Kobanê’de savaş tüm şiddetiyle devam ediyor. Türkiye, Rojava kazanımlarını tasfiye etmek için her türlü sömürgeci oyuna başvurmada hiçbir sınır tanımıyor. 6-7 Ekim serhildanlarının nedenlerini hala anlayamamış olan, ya da anlayıp da anlamamazlıktan gelen AKP ve Türk devleti, her fırsatta Kürt halkına ve Kürt hareketine saldırmaya devam ediyor. 6-7 Ekim Kürt-ulus sosyolojisiyle değerlendirilmediği takdirde, anlaşılması da […]
Kobanê’de savaş tüm şiddetiyle devam ediyor. Türkiye, Rojava kazanımlarını tasfiye etmek için her türlü sömürgeci oyuna başvurmada hiçbir sınır tanımıyor. 6-7 Ekim serhildanlarının nedenlerini hala anlayamamış olan, ya da anlayıp da anlamamazlıktan gelen AKP ve Türk devleti, her fırsatta Kürt halkına ve Kürt hareketine saldırmaya devam ediyor.
6-7 Ekim Kürt-ulus sosyolojisiyle değerlendirilmediği takdirde, anlaşılması da mümkün değildir. AKP’nin bu denli üst perdeden kızmasının, bağırmasının, provokasyonlar yaratmasının tek nedeni, olaya algısal düzlemde ki tepkisi değil, aynı zamanda tek başına seçim yatırımı da değildir. AKP’nin politika yapış tarzında bu iki olgu bir enstrüman olabilir, ama sorunun niteliğini anlamamıza yardımcı olmaz. 6-7 Eylül, Kürt halkının ve Kürt Hareketinin Kürdistan’ı özgürleştirebilecek iradesi ve eylemselliğinin vuku bulduğu yeni bir aşamanın adıdır. İşte sorunun gerçek boyutu budur!
Kobanê için ayağa kalkan Kürdistan halkları ve dostları tüm setleri yıkabileceğini, bu bağlamda, özgürleşmenin ve gerçek barışın da öznesi olabileceğini gösterdi.
Ekim serhildanı; devlete ve AKP’ye “laf ebeliğinden öteye gitmeyen söylemlerden ibaret sahte “çözüm ve barış” politikalarınızı tanımıyoruz, mesajıydı. Dolaysıyla 6-7 Ekim, Kürt halkı ve dostlarının yaşamın kendisine müdahale noktasında bir tutum belgesidir. Bu devlet aklına, Kürtlerin kırmızı çizgisinin neresi olduğunun gösterilmesidir. AKP ve Türk devleti bu mesajı net olarak aldı. AKP, Kürt halkının bu tutumu karşısında hala elektrik yemiş balık gibi yan yatmış ve baygın durumda. Kendine gelebilmiş değil. Anlaşılan bir süre daha kendisine de gelemeyecek gibi…
AKP bu mesajı aldığından dolayıdır ki, Hizbullah’da dâhil elinde ki tüm malzemeleri piyasaya sürdü. Deyim yerindeyse, ipi taşa bağlayıp köpekleri saldı.
Hizbullah, IŞİD, El Nusra ve AKP çizgisi aslında tarihsel olarak bir biriyle akraba, ilişkili ve anlaşmalıdır. Tabiri caizse, ideolojik ve politik çizgilerinin aynı rotada “hipnotize” olan tarihselsel ilişkilerinin “güncelleştirilmiş” formatı ile karşı karşıyayız.
Bu tarihsel format İdris-i Bitlisi, Köprülü Mehmet Paşa, Hamidiye Alayları, Hizbullah arasında ki ideolojik, politik ve katliamcı çizgi ile içsel kategorik süreçler toplamıdır. İdris-i Bitlisi Kürtlerin kurtarıcısı değildir. Kürt Beyliklerinden sadece birkaç tanesinin kendi içinde özerkliği karşılığında büyük Türkmen Alevi kıyımının her anlamda ortağı ve suçlusunu kahramanlaştırdığınız zaman, bugün Hizbullah’ın Türk devleti ile olan ilişkisi ve aldığı imtiyazlar sonucu kendi halkına karşı işlediği suçlara da meşruiyet kazandırmış olursunuz.
