kontenjanlarının giderek artmasıyla nitelikli tıp eğitimi verilemez duruma gelmiştir. Öğrenciler amfilere sığmamakta, hasta başı pratikler ve laboratuvar uygulamaları öğrenci gruplarının çok kalabalık olması nedeniyle işlevsiz olarak yapılır haldedir. Sermayenin en fazla yatırım yaptığı alanların başında gelen sağlık sektörüne hem ucuz iş gücü olacak hem de girişimci yönü ağır basan hekimler yetiştirilmek istenmektedir. Binlerce sağlık öğrencisi, staj ve eğitim bahanesiyle sosyal güvencesiz ve ucuz iş gücü olarak çalıştırılmaktadır. Tıpta uzmanlık eğitimi, asistanların maruz kaldığı aşırı iş yoğunluğu, uzun ve aralıksız çalışma süreleri ve angarya nedeniyle niteliksizleşmiştir. Tıp eğitimini ciddi şekilde tehdit eden bu durum uzun vadeli düşünüldüğünde toplum sağlığını da tehdit etmektedir.
3-) Sağlık çalışanlarının ücretleri ve sosyal güvenceleri kısıtlanmaktadır.
Güvenlik, temizlik, yemekhane, kantin, hasta bakımı ve tıbbi sekretarya işleri alt işverenden hizmet satın alma (taşeronlaşma) yoluyla gerçekleştirilmekte ve binlerce insana çok düşük ücretlerle, iş güvencesi olmadan istihdam edilmektedir. Hasta bakıcı ve tıbbi sekreterlerin mahkeme kararıyla elde etmiş oldukları kadro hakkı verilmeyerek hukuk askıya alınmaktadır. Taşeron firmalarda çalıştırılan işçilerin yol ücretlerinden ve maaşlarından usulsüz kesintiler yapılmaktadır. Usulsüzlüğü kanıtlayan müfettiş raporlarına rağmen kesintiler devam etmektedir. Hemşire, doktor, teknisyen, tekniker ve laborantların aylık ücretleri 3-4 parçaya bölünerek, ek ödemeler sürekli düşürülürken, ödeme tarihleri de giderek aksatılmaktadır.
4-) Hastanelerde işçi sağlığı hiçe sayılmaktadır.
Taşeron firmalar bünyesinde çalıştırılan işçilerin ilgili firmalar tarafından işe giriş muayeneleri ve gerekli tetkikleri, nitelikli ve yeterli sürelerde işçi sağlığı eğitimleri yapılmamaktadır. Taşeron şirketler bünyesinde düzenli olarak iş sağlığı ve güvenliği uzmanı ve iş yeri hekimi istihdam edilmemektedir. Özellikle taşeron firmalarda çalıştırılan işçiler iş tanımının dışındaki işleri yapmaya zorlanmaktadır. Cam silme ve klima bakımı gibi yüksekte çalışan işçiler gerekli önlemler alınmadan her an ölüm riskiyle karşı karşıya çalıştırılmaktadır. Hastanelerde yaşanan iş kazalarının bildirimleri yapılmamaktadır. Acil durum tatbikatları yapılmamaktadır. Birçok binanın yangın merdiveni dahi bulunmamaktadır. Memur statüsünde çalışanlar ve kadrolu işçiler için hastanelerde iş güvenliği uzmanlarınca detaylı olarak yapılması gereken ve uzmanlık isteyen risk değerlendirmelerinin, her klinikten bir hemşireye 1-2 saat eğitim vererek kendilerinin yapması istenmektedir. Nitekim tüm bu uygulamalar sonucu son iki yılda İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’nde iki işçi iş kazasında hayatını kaybetmiştir.
5-) Emek eksenli örgütlenme engellenmektedir.
Tüm bu uygulamalara karşı çıkan yürüyüşler, basın açıklamaları ve grevler örgütlemeye çalışan yani anayasal hakkını kullanan çalışanlarınıza karşı hastane yönetimleriniz idari amirlerini kullanarak baskı yapmakta, şirket müdürleri işten çıkarma tehditleri savurmaktadır. Şirket yönetimleri emek eksenli mücadele yürüten sendikalara olan üyeliklerin düşürülmesi için kendilerini sağlık dışı başka iş kollarında gösterecek kadar usulsüz uygulamalara gidebilmektedir. Üniversite yönetimi tüm bunları sükûnetle seyretmektedir.
Sizler şaşalı açılış törenlerinde kapitalizmin üniversitenin hücrelerine kadar işlemesi için neler planladığınızı anlatırken, aynı kapitalizmin sağlığı ve bilimi metalaştırması sonucu hastanelerinizin içinde bulunduğu durum budur.
6-) Bilimsel özerklik yok olmuştur.
Üniversiteyi ayakta tutmak bahanesiyle savunulan ve hayata geçirilen bu politikalar, üniversiteyi üniversite yapan tüm değerleri paramparça etmiştir. Bilimsel özerklik sermaye tahakkümü ve siyasi iktidar baskısı altında kaybolmuştur. Devletin ve sermayenin aklı ile düşünen, toplumsal faydayı önemsemeyen, ‘riskli’ konulara dokunmayan, bilgi için değil kar için araştırma yapan bir akademi dünyası yaratılmıştır. Mevcut uygulamalara itiraz eden, evrensel üniversite değerlerine sahip çıkan herkes cezalandırılmakta veya üniversitelerden kovulmaktadır.
Üniversitelerin kol kola olduğu sermaye, Soma’da ve son olarak Ermenek’te açıkça görüldüğü gibi işçi katilidir.
Daha yakın ilişkiler kurmalıyız dediğiniz endüstri, toprağı, suyu, yeşili katletmektedir.
İhtiyaçları doğrultusunda eğitim programları belirleyip öğrenci yetiştirdiğiniz sermaye çevreleri, mezun ettiğiniz öğrencinizin her yıl milyonlarcasını kapının önüne koyup işsiz bırakmakta tereddüt etmemektedir.
AR-GE faaliyetleri için ilişkilerin geliştirilmesi önerilen firmalar, ilaç üretim süreçlerindeki skandallarla ortaya çıktığı üzere bilimi ve insan sağlığını hiçe sayabilmektedir.
Tüm teori ve pratiğini üniversitelerinizde hayata geçirmeye çalıştığınız ve açıkça savunduğunuz kapitalist sistem, dünyadaki savaşların, açlığın, yoksulluğun, sağlıksızlığın, eşitsizliğin, faşizmin, sömürünün ana nedenidir.
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne hatırlatmak gerekir ki;
Üniversitelerin en temel ilkesi; ‘Toplum yararı için bilim’ yapmaktır.
Bilim insanın görevi, toplum yararına, özgür, eleştirel bilgiyi üretmek ve toplumun özgürleşmesine katkıda bulunmaktır.
Üniversiteler için bilimin özerkliği esastır. Bunun yolu devletin ve endüstrinin her türlü tahakkümünden kurtulmuş, kamunun kaynaklarıyla ve öz yönetim biçimleriyle özgürce çalışan üniversiteler kurmaktan geçer.
Toplumda ve doğada yaratılan tüm tahribata karşı çıkmak, bu süreçle her anlamda mücadele etmek, bilimsel yöntemi buna seferber etmek üniversitelerin varoluş sebebi olduğu gibi asli görevidir.
* Arş. Gör. Dr. Coşkun Canıvar
İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları AD
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.