Bitlisi’nin Kürt ve Türkmen Kızılbaşları “zındık”, “kâfir”, “mezhep-i na hak” diye nitelemesi ve bu doğrultuda (çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç demeden) fetvalar vermesiyle Kürt ahalisini Türkmen Kızılbaş ahaliye karşı kışkırtması gibi vakalar ile son yüz yıllık sürecin trajik vakalar arasında ki geçişkenlik, siyasal ve ideolojik bir çizginin sürgit devamı açısından hiç tanıdık gelmiyor mu?
“Diyarbakırlı Ali Emiri de İdris-i Bitlisi’nin rolünü şöyle anlatıyor:”
“Mevlana İdris’in organizesi ve önderliğinde Muş, Zırki, Urmi, Aşni, Soran, Erbil, İmadeye, Botan, Cizre, Nusaybin, Musul, Hizan, Garzan, Siir, Sason, Midyat ve Hasankeyf yörelerini dolaşıp Diyarbekir halkının gösterdiği gayreti anlatarak ‘Bu şehir elden giderse bütün bölge Şah İsmail tarafından kılıçtan geçirilecektir’ diyerek halkı Safeviler aleyhine ayaklandırdı.” (Necdet Saraç, “İdris-i Bitlisi’nin Rolü” yazı dizisi-3)
Şeyhülislam Ebu Suud Efendi ve birçok Şeyhülislam’ın vermiş olduğu fetvalarda: “ar-namus bilmezler”, “Kâfir ve ehl – i fesattırlar, dinden dönmüşlerdir.” “Topluca öldürülmeleri gerekir.” “Onları öldürmek için yapılan savaş, en büyük, en kutsal savaştır. Bu uğurda ölmek şehitliğin en ulusudur. Tamamını öldürüp yok etmek Müslümanlar için farzdır.” “Onlara eğilim duyanlar, onlara katılmak isteyip de yakalananlar ve onlara yardımcı olanlar, onlar gibi kâfirdirler, öldürülmeleri vaciptir.” “Kızılbaşların malları, çocukları ve karıları Müslümanlar için helaldir, ganimettir” der.
Bu fetvaların her birini çok dikkatli incelemek gerekiyor. Bunlar bir kıyım fetvasıdır, ama aynı zamanda ideolojik bir geleneğin inşası ve devlet çizgisinin oluşturulmasıdır. İdris-i Bitlisi’den 50 yıl sonra yine bir Kürt olan Kuyucu Murat Paşa Celali İsyanlarında on binlerce Türkmen Alevi’yi diri diri kuyulara atarak, kılıçtan geçirerek büyük kıyımlar yapacaktı.
Osmanlı’nın son dönemlerinde İttihat ve Terakki, Kürt aşiretlerinden (bugünün korucularının önceli olan) Hamidiye Alayları ile yine “din kardeşliği” kisvesine bürünerek, yüz binlerce Ermeni’nin soykırımdan geçirilmesinde rol oynayacak ve İdris-i Bitlisi ve diğerleriyle benzer olan fetvalar kullanılacaktı. Osmanlı Kürt ittifakı, Kürt halkı ile Osmanlı arasında ki ittifak değildir. Bu ittifak; Osmanlı devletinin para ile satın aldığı koyu gericiliğin koçbaşlarından İdris-i Bitlisi aracılığıyla Kürt Mir beyleri arasında geliştirilen ve işbirlikçilik temeline dayanan, mayasında Osmanlı’nın askerliği, koruculuğu ve bu temelde başka bir inanç ve kimlikten olan Kızılbaş Türkmen halkının kanı pahasına, tepeden geliştirilen bir çizgide kendisini cisimleştirdi. Tepeden geliştirilmiş bu çizgi günümüzde modern Kürt Hareketi’nin on yıllarca süren direnişi sonucu kırılmıştır. Demek oluyor ki, İdris-i Bitlisi’nin Türk devlet geleneği ile olan işbirlikçilik çizgisi bugün Kürt halkının aşağıdan gelen müdahalesiyle de yenilmiştir. Fakat artıkları can havliyle varlığını sürdürmeye devam ettirmektedir.
Günümüze gelirsek…
Birbirinin kopyası olmasa da birbirine yakın bir tablo ile karşı karşıyayız. Hizbullah, bu devlet tarafından Kürt Hareketine karşı kullanıldı. Hem de bu kullanma, aynı argümanlar ve fetvalar piyasaya sürülerek yapıldı. Yoldan, dinden çıkmış Türk’de olsa Kürt’de olsa diyen İdris-i Bitlisi ve Osmanlı ortaklığı ile oluşturulan gelenek, bugün Hizbullah ve AKP eliyle sürdürülüyor. Bu unsurlar, 1514 Amasya anlaşmasının günümüz ortaklarıdır. Bu unsurlar, geçmiş ile bugün arasında ki sömürgeci köprüdürler.
Dolaysıyla, bu köprünün diğer ayaklarının Rojava’da Kürtlere karşı El Nusra ve IŞİD’in verdiği fetvalar ve savaşlarla genişletildiğini çıplak gözle dahi görebilmemiz mümkün. Bu koyu gerici gelenek; soykırımcı, katliamcı, Türk devletinin bekasını koruyan, sömürgeciliği derinleştiren ve bin yıl daha Kürtleri kendi askeri ve tebaası olarak görecek işbirlikçi bir gelenektir.
Ayşe Hür’ün 30.09.2012 tarihinde Radikal gazetesinde yayınlanan “İdris-i Bitlisi: ‘Mevlana’ mı, ‘İblis” mi” başlıklı makalesinin sonunda buyurduğu “…bu hikâye” yani demek istiyor ki İdris-i Bitlisi’nin Osmanlı ile olan işbirliği, “yeni Oslo süreci için esinlendirici olursa ne mutlu bize!”
Bu hikâyeyi hiç kimse kaçırmasın derim. Bu önerme, İdris-i Bitlisi ve Osmanlı’dan Hamidiye Alaylarına, AKP, Hizbullah ve IŞİD işbirliğinden Kürt katliamına; Rojava işgal girişimi ve tüm bunların toplamının Kürtleri yeni bir başlık altında (“barış süreci” değil Türkiye’nin kendi “A” planının uygulandığı “süreç” ekseninde) “efendisine” asker olan Kürtlerin yeni bir konseptle ve formatla devamı niteliğinde ki bu hikâye, olsa olsa Türk sömürgeciliğinin neo-stratejik temelde devamı için esin kaynağı olur.
Bu kahredici çizgi ile hesaplaşmadan, Kürtler açısından yeni bir tarih yaratma pratiği yarım kalır. Verili tarihin sınırları zorlanmış olsa da, eski tarih sınırlarının şu ya da bu köşesine mahkûm olan Kürdistan realitesi, Ayşe Hür için esin olabilir belki, ama ne var ki Kürt halkı için asla! Kürt halkı, İdris-i Bitlisi işbirlikçiliğini ve 1514 Amasya anlaşmasını son 30 yıllık direnişi ile parçalamıştır.
Kürtlerin (ve dolaysıyla eğer isterlerse) Türklerle “tam hak eşitliği çerçevesinde” bir arada yaşama konsepti yeni tarih yazımının tamamlanmasıyla, işi bitmiş olan eski konseptin çöplüğe atılması üzerinden gerçekleşecektir.
AKP’nin Kürt parametresi ve kafasının arkasında ki gerçek konsept, eski önermelerle yeni demagojik söylemlerin dışavurumunda anlamını bulan sürgit algı operasyonlarından (maniple edilmiş olguların pazarlanmasından) ibarettir.
Tarih (Kürt halkının köleliği ve Türk devlet geleneğinin ileri karakolu olma rolü) ile güncel arasında kurulmaya çalışılan köprü ile AKP’nin “barış sürecine” kamufle edilmiş şovenizm formatı atarak, Kürt halkının devlete biat etmesini esas alarak “yola devam etme” politikası, bir kez daha 6-7 Eylül’de modern Kürt realitesi direncine çarptı. Tarih ve stratejiyi yinelenmiş olarak değil, yenilenmiş sinerjik bir mantalite doğrultusunda okumak için, işte bu realiteye bakmak gerekiyor. Bu realite, Kürt sorunun boyutunun da mihenk taşıdır. Anlayana!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.